7 Aralık 2015 Pazartesi

Ubeydullah Efendi

Mehmet Ubeydullah Hatipoğlu

Mehmet Ubeydullah Efendi (Hatipoğlu) (Kitaplarında kullandığı kısa ismiyle Ubeydullah Efendi, Soyadı Kanunu sonrasında Mehmet Ubeydullah HatipoğluJön Türkler arasında, II. Meşrutiyet döneminde ve TBMM'nin ilk yıllarında renkli kişiliği ile dikkati çekmiş bir siyasetçi ve özellikle Amerika hatıraları ile tanınan bir yazardır.
1858’de İzmir’de doğdu. Babası İzmir’in ünlü Hatipoğulları sülalesinden alim bir kişi olan Hoca Şakir Efendi’dir. Annesi ise İzmir’in tanınmış ailelerinden Musulluzadeler’dendir. Bektaşi geleneği içinde yer aldıkları bilinen köklü ve kültürlü bir aileden gelmektedir. Anılarında yazdığına göre, evlerinde babasının iki-üç bin cilt, annesinin ise elli cilt kitabı bulunuyordu. Çeşitlimedrese lerden icazet aldıktan sonra bir süre Tıbbiye’de okudu. II. Abdülhamit döneminde siyasi suçlu sıfatıyla hakkında sürgün kararı çıkmasından sonra önce Avrupa’ya, oradan Amerika’ya gitti. II. Meşrutiyet’te yurda dönerek Meclisi Mebusan’nda Aydın milletvekilliği yaptı. Mütareke günlerinde Malta sürgünleri arasındaydı. TBMM 4. Dönem ve TBMM 5. Dönem’de Beyazıt milletvekili oldu. Kalender ve esprili söz ve tavırlarıyla meclisin havasını değiştirebilen bir kişiliğe sahipti.
Ruhen hem sarıklı-cübbeli hem de bir Jön Türk'tü. Onun çelişkilerle dolu kişiliği, Jön Türkler'in türdeşlikten ne kadar uzak oldukları hakkında fikir vericidir. II. Abdülhamid, Ubeydullah Efendi'yi (bugünkü Libya'nın güneyinde, Büyük Sahra'da bulunan)Fizan'a sürmüş, İttihat ve Terrakki ise II. Meşrutiyet'te üç defa mebus seçtirmişti. Ancak, ayrıca hapse de girdiği ("Sultan Hamid devrinde bir buçuk sene hapis, beş bucuk sene nefiy, on sene kaçak olduğumuz için tecrübe-i didegandan sayılıyoruz") II. Abdülhamit döneminde sultana jurnaller verdiği, İttihatçılar ı kıyasıya eleştirdiği de bilinmektedir. Mütareke'de iki kere tutuklanmış, sonra da Malta'ya sürülmüş, Cumhuriyet'te 1931 ve 1935'te, CHP'nin Beyazıt (Doğubayazıt) milletvekilliğinde bulunmuş, sonra da Beyoğlu'nda Evlendirme Memuru olmuştur.
I. Dünya Savaşı esnasında Teşkilat-ı Mahsusa için çalıştığı dönem ayrı bir ilginçliktir. Afgan Müslümanlar ının İngilizler e karşı kışkırtılması planları çerçevesinde, Enver Paşa, belki İngilizleri şaşırtmak, belki de ileride Afgan Emiri ile Almanlardan ayrı olarak bir ittifak sağlamak düşüncesiyle, Kabil sefiri olarak tayin ettiği Rauf Bey (Rauf Orbay) heyetinin yanı sıra bir başka heyeti de Ubeydullah Efendi başkanlığında Afganistan'a yola çıkarmıştı. İki heyetin birbirinden haberi yoktu. Aydın Mebusu veMerdivenköy Bektaşi Tekkesi şeyhi olan Ubeydullah Efendi'nin İran-Afganistan yolculuğu çok renkli geçti. Ubeydullah Efendi'nin kurmay başkanı Teşkilat-ı Mahsusa'dan eski Basra Valisi Süleyman Şefik Paşa, heyetin askeri doktoru ise Fahri Kutlar'dı. 8 Nisan 1915'de başlayan Afganistan yolculuğu Ubeydullah Efendi'nin 24 Ağustos 1918'de İngilizler tarafından Kabil'e ulaşamadan Tahran'da tutuklanmasıyla sona erdi. İstanbul'a geri götürülerek hapsedilen Ubeydullah Efendi, 1919'da serbest bırakıldı. 1920'de yeniden tutuklanarak Malta'ya gönderildi.
Son yıllarında Beyoğlu Evlendirme Dairesi'nde nikah memurluğu yapan Mehmet Ubeydullah Efendi’nin 80 yıllık yaşamı tam anlamıyla bir maceraydı. Eski milletvekili, gezgin ve yazar Ubeydullah Efendi 11 Ağustos 1937’de öldü. Cenazesi Zincirlikuyu Mezarlığı’na, çok sevdiği dostu şair Abdülhak Hamit Tarhan’ın yanına gömüldü.
Ubeydullah Efendi Türkiye Cumhuriyeti'nin çağdaş temellere dayalı hukukunun kurucusu Mahmut Esat Bozkurt'un dayısıdır.

