3 Mart 2019 Pazar

FAHREDDİN MÜBÂREK ŞAH

فخر الدين مبارك شاه

Lakabı Mübârek Şah olup Fahr-i Müdebbir diye tanınır. Hayatı hakkında pek az bilgi vardır. Baba tarafından Hz. Ebû Bekir, anne tarafından Gazneli Sultan Mahmud’un kayınpederi Bilge Tegin’in soyundan geldiği ileri sürülür. Fahreddin Mübârek Şah büyük bir ihtimalle 552’de (1157) Mültan’da doğdu. Mültan Gurlular’dan Muizzüddin Muhammed b. Sâm tarafından alınınca (582/1186) Mübârek Şah Lahor’a gitti; burada on dört yıl sürecek olan Hz. Peygamber ile aşere-i mübeşşerenin şecereleri üzerindeki araştırmalarına başladı ve bu çalışma sonunda çok sayıda şecere tablosu ortaya çıkardı. 602’de (1206) Lahor’da Muizzüddin Muhammed b. Sâm’la görüşen Fahreddin ona şecere tablolarından söz ettiyse de bu tabloları hükümdara gösterme fırsatını bulamadı. Muizzüddin Muhammed’in öldürülmesi üzerine yerine geçen Delhi sultanlarından Kutbüddin Aybeg (1206-1210) Fahreddin’in eserine büyük ilgi duydu ve kitabın istinsah edilip saray kitaplığına konulmasını emretti. Fahreddin Mübârek Şah VII. (XIII.) yüzyılın ilk çeyreğinde vefat etmiştir. 

Eserleri. 1. Şecere-i Ensâb-ı Mübârek Şâh. Müellifin en meşhur eseri olup adı bizzat kendisi tarafından konulmamıştır. Eser, Gurlular’ın Hindistan’daki ilk haleflerinden söz eden bir mukaddimeden sonra Hz. Peygamber, aşere-i mübeşşere, muhâcirîn, ensar, Kur’an’da adı geçen peygamberler, Gassânîler, Tübba‘ kavmi, İslâm öncesi İran hükümdarları, Emevîler, Abbâsîler, Arap kabileleri, Emevî ve Abbâsî dönemi emîrleri, Tâhirîler, Saffârîler, Sâmânîler, Gazneliler, Gurlular’la ilgili 137 şecereyi ihtiva eder. Fahreddin Mübârek Şah, Arapça ve Farsça şiirler yazan Fahrü’d-devle ve’d-dîn Mübârek Şâh b. Hüseyin el-Merverrûzî ile karıştırıldığı için Şecere-i Ensâb E. Denison Ross tarafından bu ikinci müellifin eseri olarak yayımlanmıştır (London 1927). Merverrûzî şairliği yanında bir astronomi âlimi ve ahlâkçı olarak da tanınmış ve Fahreddin Mübârek Şah’tan önce Şevval 602’de (Mayıs 1206) ölmüştür (İbnü’l-Esîr, XII, 242). 2. Âdâbü’l-ḥarb ve’ş-şecâʿa (Âdâbü’l-mülûk ve kifâyetü’l-memlûk). Harp sanatıyla ilgili olan kitabın mukaddimesinde bir sultanın sahip olacağı özellikler ve devlet adamlarını seçerken dikkat etmesi gereken hususlar anlatılmıştır. Eser Delhi Sultanlığı’nın ilk askerî tarihi olması bakımından değerli bir kaynaktır. Kitapta bu dönemde kullanılan silâhlar, atların eğitimi, hastalıkları vb. konular ayrıntılı bir şekilde ele alınmıştır. Gazneliler’le ilgili on sekiz anekdot İkbâl M. Şefî‘ tarafından İngilizce’ye çevrilmiştir (“Fresh Light on the G̲h̲aznavids”, IC, XII [1938], s. 189-234). Fahreddin bu eserini Delhi sultanlarından İltutmış’a ithaf etmiştir. Ahmed Süheylî Hânsârî tarafından neşredilen kitabı (Tahran 1346 hş.) daha sonra Server Mevlâî de Âʾîn-i Kişver-dârî adıyla yayımlamıştır (Tahran 1354 hş.).

BİBLİYOGRAFYA 
İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, XII, 242-243; Storey, Persian Literature, I/2, s. 1164; Hânbâbâ, Fihrist, I, 48; K. A. Nizami, Religion and Politics in Indian during the Thirteenth Century, Bombay 1961, s. 368-369; a.mlf., Supplement to Elliot and Dowson’s History of India, Delhi 1981, II, 27, 61; M. A. Khan, Some Important Persian Prose Writings of the Thirteenth Century A. D. in India, Aligarh 1970, s. 52-70; E. Denison Ross, “The Genealogies of Fakhr-ud-Dín Mubárak Sháh”, A Volume of Oriental Studies (ed. T. W. Arnold – R. A. Nicholson), Amsterdam 1973, s. 392-413; Iqbal M. Shafī, “Fresh Light on the G̲h̲aznavids”, IC, XII (1938), s. 189 vd.; Agha Abdus – Sattar Khan, “Fakhr-i Mudabbir”, a.e., XII (1938), s. 397-404; M. S. Khan, “The Life and Works of Fakhr-i Mudabbir”, a.e., LI (1977), s. 127-140; C. E. Bosworth, “Fak̲h̲r-i Mudabbir”, EI2 Suppl. (İng.), s. 284-285.
Bu madde ilk olarak 1995 senesinde İstanbul'da basılan TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 12. cildinde, 87 numaralı sayfada yer almıştır. 

Mübarekşah'ın eseri: 
Ethe, H., “Bodleian Catalogue”, nr. 97, Ousely 83, 84 (H.S.) 958. The Geneaologies of Fakhrud-Dín Mubárak Sháh

Ayrıca bakınız: 

ek

Cabir Bin Hayyan
Fergani
Gazalî
Gıyâseddin Cemşîd
Harezmî
İbn-i Türk
Tusi (Nasîrüddin Tûsî)
Ömer Hayyam
Razi
Zemahşerî

18 Eylül 2017 Pazartesi

SÜLEYMAN NAZİF

(1869-1927)

II. Meşrutiyet dönemi şairi, yazar ve gazeteci.

Diyarbekir’de doğdu; birçok âlim, şair ve devlet adamı yetiştiren köklü bir aileye mensuptur. Divan şiiri tarzında manzumeleri, Mîzânü’l-edeb adlı belâgat kitabı ile Mir’âtü’l-iber adlı on ciltlik tarihi bulunan Diyarbekirli Mehmed Said Paşa’nın oğlu ve Servet-i Fünûn devri şairlerinden Faik Âli Ozansoy’un ağabeyidir. Devrinde kitâbet ve inşâsıyla tanınan büyük babasının adı da Süleyman Nazif’tir. Büyük dedesi ise yine döneminin ediplerinden İbrâhim Cehdî’dir. Annesi Ayşe Hanım’ın ataları Akkoyunlu Devleti’ne mensup Hindî adlı bir Türk aşiretinin reisleridir.