Eserleri ve hakkında yazılanlar



Türk Milletinin En Büyük İstihbaratçılarından: Ubeydullah Efendi!

Türk Milletinin tarih denilen sahnede, bu kadar uzun kalması ile ilgili olarak pek çok sebep sayılabilir.  

Bu sebeplerden belki de en önemlisi; Allah için, Vatan için, Millet için "kendini adayanların/kurban edenlerin" diğer milletlerden daha fazla olması. 
Bizim "Delimiz" çoktur.  Hani derler ya; "deli olunmadan veli olunmaz" diye. Bu delilik bazen öyle bir şey... 

Tarih'e adını altı harflerle yazdırmış nice 'bilinen' kahramanımız var. Bunun yanında nice kahramanımızda var ki, 'hiç bilinmeden' ebedi âleme göçmüşlerdir. Vazifelerini yapmışlar ve terk-i dünya etmişlerdir.
Vazife adamıydılar onlar… 
Tarihin bilinen her döneminde var olmamız bu "kendi adayan adamların"çokluğudur, dedik. 

Şimdi bu kendini adamış adamlardan birini sizlerle tanıştıracağım. Bu tanıtmayı elbette akademik bir çalışma olarak  sizlere sunmayacağım.  Allah'a şükür ki bu güzel insanla ilgili son yıllarda 3-4 kitap çıktı.  Akademik olarak onlara bakılabilir. Ama son yayınlanan bu çalışmalar bile  bu büyük insanları anlatmaya ve tanıtmaya yetmez. Batı'da olsa bu güzel insanın onlarca filmi yapılırdı. (Ubeydullah Efendi'nin sadece Amerika seyahati bile başlı başına bir film konusu.)
Baş döndürücü bir hayat… Günümüz insanları,  bugünkü teknik imkânlarla bile bu vazife adamını takip etmekte zorlanır. Bugün biz, o güzel insanın ayak bastığı yerleri, günümüz ulaşım imkânlarına rağmen, takip etmekten yorgun düşeriz. 

Dolaştığı yerlerden birkaçını saymama izin verin lütfen: "İstanbul, Hicaz, Mısır, Paris, Şam, Midilli, Rodos, Sofya, Londra, İtalya, ABD, Afganistan, Küba, İran, Taif, Yemen, Bombay, Malta, Berlin…." Hatırlayabildiklerim bunlar. Yani Dünyanın dört bir yanına ayak basmış Ubeydullah Efendi. Sonuçta 1858-1937 yıllarında yaşamış birinden söz ediyoruz. 

Adanmış bir ömür… Allah'a, Vatana, Millete adanmış bir ömür…Vazifesini yaptı ve gitti…      
Az önce dediğim gibi iyi ki bu güzel insan ile ilgili birkaç çalışma yapıldı. Bizde artık  bu vazife adamı kimdi, ne yapmak istiyordu, onu açıklayabiliriz. 

Ubeydullah Efendi ile ilgili olarak; hem yaşadığı dönemde hem de daha sonra hakkında yapılan çalışmalarda iş gelip bir nokta da düğümleniyor: Kimdi bu adam, ne yapmaya çalışıyordu? Gerçekten de "Yolsuz Yolcu" muydu? 
Bunca macera niye? Ne arıyordu? 

Evet Ubeydullah Efendi ile ilgili aranan sorunun cevabını artık verebiliriz. 
Mehmet Ubeydullah (Hatipoğlu) Efendi: Yüce Türk Devleti'nin en büyük istihbaratçılarından biriydi. 

İşte Ubeydullah Efendi ile ilgili  soruların cevabı bu. Taşların yerine oturmasını sağlayan cevap işte bu kısa açıklamada gizli. 
Bilinen büyük istihbaratçıların yanında bu Devlet'in yetiştirdiği ve  bilinmeyen nice büyük istihbaratçılarımız var.  İşte bunlardan biri de Mehmet Ubeydullah Efendi idi. 

Bu Millet, varlığını kesintisiz sürdürüyorsa, bu durum, Ubeydullah Efendilerin fedakarlıkları ile yakından ilgilidir.
Onun gibiler vazifelerini layıkıyla yaptılar… Hem de hangi şartlarda?  Sıfır ile yüz arası bir yaşam: Bir bakıyorsunuz açlık ile mücadele ediyor, sokaklarda yatıyor…Sonra bakıyorsunuz ki, en mükellef  kral sofralarında… Bazen hamal olarak karşımıza çıkıyor, bazen Devleti temsil eden bir diplomat. Bir bakıyorsunuz ki; hem Osmanlı hem de Türkiye Cumhuriyeti Mebusu olarak karşımızda. Özgürce dolaşıyorken, hapiste de buluyor kendini. Kimseye hesap vermeyen bir görüntüsü var.  

O güzel insanın hayatını ayrıntılı  bir şekilde o yayınlanmış eserlerden okuyabilirsiniz. Ben size kısaca anlatıyorum… 
Ubeydullah Efendi'nin hayatını okurken çelişkiler olduğunu hep göreceksiniz… Onun için; o günkü şartlarda, nasıl vazife yaptıklarına bakmak lazım. Onlar da insan; hataları, sevinçleri, üzüntüleri, günahları… Kimi zaman bir çocuk gibi karşımızda, kimi zaman bütün Dünyaya meydan okuyan bir EREN… Dikkat çekmek istediğim, onların da İNSAN olduğunu unutmamanız. Onlar vazifelerini yaparken, bazen vazifenin gerektirdiği  'rol' icabı bize ters gelen davranışları olabiliyor. Onlar, görevlerini en iyi şekilde yapmak için her şeylerini ortaya koydular…İsmail gibi taşın üstüne yatıp, boyunlarını  Allah, Vatan, Millet için uzattılar… 

Ubeydullah  Efendi'nin büyük bir istihbaratçı olduğunu bilmeyenler, onunla ilgili pek çok yorumlarda bulundular. 

Hatıratında Ali Kemal: "Ubeydullah muamma gibi bir adamdı. Nereden geliyordu, nereye gidiyordu? Ne yapmak istiyordu? Hasılı ne kudret-i ilmiyede ne fikirde idi? Bilinmezdi. Paris'te idi, ne için? İş için mi? Hayır! Tahsil için mi? Yine hayır! İrat, servet sahibi mi idi? Hayır! Nasıl yaşardı, anlaşılmazdı. Fakat yaşardı…." 
Mehmet Asım Us ise Ubeydullah Efendi için: "Yolsuz Yolcu" diyecek ve ekleyecekti; "O bir yolcu ise gideceği yolu evvelden keşfetmek mümkün değildir." Evet Mehmet Asım Us'un "Yolsuz Yolcu"  tanımlaması Ubeydullah Efendi için epeyce bir süre büyük kabul görecekti. 