Düzenli bir tahsil hayatı olmayan Süleyman Nazif ilk öğrenimine babasının görevli olarak bulunduğu Harput’ta başladı; bir süre Diyarbekir Rüşdiyesi’ne devam etti. Mardin’de kaldıkları sırada başta babası olmak üzere Abdülkerim Sâbit ve Adliye müfettişi Ferid Bey’den tarih, mantık, gramer ve edebiyat, bir Ermeni papazdan Fransızca ve Muş müftüsünden Arapça dersleri aldı. Daha küçük yaşta iken Nâmık Kemal ile Abdülhak Hâmid’in (Tarhan) eserlerini okuduğu gibi Mardin’de evlerindeki sohbetler sayesinde kültürünü genişletme imkânı buldu. Babasının Mardin’de vefatı üzerine Diyarbekir’e döndü (1891). Burada Vali Sırrı Paşa’nın aracılığıyla Muş Reji Müdürlüğü’nde, Mardin ve Diyarbekir İdare Meclisi’nde çalıştı.

Diyarbekir’de Vilâyet Matbaası müdürlüğü yaparken vilâyet gazetesinde başyazılar yazmaya başladı. O sırada Diyarbekir ve çevresinde meydana gelen Ermeni ayaklanması dolayısıyla yazdığı telgrafta kullandığı ifade tarzı ve üslûbu ile olayları yerinde incelemeye gelen Kölemen Abdullah Paşa’nın dikkatini çekti ve onun kâtibi olarak Musul’a gitti (1895). Ertesi yıl görevinden istifa edip İstanbul’a geldi. Şubat 1897’de Jön Türkler’e katılmak hevesiyle gittiği Paris’te onların lideri Ahmed Rızâ’nın çıkarmakta olduğu Meşveret gazetesinde istibdat rejimi ve II. Abdülhamid aleyhinde oldukça ağır ifadeler taşıyan yazılar yayımladı. Bir yandan Ahmed Rızâ ile aralarındaki anlaşmazlığın büyümesi, diğer yandan saray tarafından verilen bazı teminatlar karşılığında Jön Türk mücadelesinin durdurulması üzerine Ekim 1897’de İstanbul’a döndü. Padişah kendisini vilâyet mektupçuluğu ile Bursa’da ikamete memur etti. Burada yaklaşık on iki yıl kaldı ve bu süre içinde büyük dedesinin adı olan İbrâhim Cehdî takma adıyla Servet-i Fünûn’da çoğu sone tarzında manzumelerle Edebiyât-ı Cedîde mensubu şair ve yazarların sanat anlayışı doğrultusunda yazılar kaleme aldı.

1908’de II. Meşrutiyet’in ilânından sonra Konya’ya nakledilmek istenince istifa ederek İstanbul’a döndü ve fiilen gazeteciliğe başladı. 1909 yılından itibaren Ebüzziyâ Tevfik’in çıkardığı Yeni Tasvîr-i Efkâr’da İttihat ve Terakkî iktidarını ağır bir dille eleştiren yazıları yüzünden İstanbul’dan uzaklaştırılarak Basra (1909), Kastamonu (1910), Trabzon (1911), Musul (1913) ve Bağdat (1914) valilikleriyle görevlendirildi. 1912’de Hak gazetesinde siyasî yazılar yayımladı. Altı ay kadar kaldığı Bağdat valiliğinden İstanbul’a döndü ve kendisini tamamen gazeteciliğe verdi. 1918’de Cenab Şahabeddin’le birlikte Hâdisât gazetesini çıkarmaya başladı. Anadolu’da Millî Mücadele hareketinin başlamasında büyük rolü bulunan Müdâfaa-i Hukuk Cemiyeti’nin kurulmasına ön ayak oldu (Aralık 1918). 9 Şubat 1919’da İtilâf orduları başkumandanı Franchet d’Esperey’nin İstanbul caddelerinde at üstünde muzaffer bir eda ile dolaşması ve azınlıkların küstahlıkları üzerine sansür engelini aşarak “Kara Bir Gün” adlı meşhur makalesini yayımladı. 23 Ocak 1920 günü Pierre Loti için düzenlenen anma toplantısında yaptığı konuşma dolayısıyla şehri işgal eden İngilizler tarafından yakalanarak Millî Mücadele’yi destekleyen bir kısım arkadaşıyla birlikte Malta’ya sürüldü ve orada yirmi ay kadar kaldı. O zamana kadar Edebiyyât-ı Umûmiyye Mecmuası, Hazîne-i Fünûn, İctihad, İleri, Ma‘lûmât ve Mecmûa-i Ebüzziyâ gibi gazete ve dergilerde yazılar kaleme alan Süleyman Nazif, Ekim 1921’de İstanbul’a döndükten sonra Peyâm-ı Sabah, Resimli Gazete ve Yarın gibi gazetelerde yazdığı siyasî ve edebî yazılarla güç şartlar altında hayatını sürdürmeye çalıştı. Son yılları maddî sıkıntılarla geçti ve 4 Ocak 1927’de öldü, kabri Edirnekapı Mezarlığı’ndadır.

Servet-i Fünûn dönemi şairleri arasında yer alan, Sa‘dî-i Şîrâzî, Örfî ve Sully Prudhomme gibi şairleri beğenen Süleyman Nazif’in ferdî ıstırap, aşk ve tabiat konulu manzumelerinde hüzünlü, içine kapanık ve ümitsiz bir hava hâkimdir. Sosyal içerikli ve millî özellikler taşıyan şiirlerinde ise Servet-i Fünûncular’dan büyük ölçüde ayrılmaktadır. Bu şiirlerinde Tanzimat dönemi şair ve yazarları gibi Türk toplumunun çeşitli problemlerine dikkat çekmiş, 1908’den sonra yazdığı eserlerinde millî ve vatanî konulara geniş biçimde yer vermiştir. Süleyman Nazif, karakter bakımından benzerlikler taşıdığı Nâmık Kemal’in edebiyatta bir takipçisi gibidir. Yüksek bir heyecan ve hitabet özelliği taşıyan nesirleri ise Victor Hugo’nun ve yine Nâmık Kemal’in büyük ölçüde tesiri altındadır.

Edebî ve siyasî mahiyette birçok makale kaleme alan Süleyman Nazif, farklı üslûbuyla son devir Osmanlı Türkçesi’nin en başarılı örneklerini ortaya koymuştur. Yahya Kemal Beyatlı, “Nazif münşî doğmuştu” derken Ahmed Hâşim onu “kelimelerin serdarı” diye nitelemiştir. Mehmet Kaplan, zamanla yeknesak bir hal alan Türk nesri üzerinde şuurlu bir şekilde ilk defa onun düşündüğünü ve bu nesri değiştirmek için bazı imkânlar sağladığını belirtmiştir. Polemikçi bir yanı da bulunan Süleyman Nazif, İskilipli Âtıf Hoca ile oruç konusunda bir tartışmaya girişmiş, söylediklerine pek itibar edilmeyince “İmana Tasallut” adlı makalesiyle onu eleştirmiştir (Son Telgraf, 5 Teşrînisâni 1340/1924). Burada Âtıf Hoca’nın Frenk Mukallitliği ve Şapka adlı eserindeki (İstanbul 1924) görüşlere karşı çıkmış, Âtıf Hoca’nın şapka inkılâbından sonra idam edilmesi üzerine töhmet altında kalmıştır.

Süleyman Nazif, Hz. İsa’ya Açık Mektup’ta Haçlı zihniyetinin işlediği bütün suç ve cinayetleri Hz. Îsâ’ya şikâyet tarzında dile getirirken Kâfir Hakikat adlı eserinde Fas’taki Haçlı zulmüne duyulan büyük öfke ve isyanı yansıtmaktadır. Sadece Türkiye’de yaşayan hıristiyanlardan değil müslümanlardan da büyük tepki gören Hz. İsa’ya Açık Mektup çeşitli tartışma ve davalara konu olmuş, eser aynı yıl içinde üç defa basılmıştır. Ayrıca Edebiyyât-ı Umûmiyye Mecmuası’nın 1918 yılındaki sayılarında (nr. 50-63, 72) Fars şiirinin Türk şiirine tesiri ve bunun sebepleri hakkında uzun karşılaştırma ve değerlendirmeleri bulunmaktadır.

Süleyman Nazif’in çoğu İstanbul’da basılmış olan eserleri şunlardır: Gizli Figanlar (şiir, Kahire 1906), Firâk-ı Irâk (manzum-mensur karışık, 1918), Malta Geceleri (şiir, 1924), Bahriyelilere Mektup (Cenevre 1897; Kahire 1908), Ma‘lûmu İ‘lâm (Paris 1897; Kahire 1908), Elcezire Mektupları (Cenevre 1897; Kahire 1906), Boş Herif (1910), İki İttifakın Tarihçesi (1914), Batarya ile Ateş* (1917; yeni harflerle 1969, 1978), Mektuplar (1916), Âsitâne-i Târîhte: Galiçya (İstanbul 1919; yeni harflerle 1971), Mehmed Âkif (İstanbul 1919, 1924; yeni harflerle 1971), Hitâbe (1920), Tarihin Yılan Hikâyesi (1922), Lutfi Fikri Bey’e Cevap (1922), Nâmık Kemal (1922), Çal Çoban Çal (1923), Nâsırüddin Şah ve Bâbîler (1923), Hazret-i İsa’ya Açık Mektup (1924), Çalınmış Ülke (1924), Âbide-i Şühedâ (1925), İki Dost (1925), Fuzûlî (1926), İmana Tasallut-Şapka Meselesi (1926), Kâfir Hakikat (1926), Yıkılan Müessese (1927). Ayrıca Victor Hugo’nun Bir Mektubu (Bursa 1908), Lübnan Kasrının Sahibesi (İstanbul 1926, P. Benoit’dan) adlı tercümeleriyle Külliyyât-ı Ziyâ Paşa (1924) derlemesi bulunmaktadır.

BİBLİYOGRAFYA:

Ruşen Eşref [Ünaydın], Diyorlar ki, İstanbul 1334, s. 111-133; İbrahim Alâettin [Gövsa], Süleyman Nazif, İstanbul 1933; İbnülemin, Son Asır Türk Şairleri, s. 1118-1136; Şükrü Kurgan, Süleyman Nazif: Hayatı, Sanatı, Eserleri, İstanbul 1955; Hilmi Yücebaş, Süleyman Nazif’ten Hatıralar, İstanbul 1957; Sami N. Özerdim, Süleyman Nazif, Ankara 1958; Mehmet Kaplan, Şiir Tahlilleri I: Tanzimattan Cumhuriyete Kadar, İstanbul 1969, s. 120-123; Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Gençlik ve Edebiyat Hatıraları, Ankara 1969, s. 213-235; Kenan Akyüz, Batı Tesirinde Türk Şiiri Antolojisi, Ankara 1970, s. 387-394; Şevket Beysanoğlu, Doğumunun 100. Yılında Süleyman Nazif (Hayatı, San’atı, Eserlerinden Seçmeler), Ankara 1970; a.mlf., Diyarbakırlı Fikir ve Sanat Adamları, Ankara 1997, II, 189-227; İsmet Binark - Necmettin Sefercioğlu, Doğumunun Yüzüncü Yıldönümü Münasebetiyle Süleyman Nazif Bibliyografyası, Ankara 1970; M. Türker Acaroğlu, Açıklamalı Süleyman Nazif Kaynakçası, Ankara 1987; Şuayb Karakaş, Süleyman Nazif, Ankara 1988; İnci Enginün, Yeni Türk Edebiyatı: Tanzimat’tan Cumhuriyet’e (1839-1923), İstanbul 2006, s. 115-120; Beşir Ayvazoğlu, 1924-Bir Fotoğrafın Uzun Hikâyesi, İstanbul 2006, tür.yer.; Alim Yıldız, “Süleyman Nazif’e Göre İran Edebiyatının Edebiyatımıza Tesiri”, Cumhuriyet Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi, VIII/1, Sivas 2004, s. 159-201; Muhammet Gür, “Süleyman Nazif”, TDEA, VIII, 66-69.

Muhammet Gür   
TDA

Süleyman Nazif
Servetifünun Edebiyatında şiir ve nesir alanında eserleriyle tanınan Süleyman Nazif, Doğu ve Batı edebiyatlarına hâkimdir. Hem şiir hem de nesir alanında Namık Kemal ekolünün en önemli temsilcisidir. Servetifünun’a bağlı olduğu zamanlar, “sanat sanat içindir” görüşüne uyarak yazdığı şiirlerinde, hüzünlü duygular ve hayallerini işledi. Meşrutiyet sonrası kullandığı nesir; dil ve üslupça Servetifünun’dan gelen özelliklerin devam ettirilmesi ve geliştirilmesiyle oluşmuştur.
Nesrinde fikir ve bilgi kuvvetiyle iradenin mantıki bir düzen içinde seyrini görmek mümkündür. Ancak fikirlerinin kökleri daima hisleri ve heyecanlarıdır. Fikirleri, zamanla ve içinde bulunduğu ruh durumuna göre şekil aldığından, yazılarında, birbirine zıt fikirlere rastlanır.
Süleyman Nazif’in edebî hayatında en parlak dönem, Meşrutiyet yılları sonrasıdır. Devletin ve milletin uğradığı büyük felaketlere ve haksızlıklara isyan eden, engin bir vatan ve millet sevgisiyle yüklü eserler ortaya koyar. Bu dönemdeki eserlerinde Namık Kemal’in vatan, özgürlük ve adalet temalarını işleyen sanatçı, konuşmaları ve yazıları yüzünden Malta’ya sürgüne gönderilir.
Kısaca özetleyecek olursak;
  • Servetifünun topluluğuna katıldıktan sonra bireysel konuları işlemiştir.
  • 1908’den sonra ise toplumsal konuları işlemiştir, “toplum için sanat” anlayışını benimsemiştir.
  • İtilaf Devletleri tarafından İstanbul’un işgal edilmesi üzerine “Kara Bir Gün” adlı yazısının yayımlanmasından dolayı Malta’ya sürülmüştür.
  • Daüssıla şiirinde milli duyguları ve ıstırapları anlatmıştır.
  • Malta’da sürgündeyken yazdığı “vatan” konulu şiirleriyle ünlenmiştir.
  • Şiirlerinde Namık Kemal’i örnek alan sanatçı, toplumcu bir anlayışa sahiptir.
  • Eserlerinde vatan, millet, hürriyet konularını işlemiştir.
Eserleri

  • Şiir: Gizli Figanlar, Firak’ı Irak
  • Şiir-Nesir: Batarya ile Ateş, Malta Geceleri
  • Makale: Çal Çoban Çal, Malum-ı İlam, Tarihin Yılan Hikâyesi
  • Monografi: Namık Kemal, Mehmet Akif, Fuzuli
https://www.edebiyatogretmeni.org/suleyman-nazif/

Necip Âsım Bey (Yazıksız)

NECİP ÂSIM YAZIKSIZ

(1861-1935)

Türkiye’deki ilk Türkçüler’den, Türk tarih ve dil âlimi.