Yukarıda da söylediğim gibi, Mehmet Ubeydullah Efendi'nin bu büyük vazifesinden haberi olmayanlar, kendilerine göre tanımlamalar yapmışlardır. 

Ahmet Muhtar Kevabi: "Bu adamın ne olduğunu hiç kimse anlamamıştır… Bu adamın ne olduğunu anlamak güçtür." Diyerek Ubeydullah Efendi ile ilgili kesin bir yargıya varamadıklarını  açıkça ifade etmektedir.  
Hikmet Feridun Es, Mehmet Ubeydullah Efendi için şöyle diyecekti: 

"O hakikaten de bin bir cephelidir. Bugün bakarsınız Buckingam Sarayı'nda imparatorla sohbet eder. Başka bir gün onu New York sokaklarında zeytinyağlı patlıcan dolması satarken görürsünüz. Küba'da sebze halinde zerzevatçıların hücumuna uğrar. Hamallık eder, günlerce aç olarak parklarda yatar. Bir müddet sonra bakarsınız ki büyük elçi olarak Afganistan'a giderken yirmi yedi bin kişi tarafından bir şehirde istikbal edilir ve o geçecek diye şerefine bütün dükkânlar, çarşılar kapanır. 
Hayal mahsulü romanların hiçbiri Ubeydullah Efendi'nin hayatı kadar renkle dolu değildir. Kendilerini uzun uzun dinlediğim en yakınlarına Ubeydullah Efendi şöyle derdi; 'Bakü'den Küba'ya kadar gezdim. İmparatorlardan, beynelmilel serserilere kadar herkesle görüştüm. Seksen senede sekiz yüz sene yaşadım! (...) Küba Çarşısı'nda köfte kızartıp sattığım zamanın zevkini krallarla konuşurken bile bulamadım.'"   

Gerçekten de onu anlamak güç:
Eğer vazifesini bilmiyorsanız…

Erol Elmas



UBEYDULLAH EFENDİ

(1858-1937)

Son dönem fikir ve siyaset adamlarından, maceraperest İttihatçı.

Hocazâde Mehmed Ubeydullah 10 Ocak 1858’de İzmir’de doğdu. Babası İzmir ulemâsından ve Hatiboğulları sülâlesinden Hoca Şâkir Efendi’dir. Çocukluğu ve gençliğinin ilk yılları İzmir’de geçti. On üç yaşında iken babası öldü. Rüşdiyenin ardından medreseye girdi; icâzet aldıktan sonra İstanbul’a giderek Mekteb-i Tıbbiyye’ye kaydoldu. Üç yıl devam eden tıbbiye öğrenimi sırasında Jön Türkler’le tanıştı ve ilk yazı tecrübesini kendi çıkardığı Hâver gazetesinde yayımladı (1884). Hâver’de kalem arkadaşları Menemenlizâde Tâhir, Beşir Fuad ve Küçük Azmi beylerdir. 1886-1888 yıllarını Paris’te geçirdi; Paris’e nasıl ve ne sebeple gittiği bilinmemektedir. Ahmet Bedevi Kuran, İttihat ve Terakkî Fırkası’na ilk katılanlardan biri olan Ubeydullah Efendi’nin tıbbiye çevresinde gelişmeye başlayan harekete dışarıdan katıldığını, Hilmi Ziya Ülken ise tıbbiyeli gençlerin Ubeydullah Efendi ile temasta bulunduklarını kaydeder. Bu yıllarda Ubeydullah Efendi Servet gazetesinde İngilizce, Arapça ve Farsça mütercimliği yaptı. Ardından devlet hizmetine girerek Şam’a tayin edildi ve burada II. Abdülhamid’e dil uzattığı gerekçesiyle on üç ay hapis cezasına çarptırıldı. Bir başka kaynakta Ubeydullah Efendi’nin tıbbiyeden ayrılışı siyasî suçlu sıfatıyla kovuşturulmasına bağlanırsa da bu zayıf bir rivayettir.