29 Aralık 1861’de Kilis’te doğdu. O çevrede Balhasanoğulları diye tanınan bir sipahi ailesinden gelmektedir. İlk ve orta öğrenimini memleketinde tamamladı. 1875’te Şam Askerî İdâdîsi’ne kaydoldu; bir süre sonra kaydını Kuleli Askerî İdâdîsi’ne aldırdı. 1879’da Mekteb-i Harbiyye’ye girdi, 1881’de mülâzım-ı sânî rütbesiyle buradan mezun oldu. İstanbul’da çeşitli askerî rüşdiyelerde ve Mekteb-i Harbiyye’de Fransızca, Türkçe ve tarih muallimliği yaptı. 1913 yılında miralaylıktan emekliye ayrılınca Maarif Nezâreti tarafından Dârülfünun’a Türk tarihi ve Türk dili müderrisi tayin edildi. 1927’de Erzurum mebusu olarak Büyük Millet Meclisi’ne girdi. 12 Aralık 1935’te İstanbul’da vefat etti. Mezarı Sahrâyıcedid Kabristanı’ndadır.

Necip Âsım, daha Şam İdâdîsi’nde okuduğu sırada Suriye’de bazı çevrelerde Türkler’e karşı takınılan menfi tavır onda millî şuurun erken yaşta uyanmasında etkili olmuştur. Kuleli Askerî İdâdîsi’nde talebe iken gidip geldiği Ahmed Midhat Efendi’nin Beykoz’daki evinde Veled Çelebi (İzbudak), Şemseddin Sâmi, Emrullah Efendi ve Fuad (Köseraif) gibi devrin Türkçüler’iyle tanışmış, ilk yazılarını Ahmed Midhat Efendi’nin Tercümân-ı Hakîkat gazetesinde yayımlamıştır. 1895’ten itibaren, devrin önde gelen Türkçü yazarlarının toplandığı İkdam gazetesinde yazılar yazmaya başlayan Necip Âsım’a Veled Çelebi ile birlikte, “Türk” kelimesini o dönemde kullanılan imlânın aksine “vav” ile yazdıklarından dolayı “Vavlı Türk” lakabı verilmişti. Daha sonra Maârif, Ma‘lûmât, Mekteb ve Servet-i Fünûn gibi dergilerde “Lisan Bahisleri”, “Dilimize Hizmet” ve “Dilimiz” gibi başlıklar altında neşrettiği yazılarında bir yandan Türkçe’nin sadeleşmesini savunurken öte yandan dildeki yabancı terkiplerin çözülmesini ve biri Osmanlıca, diğeri Türkçe iki ayrı lugat hazırlanmasını teklif etmiştir. Ancak devrindeki bir kısım Türkçüler’den farklı şekilde tasfiyeci olmayan Necip Âsım, çeşitli yazılarında asıl amacının Türkçe’nin de medenî dünya dilleri arasında belli bir yeri bulunduğunu ispat etmek ve ülkede herkesin yazdığını anlayacak bir dil kullanmasını sağlamak olduğunu söyler.

1908’de II. Meşrutiyet’in ilânından sonra Türk Derneği’nin kurucuları arasında yer almış, ardından derneğin başkanlığına getirilmiştir. Aynı yıllarda Türk Yurdu, Bilgi Mecmuası, İctihâd, Dârülfünun Edebiyat Fakültesi Mecmuası, Anadolu Mecmuası, Millî Tetebbûlar Mecmuası ile Türk Tarih Encümeni Mecmuası’nda Türk dili tarihiyle ilgili bazı makaleler yayımlamış ve Osmanlı Türkçesi’nin grameri üzerinde çalışmalar yapmıştır. Bir süre Anadolu diyalektolojisiyle de meşgul olan Necip Âsım, Macarlar’ın Peşte’de çıkardığı Keleti Szemle dergisinde Balhasanoğlu ve Balkanoğlu imzasıyla bu konuda Fransızca incelemeler neşretmiştir.

Necip Âsım, En Eski Türk Yazısı adıyla yayımladığı eserinde rünik Türk alfabesini tanıtmıştır. Ayrıca Orhun Âbideleri’nin metnini ve tercümesini neşretmiş, Eski Savlar adlı kitabıyla Türk atasözleri üzerinde durmuştur. Süleymaniye Kütüphanesi’nde Atebetü’l-hakāyık’ın Uygur ve Arap harfleriyle istinsah edilmiş bir nüshasını bularak eseri ilim âlemine tanıtmış ve bir önsöz ilâvesiyle yayımlamıştır. Ardından Kilisli Rifat (Bilge) aynı kütüphanede eserin bir başka nüshasını tesbit edince Necip Âsım her iki nüshayı karşılaştırıp aralarındaki farkları ortaya koymuş ve Hibetü’l-hakāyık adıyla yayımlamıştır.

Bunların yanında Necip Âsım genel dilbilimi ve özellikle Ural-Altay dilleriyle de uğraşmıştır. Ayrıca Târîh-i Osmânî Encümeni üyesi sıfatıyla Türk tarihi üzerinde incelemeler yapmış ve büyük bir eserin ilk cildi olarak, Osmanlı Devleti öncesi Türk tarihini içine alan Osmanlı Târihi’ni yayımlamıştır (Mehmed Ârif’le birlikte). Bu çalışmasında Léon Cahun’un Introduction à l’histoire de l’Asie. Les turcs et les mongoles adlı eserinden (Paris 1896) büyük ölçüde faydalanmış, aynı yazarın La Bannière blue. Aventures d’un musulman, d’un chrétien et d’un païen à l’époque des croisades et de la conquête des mongoles (Paris 1876) adlı romanını da Gök Sancak adıyla Türkçe’ye çevirmiştir.

Necip Âsım aynı zamanda Dârülfünun’da Türkoloji’yi kuran kişi kabul edilmektedir. Onun Türk dili alanında yaptığı çalışmalar Türkiye dışında da takdir edilmiş ve bu münasebetle kendisine 1892’de Chicago Sergisi’nde bir madalya ile bir diploma verilmiş, 1895’te Paris’teki Société Asiatique’e üye seçilmiştir. Necip Âsım, Türk Dil Kurumu saflarına da katılmış ve ölümüne kadar burada çalışmalarına devam etmiştir.