1893 başlarında İstanbul’a giden Ubeydullah Efendi, gazetelerin o günlerde Amerika’nın keşfinin 400. yılı münasebetiyle bahsettiği Chicago sergisini görmek için bir arayış içine girdi. Bu amaçla 50 altın tedarik ettikten sonra Fransa bandralı Paquet Kumpanyası vapuruna binerek 4 Nisan 1893’te İstanbul’dan ayrıldı; bu seyahati yaklaşık beş buçuk yıl sürdü. Onun seyahatini istibdat rejiminin baskısından kurtulmaktan ziyade macera arzusuyla izah etmek daha mâkul görünmektedir. Marsilya’da vapurdan inip trenle Paris’e gitti ve oradan Londra’ya geçti. Londra’da Osmanlı sefiri Abdülhak Hâmid ve Ali Ferruh beylerle görüşmesinin ardından Liverpool’dan Cermanik vapuruyla Amerika’ya hareket etti. Chicago sergisi 1 Mayıs 1893’te açıldığında Ubeydullah Efendi alanı dolduran on binlerce kişinin arasında bulunuyordu. Serginin açık kaldığı altı ay zarfında Süleyman b. Hattâr el-Bustânî ve sergi komiseri Hakkı Bey’in (sonradan sadrazam olan İbrâhim Hakkı Paşa) yardımıyla Chicago’da çıkarılması düşünülen Şikago Sergisi gazetesine girdi ve altı ay boyunca bu resimli gazeteyi çıkardı. Ubeydullah Efendi’nin Osmanlı Devleti’nin diplomat ve memurlarından bu kadar yakın ilgi görmesi de vatanını siyasî sebeplerle terkettiği yolundaki iddiayı çürütmektedir. Serginin kapanmasının ardından 1893 sonlarında New York’ta bir lokanta işletmeye kalkışan Ubeydullah Efendi, on beş günlük bir tecrübeyi zararla kapatınca bu defa Washington’da açılan şekerleme ürünleri sergisine katıldı. Burada bir Âzerî’nin New York’ta imal ettiği keten helvası ve lokum gibi ürünleri satıp ticarete başladı; ardından Pittsburg ve Cincinnati şehirlerinde aynı işi sürdürdü. Bu arada Meksika ve Küba’ya geçti. Burada yaldızlı tellerden bilezik gibi basit takılar yaparak pazarlarda işporta tezgâhında satmaya çalıştı. Kendi ifadesine göre Amerika’da iki buçuk yıl kalan Ubeydullah Efendi 1895 yılının sonlarında oradan ayrılıp İngiltere’nin Liverpool şehrine geldi. Altı ay kadar kaldığı bu şehirde Din ve Dünya adlı risâlesini neşretti (10 Haziran 1896). Bu risâlede şer‘î düzen yerine ikame edilen ve devrin aydınlarınca kendisinden çok şey beklenen Kānûn-ı Esâsî’yi eleştirdi. Liverpool’da geçirdiği günleri yazılarında “şimdiye kadar geçen ömrümün en güzel hâtıralarını hâvi kısım” diye nitelendirmiştir. Bu şehirde Cem‘iyyet-i İslâm adlı kuruluşa devam etti ve muhtemelen Hintli bir müslüman olan Abdullah Guvilyam’ın Hilâl gazetesine yazılar yazdı. Kalküta’da neşredilen Cebel-i Metîn adlı gazetede Madraslı bir papazın iddialarına cevaben Akıl yahut Âhir Zaman Peygamberi adıyla bir risâle kaleme aldı (1897).