Eserleri. Ziyâ ve Harâret (İstanbul 1304); Güvercin Postası (İstanbul 1305, askerlikle ilgili); Ferîd (İstanbul 1306, Fransızca’dan çeviri); Yeni Tertip Muhtasar Osmanlı Sarfı (İstanbul 1306, 1308); Ev Kızı (İstanbul 1307, çocuklar için faydalı bilgiler); Muhtasar Osmanlı Nahvi (İstanbul 1308); Lugat-ı İlmiyye ve Fenniyye (İstanbul 1308, Hasan Tahsin’le birlikte); Osmanlı Sarfı (İstanbul 1310, 1313); Sitler (İstanbul 1310; İskitler’le ilgili); Mükemmel Sarf ve Nahv-i Osmânî (İstanbul 1311); Ural ve Altay Lisanları (İstanbul 1311); Lugat-ı Musâhabet (İstanbul 1311); Kitap (İstanbul 1311; kitap sevgisinden, kitabın meydana gelmesi için gerekli olan şeylerden, yazı, kâğıt, kitapçılık ve kütüphane gibi konulardan bahseder; haz. Türker Acaroğlu, İstanbul 1992 [sadeleştirilmiş]); En Eski Türk Yazısı (İstanbul 1315; Vilhelm Thomsen ve F. W. Radloff’un jübileleri şerefine, Pek Eski Türk Yazısı adıyla 2. bs. 1327); Türk Tarihi (İstanbul 1316); İlm-i Lisân (İstanbul 1327); Gök Sancak (İstanbul 1327, L. Cahun’dan çeviri); Millî Aruz (İstanbul 1329); Hibetü’l-hakāyık (İstanbul 1334); Osmanlı Târihi (İstanbul 1335, Mehmed Ârif’le birlikte); Eski Savlar (İstanbul 1338); Orhun Âbideleri (İstanbul 1340); Bektâşî İlmihâli (İstanbul 1343); Celâleddîn-i Harzemşah (İstanbul 1934, A. Nesevî’nin Moğol istilâsına dair eserinin çevirisi).

BİBLİYOGRAFYA:

Agâh Sırrı Levend, Türk Dilinde Gelişme ve Sadeleşme Evreleri, Ankara 1972, tür.yer.; A. Y., “Necib Âsım Bey”, TY, II (1328), s. 624-626; Faruk K. Timurtaş, “Büyük Türkçü Necip Âsım Yazıksız”, a.e., II/291 (1960), s. 46-48; Hamdullah Suphi Tanrıöver, “Necip Asım Bey”, a.e., VI/336 (1967), s. 3-4; A. Dilâçar, “İlk Dilcilerimizden: Necip Âsım Balhasanoğlu-Yazıksız”, TDl., XIX/210 (1969), s. 805-807; Himmet Uç, “Necip Âsım Bey”, Türk Dünyası Tarih Dergisi, V/54, İstanbul 1991, s. 26-28; Ahmet Yüksel, “Necip Âsım’ın Yazık Edilen ‘Kitab’ı”, Kebikeç, I/1, Ankara 1995, s. 83-90; Hasan Eren, “Necip Asım”, TA, XXV, 170; “Yazıksız, Necip Âsım”, TDEA, VIII, 572-573.

Abdullah Uçman   
TDA

Bursalı Mehmet Tahir

Bursalı Mehmet Tahir

asker, yazar, siyaset adamı



Sultan Abdülmecid Han devri ordu mensuplarından Üsküdarlı Seyyid Muhammed Tâhir Paşanın torunudur. Babası Rifat Beydir. 22 Kasım 1861 târihinde Bursa’nın Yerkapı Mahallesinde doğdu. İlk tahsilini evlerinin yanındaki kârgir mektepte yaptıktan sonra Mülkiye Rüştiyesine girdi. Rüştiyede talebeyken Haraççıoğlu Medresesi hocalarından Niğdeli Hoca Ali Efendiden dînî ve Arabî dersler okudu. Babası Rifat Bey 1877-78 Osmanlı-Rus Harbinde şehid oldu. Bu sırada Mülkiye Orta Mektebini birincilikle bitiren Mehmed Tâhir, Askerî Liseye kaydoldu. Askerî Liseyi başarıyla bitirdikten sonra Mekteb-i Harbiyeye (Kara Harb Okulu) girdi. Harbiye’de okurken tasavvufa karşı ilgi duyup Halvetî-Rufâî tarîkatı şeyhlerinden Kemâleddîn Efendiye bağlandı. 1881 senesinde Harbiyeyi bitirdikten sonra teğmen rütbesiyle Manastır Askerî Rüştiyesi coğrafya ve hendese (geometri) öğretmenliğine tâyin edildi. 1884’te üstteğmen, 1888’de yüzbaşılığa yükseldi. 1895 senesinde Üsküp Askerî Rüştiyesi Coğrafya öğretmenliğine naklolundu. 1896 senesinde Kolağası rütbesine terfi ettirilerek Manastır Askerî Rüştiyesi Müdürlüğüne getirildi. 1902 senesinde Selânik Askerî Rüştiyesi Müdürlüğüne nakledildi. 1903’te binbaşılık rütbesine yükseldi.

Selânik’te bulunduğu sırada, Sultan İkinci Abdülhamid Hanı tahttan indirmek ve dış düşmanlarla birlikte hareket ederek Osmanlı Devletini yıkmak için çalışan İttihat ve Terakki Cemiyetine girdi. Rumeli’deki subayların arasında gelişen Genç Osmanlılar hareketine katıldı. Vatan ve Hürriyet Cemiyetine de üye oldu. Asıl vazifesi dışındaki siyâsî hareketlere katıldığı için Selânik Askerî Rüştiyesi Müdürlüğünden alındı. Bir müddet sonra kendisini sevenlerin himâye ve arabuluculuğuyla Manisa Alaşehir Alayı Birinci Tabur Kumandanlığına naklolundu. Buradan da İzmir Fırka Divan-ı Harp Âzâlığına tâyin edildi ve tedkik memurluğu vazifesi yaptı. Kaymakam (Yarbay)rütbesindeyken ordudan emekli oldu.

İkinci Meşrutiyetin îlânından önce İttihatçıların hareketlerine faal bir şekilde katılan Mehmed Tâhir Bey, Meşrûtiyetin îlân edilmesinden sonra Bursa Mebusu (millet vekili) seçilerek Mebusan Meclisine girdi. Ancak yaptığı bir devre milletvekilliği sırasında, Sultan İkinci Abdülhamîd Hana karşı cephe alanların aldatılmış veya devlet düşmanı olduklarını görerek siyâsî hayattan çekildi. Türkçülük fikrini harâretle savunan kimseler arasında yer aldı. Türk Derneği, Türk Yurdu, Sırât-ı Müstakîm (Sonradan Sebîlür-Reşâd), İslâm Mecmuası gibi dergi ve gazetelerde yazı yazdı. Türk Derneğinin asil üyesi, Târih-i Osmânî Encümeninin de yardımcı üyesi olarak vazife yaptı. Umûmiyetle kitabiyat ve hal tercümeleriyle alâkalı makâleler ve eserler yazdı. Askerî ve siyâsî kişiliğinden ziyâde bu sahada yazdığı eserleriyle dikkati çeken Mehmed Tâhir Bey, 28 Ekim 1924’te İstanbul’da vefât etti. Üsküdar’da Aziz Mahmud Hüdâî Efendi Câmii yanındaki kabristana defnedildi.