1897 yılı ortalarında Ubeydullah Efendi üçüncü defa Paris’tedir. Paris’teki Osmanlı Sefâreti’nin yazışmalarından onun İstanbul’a dönüş için çareler aradığı anlaşılmaktadır. Paris büyükelçisi Sâlih Münir Bey’den dönüş parası alarak Sofya üzerinden İstanbul’a doğru yola çıktı ve bazı sebeplerle uzunca bir süre Filibe’de kaldı. O tarihlerde Osmanlı Devleti’ne bağlı prenslik statüsü taşıyan Bulgaristan, hem İstanbul’a yakın olmak hem de Abdülhamid yönetiminin etkisinden uzak kalmak isteyen Ubeydullah Efendi için uygun bir ortam oldu. Sofya ve Filibe’de basılan Türkçe gazeteler sansür dışında kalıp İstanbul’a rahatça sokulabilmekteydi. Ubeydullah Efendi burada İbrâhim Nazmi, Kurrezâde Mehmed ve İmam Mehmed İzzet’le birlikte bir şirket kurarak kitap neşrine başladı ve 1898 yılı başında Doğru Yol adıyla bir gazete çıkardı, ancak gazete kendi ifadesine göre üç sayı yayımlanabildi. Gazetede İstanbul’un öfkesini celbedecek bir neşriyat yapmadığı bir yıl sonra İstanbul’a geçmesinden anlaşılmaktadır. Ubeydullah Efendi maceraperest tabiatının sevkiyle, bu defa Güney Afrika’da Transvaal bölgesinde İngilizler’in Boerler karşısında zafer kazanması üzerine bazı Türk aydınlarıyla birlikte İngiliz Büyükelçiliği’ne giderek tebriklerini sundu, hatta kraliçeye telgraf çekip İngiltere’ye karşı duydukları sempatiyi dile getirdiler. Fakat bu hareketi yönetim tarafından hoş karşılanmadı ve Hüseyin Siret, İsmâil Safa gibi arkadaşlarıyla beraber sürgüne gönderildi. XX. asrın ilk yıllarını Tâif’te geçiren Ubeydullah Efendi 1905’te Cidde Limanı’ndan bir vapurla Mısır’a kaçtı; burada eski dostları Ahmet Kemal (Akünal), Hüseyin Siret ve daha sonraları Abdullah Cevdet’le buluştu. Onun Abdullah Cevdet’le dostluğunun eskiye dayandığı anlaşılmaktadır. Ubeydullah Efendi ilk iş olarak Geçit isimli bir risâle neşretti. Bu risâlede II. Abdülhamid’in cuma selâmlığında suikasta uğramasından söz edilerek bombayı cesaretsiz Jön Türkler’in değil Ermeniler’in atmış olabileceği ileri sürülmektedir. Fakat Mısır’da yaşayan Jön Türkler Uçurum adlı risâlede bu iddiayı reddetmişlerdir. Ubeydullah Efendi, bu arada Filibe’de yayımladığı Doğru Yol’u yeniden çıkarmak istediyse de bundan Doğru Yol değil Doğru Söz adlı gazete doğdu. Bu arada Refik Bey el-Azm’ın Kıvâm-ı İslâm adlı eserini Türkçe’ye tercüme etti. 1324 Ramazanında (1906) Mısır’da basılan eser için uzunca bir mukaddime yazdı ve İslâm’ın günlük meselelerini tartıştı.