ESERLERİ:

Bursalı Mehmed Tâhir Beyin basılmış ve basılmamış birçok eseri, bibliyoğrafya ve biyoğrafi sahasında önemli kaynaklardır.

Basılmış olan eserlerinden bazıları şunlardır:

1) Osmanlı Müellifleri: Eserlerinin en mühimi olan bu kitap on iki senelik bir inceleme ve araştırma neticesinde meydana gelmiştir. İçerisinde 1600’ü aşkın âlim, şâir ve evliyâ zâtın hal tercümesi anlatılmıştır. Üç cilttir.
2) Türklerin Ulûm ve Fünûna Hizmetleri, 

3) Terceme-i Hal ve Fezâil-i Şeyh-i Ekber Muhyiddîn Arabî, 
4) Müverrihîn-i Osmâniyeden Âli ve Kâtib Çelebi’nin Terceme-i Halleri, 
5) Aydın Vilâyetine Mensûb Meşâyıh, Ulemâ, Şuarâ, Müverrihîn ve Etibbânın Terâcim-i Ahvâli, 
6) Müntehebât-ı Masârî’ ve Ebyât, 
7) Delîlü’t-Tefâsir, 
8) Kırım Müellifleri, 
9) Meşâyıh-i Osmâniyeden Sekiz Zâtın Terâcim-i Ahvâli, 
10) Ulemâ-i Osmâniyeden Altı Zâtın Terâcim-i Ahvâli, 
11) Hacı Bayrâm-ı Velî, 
12) Siyâsete Müteallik Âsâr-ı İslâmiyye.