Daha sonra Avrupa’ya geçen Ubeydullah Efendi’nin 1908 Temmuzunda Berlin’de olduğu bilinmektedir. Meşrutiyet’in ilânı üzerine hemen İstanbul’a dönerek Osmanlı Meclis-i Meb‘ûsanı’na Aydın’dan mebus seçildi. 1909’da İngiltere’ye resmî bir ziyarette bulunan Talat Paşa başkanlığındaki parlamento heyetinde yer aldı. İttihat ve Terakkî Fırkası siyasetinin yürütülmesi amacıyla kurulan el-ǾArab gazetesini neşretti ve 1910 yılında kaleme aldığı Islâh-ı Medâris-i Kadîme ile dönemin önemli gündem konusu olan medreselerle ilgili tartışmalara katıldı. 1912 seçimlerinden önce Kime Rey Verelim? adıyla bir risâle yazarak İttihat ve Terakkî’nin propagandasını yaptı, Anadolu’da seçim çalışmalarına fiilen katıldı ve bu yüzden muhaliflerin tenkitlerine hedef oldu. Tarihe “sopalı seçimler” diye geçen 1912 seçimlerinde İçel’den mebus seçildi. Birkaç ay çalışabilen bu meclisin feshinden sonra 14 Mayıs 1914’te bu defa İzmir mebusu olarak meclise girdi. Ubeydullah Efendi’nin bu iki seçim arasında geçen bir buçuk yıl zarfında İstanbul’da bulunduğu sanılmaktadır. 1912 yılı sonlarında Karadağ savaşı münasebetiyle dârülfünun talebelerinin hükümet aleyhine düzenlediği protestolardan sorumlu tutularak tevkif edilenler arasında yer aldı. I. Dünya Savaşı’na katılan Osmanlı Devleti’nin cihad ilân edip İslâm milletlerini ittifaka çağırması üzerine Ubeydullah Efendi böyle bir görevle Afganistan’a gönderildi. Seyahati esnasında Tahran, İsfahan, Yezd, Kirman gibi şehirlerde konferanslar verdi. Bu sırada İngilizler’e esir düştüğü ve ardından kaçıp bir müddet Hindistan’da yaşadığı bilinmektedir. Gerek savaş içindeki faaliyetleri gerekse Alman yanlısı olarak tanınması sebebiyle Ubeydullah Efendi 29 Mayıs 1919’da Malta’ya sürüldü ve 30 Mayıs 1921 tarihinde İtalya’nın Toronto Limanı’nda salıverildiği güne kadar sürgünde kaldı. Malta’dan dönünce konferanslarına devam etti. Onun Hilâfet ve Millî Hâkimiyet başlıklı kitapta (Ankara 1923) “Hilâfet-i Sahîha” başlıklı bir makalesi görülmektedir. Bu yıllarda İstanbul’da bulunduğu ve arzuhalcilik dahil çeşitli işler yaparak geçimini sağladığı tahmin edilmektedir.

Abdülhak Hâmid ve Salah Cimcoz’un ısrarıyla Amerika hâtıralarını yazmaya karar veren Ubeydullah Efendi, 1925-1926’da Resimli Gazete’de “Yaşadığım Günlerin Hesabına Ait Dağınık Yapraklar” başlığı altında hâtıralarını kaleme aldı. 1926 Ekiminde İstanbul’da muhtemelen Beyoğlu evlendirme memuru iken “Müslümanlığa Göre Bir Erkek Dört Karı Alabilir mi?” adıyla bir makale neşretti. Renkli şahsiyeti ve ıslahatçı fikirleriyle Cumhuriyet döneminde de dikkatleri çekti; 1931 yılından itibaren dört ve beşinci dönemlerde Beyazıt mebusu olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne girdi. 11 Ağustos 1937’de İstanbul Beşiktaş’ta Esat Efendi’nin konağında öldü ve Zincirlikuyu Asrî Mezarlığı’nda defnedildi. Kabri Abdülhak Hâmid’in mezarının yanındadır. Hiç evlenmemiş olan Ubeydullah Efendi maceracı mizacı, seyahate düşkünlüğü, zaman zaman değişen siyasî meşrebi, dinî meseleler hakkında takındığı değişken tavrı sebebiyle sıkça eleştirilmiştir. Birkaç roman oluşturacak derecede renkli ve hareketli hayatı onun en anlamlı eseri sayılabilir. Din ve Dünya (Liverpool 1896), Liverpool Hâtıratı-Akıl yahut Âhir Zaman Peygamberi (Filibe 1897), Geçit (Mısır 1905), Kıvâm-ı İslâm (tercüme, Mısır 1906), Islâh-ı Medâris-i Kadîme (İstanbul 1910), Kime Rey Verelim? (İstanbul 1912), Oruç (İstanbul 1924), Müslümanlığa Göre Bir Erkek Dört Karı Alabilir mi Alamaz mı? (İstanbul 1924) adıyla bazı risâleler kaleme alan Ubeydullah Efendi’nin bizzat neşrettiği ve yazı yazdığı gazete ve dergiler şunlardır: Hâver (İstanbul 1884), Şikago Sergisi (Chicago 1893), Sada (Paris 1897), Doğru Yol (Filibe 1898), el-ǾArab (İstanbul 1909), Şûrâ-yı Ümmet (İstanbul 1909), Hak Yolu (İstanbul 1910, Aka Gündüz ile birlikte). Ubeydullah Efendi’nin bazı hâtıraları Ömer Hakan Özalp tarafından Malta, Afganistan ve İran Hatıraları adıyla yayımlanmıştır (İstanbul 2002).

BİBLİYOGRAFYA:

Mehmed Ubeydullah, “Yaşadığım Günlerin Hesabına Dair Dağınık Yapraklar”, Resimli Gazete, 24.10.1925 - 10.4.1926; Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi (Devre: 1, İçtima Senesi: 3), Ankara 1986, I, 414-419; Refik Halid [Karay], Kirpinin Dedikleri, İstanbul 1336, s. 40; Ahmed İhsan [Tokgöz], Matbuat Hâtıralarım: 1888-1923, İstanbul 1930, I, 59; Halid Ziya Uşaklıgil, Kırk Yıl, İstanbul 1936, I, 165; M. Necmettin Deliorman, Meşrutiyetten Önce Balkan Türkleri: Makedonya Şarkî Rumeli Meseleleri-Hudud Harici Türk Gazeteciliği, İstanbul 1943, s. 118-119; Gövsa, Türk Meşhurları, s. 388; Yusuf Hikmet Bayur, Türk İnkılâbı Tarihi, Ankara 1953, III/1, s. 350; Ahmed Bedevî Kuran, Osmanlı İmparatorluğunda İnkılâp Hareketleri ve Millî Mücadele, İstanbul 1956, s. 135; Asaf Tugay, Saray Dedikoduları ve Bazı Mâruzat, İstanbul 1963, s. 87-100; Cemal Kutay, Siyasî Mahkumlar Adası: Malta, İstanbul 1963, s. 238; Hilmi Ziya Ülken, Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi, Konya 1966, I, 425-426; Münevver Ayaşlı, İşittiklerim, Gördüklerim, Bildiklerim, İstanbul 1973, s. 51; Hüseyin Cahit Yalçın, Siyasal Anılar (haz. Rauf Mutluay), İstanbul 1976, s. 264; Bilâl N. Şimşir, Malta Sürgünleri, İstanbul 1976, s. 110, 125; Şemsettin Kutlu, Eski İstanbul’un Ünlüleri, İstanbul 1978, s. 133-134; Ali Kemal, Ömrüm (haz. Zeki Kuneralp), İstanbul 1985, s. 81; M. Şükrü Hanioğlu, Bir Siyasal Örgüt Olarak Osmanlı İttihad ve Terakki Cemiyeti ve Jön Türklük (1889-1902), İstanbul 1985, I, 113; Ahmet Turan Alkan, Sıradışı Bir Jön Türk: Ubeydullah Efendi’nin Amerika Hatıraları, İstanbul 1989; Vatan Müdâfiilerine, [baskı yeri ve tarihi yok], s. 63; Bulgaristan’da Türk Basını, [baskı yeri ve tarihi yok], s. 71; Sabih Alaçam, “Sen Klu Vakasının İçyüzü”, Yenigün, 13.5.1939, s. 10; Kudret Sinan [Şemsettin Kutlu], “XIX. Yüzyıl Amerikasında Bir Türk: Ubeydullah Efendi’nin Amerika Hatıraları”, Hayat Tarih Mecmuası, II/ 10, İstanbul 1971, s. 77-82; Dündar Akünal, “Gericiliğin Karşısında Bir Medreseli: Ubeydullah”, Cumhuriyet, 25.10.1987, s. 2.

Ahmet Turan Alkan