DEMİRCİ KMEHMET EFE


NAZİLLİ’NİN PİRLİBEY KASABASI’NDA DEMİRCİLİK YAPAN SÜLEYMAN USTA’NIN OĞLU OLAN DEMİRCİ MEHMET EFE 1885 YILINDA KARACASU’DA DÜNYAYA GELMİŞTİR, SİYAH GÖZLÜ. 1.75 BOYUNDA İDİ, ASKERLİĞİNİ YAPARKEN ERMENİ YÜZBAŞI MIGIRDİÇ İLE YAHUDİ LEVİ’NİN ŞİMŞEKLERİNİ ÜZERİNE ÇEKMİŞ. BUNLARIN SÜREKLİ BASKISI ÜZERİNDE OLMUŞTUR, O ZAMANLAR HACI GAVRİL İSMİNDEKİ ARKADAŞI İLE NAZİLLİ’NİN ASMALI MEYHANESİ’NDE İÇKİ İÇEN DEMİRCİ KAVGA ETMİŞLER. DEMİRCİ HACI GAVRİL’İ PATAKLAMIŞ, GÜZELKÖY’E KADAR DA ARKASINDAN KOŞTURMUŞ. BU OLAYDAN SONRA AYNI YERDE ASKER OLAN HACI GAVRİL İZMİR’E GİDİNCE MIGIRDİÇ’E DEMİRCİ’NİN İKİDE BİR FİRAR EDİP NAZİLLİ’YE KAÇTIĞINI VE ASMALI MEYHANE’DE KAFAYI BULDUĞUNU ANLATMIŞ. DÖNÜŞÜNDE MIGIRDİÇ’TEN DAYAK YİYEN DEMİRCİ ONU YARALAYIP NAZİLLİ’YE GELMİŞ, HACI GAVRİL’İ DE ÖLDÜRMÜŞ. EVİNDEN SİLAHLARINI ALIP DAĞA ÇIKMIŞ, BİR HAFTA DAĞLARDA DOLAŞMIŞ. PİRLİBEY’E GELDİĞİNDE BABASI ELİNE BİR MEKTUP VERİP O ZAMANLARIN ÜNLÜ EFESİ ÇAKICI MEHMET EFE’YE ÖDEMİŞ’E YOLLAMIŞ. ÇAKICI MEKTUBU OKUMUŞ AMA DEMİRCİ’Yİ ÇOCUK BULMUŞ, ONU FATA (GÖKÇEN) BUCAĞINA ÖDEMİŞ’Lİ BİR TANIDIĞI İLE İMAMIN YANINA MÜEZZİN OLARAK VERDİRMİŞ. DEMİRCİ BURADA 5 AY FALAN KOLTUĞUNUN ALTINDA KUR’ANI KERİM’LE HOCALIK VE MÜEZZİNLİK YAPMIŞ. BU ARADA ÇAKICI KARINCALIDAĞ’DA VURULMUŞ, DEMİRCİ’DE YANIK HALİL İBRAHİM EFE’NİN YANINA KIZAN OLARAK GİRMİŞ. ÖNCELERİ YANIK HALİL İBRAHİM EFE’NİN ADAMLARI DEMİRCİ İÇİN ’KIZAN OLMAK KİM, BU ŞEHİR EVLADI KİM ?’ BU YAPSA YAPSA NAZİLLİ’DE ŞERBETÇİLİK YAPAR, DAĞDA CAKA SATACAĞINA PAZARDA SÜT YOĞURT SATSA DAHA İYİ EDER.’ DERLERMİŞ. DEMİRCİ BUNLARIN HEPSİNİ BİR MÜSADERE SIRASINDA KURTARINCA YANIK HALİL İBRAHİM EFE ’GÖRDÜNÜZ ANALAR NELER DOĞURUYOR, BANA DİYECEK LAF KALMADI GAYRİ. ÖLÜRSEM VASİYETİM OLSUN, EFENİZ BUNDAN BÖYLE BEN DEĞİLİM, AHA BUDUR..’ DEMİŞ.DEMİRCİ 23 YAŞINDAN 36 YAŞINA KADAR BU YÖRELERDE EFELİK YAPMIŞ, KARINCALIDAĞ’I KENDİSİNE MESKEN TUTMUŞ. 36 YAŞINDA YURDU DÜŞMAN İŞGAL EDİNCE 49 KİŞİ İLE BİRLİKTE ’NAZİLLİ KUVAYİ MİLLİYE TEŞKİLATI’NI KURMUŞ VE İCRA KUVVETİ NEDENİ İLE KUMANDAN TAYİN EDİLMİŞ. BİRDE NAMINA ’AYDIN VE HAVALİSİ UMUM KUMANDANI DEMİRCİ MEHMET EFE’ DİYE MÜHÜR KAZDIRILMIŞ. YUNAN İŞGALİNE KARŞI KURULAN İLK VE EN BÜYÜK CEPHE OLAN KÖŞK CEPHESİ’Nİ UZUN SÜRE AYAKTA TUTMUŞTUR. BU CEPHEYİ AŞAMIYAN YUNAN KUVVETLERİ İNGİLİZ-FRANSIZ-İTALYAN’LARI DEVREYE SOKMUŞ VE İNGİLİZ AMİRAL HEK, FRANSIZ GENERAL BİNOZE VE İTALYAN GENERAL DALOPYE’DEN KURULU ASKERİ HEYET DEMİRCİ’NİN KARARGAHINI ZİYARET ETMİŞLER. KONUŞMA ESNASINDA MİSAFİRLERİNE ARMUT İKRAM ETMEK İSTEYEN DEMİRCİ KIZANLARINDAN BİRİSİNİN TEPSİ ALARAK ARMUT AĞACININ ALTINA GEÇMESİNİ İSTEMİŞ. DAHA SONRA HER ATTIĞI KURŞUNLA BİR ARMUDU TEPSİYE DÜŞÜREREK MİSAFİRLERİNE İKRAM ETMİŞTİR. BU GÖRÜŞMELERDEN SONUÇ ALAMIYAN HEYET İSTANBUL HÜKÜMETİNİ SIKIŞTIRMAYA BAŞLAMIŞ, O TARİHE KADAR NAZİLLİ’YE AKLINA GETİRMEYEN PADİŞAH VE SADRAZAMI 4 KİŞİLİK MAİYETİ İLE BİRLİKTE ZAMANIN JANDARMA UMUM KUMANDANI ALİ KEMAL PAŞA’YI İLÇEYE GÖNDERMİŞ. ALİ KEMAL PAŞA KONUŞMA ESNASINDA ’EFE SENİ YANLIŞ YOLA SÜRMÜŞLER, GİTTİĞİN YOL DOĞRU DEĞİL. BIRAK YUNANLILAR GEÇSİN GİTSİN, ONLAR ANLAŞMA İLE GİRİYORLAR.’ DEYİNCE DEMİRCİ BAŞ KIZANI SÖKE’Lİ ALİ’YE ’ALİ SÖK ŞU ADAMIN RÜTBELERİNİ, BUNA TÜRK SUBAYININ RÜTBELERİ YAKIŞMAZ. SAVAŞI KAZANIRSA ONA RÜTBELERİNİ VENİZELOS TAKSIN..’ DEMİŞ VE MAİYETİ İLE BİRLİKTE KENDİLERİNİ HAPSETTİRMİŞTİR. BU VAKIADAN 4 GÜN SONRA NAZİLLİ’Yİ GEZMEK İSTEDİĞİNİ BİLDİREN ALİ KEMAL PAŞA’IN İSTEĞİ DEMİRCİ MEHMET EFE TARAFINDAN UYGUN GÖRÜLMÜŞ VE AHMET EFE NEZARETİNDE NAZİLLİ GEZDİRİLMİŞTİR. BU GEZİ SIRASINDA KURTULUŞ SAVAŞI’NIN HALK TARAFINDAN VERİLDİĞİNE İNANAN PAŞA HACILAR KAVAĞI MEVKİİNDE ÇAY İÇMİŞ, BURADA AHMET EFE’YE ’SİZ NAZİLLİ’DE KÜÇÜK BİR DEVLET KURMUŞSUNUZ. İSTANBUL’A VARMAK NASİP OLURSA GÖRDÜKLERİMİ BİR BİR ANLATACAĞIM, MEĞERSE BİZİ ÇOK FENA ALDATMIŞLAR. BİZİ İSTANBUL’DAN EFELER YUNANLILARI SOYUYOR DİYE GÖNDERMİŞLERDİ, BEN BURADA VATANI İÇİN SAVAŞAN BİR MİLLET GÖRDÜM. HÜKÜMET OLARAK GAFLET İÇİNDE BULUNDUĞUMUZU ŞİMDİ ÖĞRENDİM VE KABUL EDİYORUM..’ DEMİŞTİR. BU OLAYDAN KISA SÜRE SONRA MAİYETİ İLE BİRLİKTE SERBEST BIRAKILMIŞTIR, DEMİRCİ MEHMET EFE BU SAVAŞ ESNASINDA 27 NAMUSLU KADINI KAÇIRIP IRZINA GEÇEN KILLIOĞLU HÜSEYİN ÇETESİ’Nİ BOZDOĞAN’DA AVANESİ İLE VERDİĞİ BİR YEMEK ZİYAFETİ SONRASI İMHA ETMİŞ. MİSAFİR KALDIĞI BURDUR’DA Kİ EVDEN ÇARŞAF ÇALAN BİR KIZANINI TEK KURŞUNLA ÖLDÜRMÜŞTÜR. BİR TÜRLÜ KÖŞK CEPHESİ’Nİ GEÇEMİYEN YUNAN SONUNDA PARA VEREREK ’AYDIN’A DÖN’ BAŞLIKLI BİLDİRİYİ BASTIRMIŞTIR. YİNE BU BİLDİRİYİ PARA VEREREK TÜRKLERE DAĞITTIRMAYA BAŞLAMIŞTIR. BUNLARIN TÜMÜNÜ DE ELE GEÇİREN DEMİRCİ MEHMET EFE BU İŞ KARŞILIĞINDA PARA ALDIKLARINI İTİRAF EDENLERİN HEPSİNİ VATAN HAİNİ OLARAK VASIFLANDIRMIŞ VE CÜMLESİNİ ZEYTİN AĞACINA ASTIRARAK İDAM ETTİRMİŞTİR. ATATÜRK DEMİRCİ MEHMET EFE’Yİ ÇOK SEVERDİ, DEMİRCİ MEHMET EFE 8.000 KİŞİLİK ANZAVUR İSYANI’NI 2.000 EFE İLE BASTIRIP İNGİLİZ PARASI İLE TOPLANAN VE HEPSİ PADİŞAH YANLISI OLAN ’PARALI ASKERLER’İN VATAN HAİNİ OLDUĞUNA KARAR VERDİKTEN SONRA KAÇIP KURTULMALARINA MEYDAN VERMEMİŞ. GÖTÜRDÜĞÜ BİRBİRİNDEN TECRÜBELİ, ATTIĞINI VURAN, UÇANIN VE KAÇANIN KURTULAMADIĞI 2.OOO KESKİN NİŞANCI EFESİ İLE ANZAVUR ORDUSU’NU İMHA ETMİŞTİR. DEMİRCİ MEHMET EFE’NİN GELDİĞİNİ DUYAN ANZAVUR İLE GAVUR İMAM SİLAHLARINI BIRAKIP KAÇMIŞLAR. BUNA RAĞMEN İNGİLİZ YÜK GEMİSİ İLE İSTANBUL’A KAÇAN ANZAVUR AHMET KARAYA ÇIKAR ÇIKMAZ KUVAYİ MİLLİYECİLERİN KURŞUNLARI İLE ÖLMÜŞ.4.KEZ İSYAN ETME FIRSATI BULAMAMIŞTIR, BU OLAYDAN SONRA 400 KİŞİ ATATÜRK’Ü ZİYARET İÇİN ANKARA’YA YOLLANMIŞ. ATATÜRK DEMİRCİ MEHMET EFE’NİN 400 ADAMINI 1 HAFTA ANKARA’DA MİSAFİR ETMİŞTİR.1.000 KİŞİLİK KUVVETİ İLE İTALYANLAR BURDUR’U İSTİLA EDİNCE, DEMİRCİ MEHMET EFE 4 GÜN SONRA 1.200 KİŞİLİK KUVVETİ İLE GECE VİLAYET MERKEZİNE GİRMİŞ. İTALYAN BAYRAĞI’NI GÖNDERE ÇEKİLİ VAZİYETTE GÖRÜNCE VİLAYETTE GÖREVLİ 6 JANDARMADAN 2’SİNİ 4 EFESİ İLE BİRLİKTE O ZAMANLAR DARBAZOĞLU İSİMLİ VALİNİN EVİNE GÖNDERMİŞ. GECE PİJAMASI İLE YATAKTAN KALDIRILAN VALİ SORGU SIRASINDA ’1.000 KİŞİLERDİ, BİR ŞEY YAPAMADIM..’ DEYİNCE DEMİRCİ MEHMET EFE ’ANKARA’YA HABER UÇURMAKTA MI AKLINA GELMEDİ ?’ DİYE VALİYİ FALAKAYA YATIRTMIŞ. KAN REVAN İÇİNDE KALAN VALİYİ KIZANLARI EVİNE GÖTÜRÜP BIRAKMIŞLARDIR. AYNI GECE MAHALLE ARALARINDA DAVUL ZURNA ÇALDIRAN DEMİRCİ MEHMET EFE KENTİ 20.000 EFE İLE SARDIĞINI TELLALLARLA HALKA DUYURMUŞ. İTALYAN BAYRAĞINI DA 2 JANDARMA ERİ İLE KARARGAHA GERİ GÖTÜRTMÜŞTÜR. OLAYDAN KISA SÜRE SONRA DEMİRCİ’NİN YANINA GELEN GENÇ BİR İTALYAN SUBAYI İLE TERCÜMANI SABAHI BEKLEMEDEN BURDUR’DAN ÇEKİLECEKLERİNİ. ELLERİNDE BULUNAN BÜTÜN ERZAKLARI DA HALKA DAĞITMAK İSTEDİKLERİNİ, ASKERLERİNE DOKUNULMAMASININ YETERLİ OLDUĞUNU BİLDİRDİ. DEMİRCİ MEHMET EFE BUNLARI KABUL ETTİ, İTALYANLAR BURDUR’U O GECE TERK ETTİLER.BU OLAYDAN SONRA NAZİLLİ’YE DÖNEN DEMİRCİ’NİN KARARGAHI SUİKAST İÇİN ORGANİZE EDİLMİŞ. ADAMLARI BUNU BİLMESİNE RAĞMEN DEMİRCİ’NİN BURDUR’DAN DÖNÜŞÜNÜ BEKLEMİŞLERDİ, DURUM DEMİRCİ’YE ANLATILDIĞINDA O DOKUZUN HASAN HÜSEYİN EFE’YE ’KARARGAH ÇATISINDA 2-3 ADAM OLDUĞU SÖYLENİYOR, OLSA OLSA YUNANLIDIR. YANINA 2 PAPAZ AL ÇIK, AŞAĞI İNERLERSE NE ALA, İNMEZLERSE HEPSİNİ BİRDEN ATEŞE VERİRSİN. AYRICA ŞEHİRDE BULUNAN TÜM RUM EVLERİNİDE YAKARIZ..’ DEMİŞTİR. EMRİ YERİNE GETİREN DOKUZUN HASAN HÜSEYİN EFE 2 PAPAZLA ÇIKTIĞI ÇATIDAN 2 RUM’U İNDİRMEYİ BAŞARIR. 2 RUM DEMİRCİ’NİN KARŞISINDA ’SİZİNLE RUMLAR ARASINDA SAVAŞ OLACAK, KORKUDAN ORAYA ÇIKTIK..’ DİYE YALAN SÖYLERLER. ÜZERLERİNDE İSE 2 FİLİNTA, 2 TABANCA, 2 SAPLI ALMAN BOMBASI, 10 TANE YERLİ YAPIMI EL BOMBASI İLE 60 KARIŞIK MERMİ BULUNMUŞTUR. DEMİRCİ AÇIKLAMANIN YETERLİ OLMADIĞINI, ARKALARINDA BULUNAN ADAMLARIN İSİMLERİNİ İSTERSEDE 2 RUM KONUŞMAZ. DEMİRCİ’NİN EMRİ ÜZERİNE FALAKAYA YATIRILAN RUMLARIN HALİ BİR ARA PAPAZLARIN AKLINI OYNATMASINA YOL AÇAR, SONUNDA 23 KİŞİNİN İSMİ, ADRESLERİ İLE BİRLİKTE ORTAYA ÇIKAR. DEMİRCİ MEHMET EFE’NİN YANINA BU KİŞİLER BULUNUP GETİRİLİR. BUNLARIN İÇİNDE BULUNAN MUSEVİ HACI KOSTİ’Yİ DEMİRCİ MEHMET EFE ÇIRILÇIPLAK SOYUNDURUP DÜBÜRÜNDEN BİR KURŞUNLA VURUR. ÜSTELİK SECDEYE KAPATARAK, HACI KOSTİ ÖLMÜŞTÜR. ZİRA HEM 22 KİŞİYE BAŞKANLIK ETTİĞİ, HALKI MİLLİ KUVVETLER ALEYHİNE KIŞKIRTTIĞI, ÜZERİNE VAZİFE OLMADIĞI HALDE ONU BUNU TAKİP ETTİRDİĞİ, KÖŞE BAŞLARINA ADAM YERLEŞTİRİP ÇEVREYİ KONTROL ALTINDA TUTMAK İSTEDİĞİ, DEMİRCİ’YE DOST GÖRÜNÜP ARKADAN VURMAK İSTEDİĞİ, DEMİRCİ MEHMET EFE’NİN DAHA ÖNCE İKAZ ETMİŞ OLMASINA RAĞMEN ÖĞRENİLMİŞTİR. ÖTEKİ 22 KİŞİ GECE ZEYTİN AĞAÇLARINA ASILARAK İDAM EDİLMİŞ, GÜNEŞ ÜZERLERİNE SABAHLEYİN BÖYLE DOĞMUŞTUR. BU OLAYLARDAN SONRA DEMİRCİ MEHMET EFE NAZİLLİ’DEKİ BÜTÜN RUM EVLERİNİ ARATTI. ARAMAYI YAPAN DOKUZUN HASAN HÜSEYİN EFE 300’DEN FAZLA MAVZER, 3000’DEN FAZLA MERMİ İLE BULUNUP GELİNCE DEMİRCİ MEHMET EFE’NİN CANI SIKILDI. KENDİLERİNE YAPILAN BÜTÜN İYİ NİYETE RAĞMEN YERLİ RUMLARIN YUNANLILARLA İŞBİRLİĞİ YAPTIĞI KANAATİNE KAPILDI. 2-3 GÜN İÇİNDE NAZİLLİ’DEKİ TÜM RUMLARI VAGONLARLA DENİZLİ’YE SÜRDÜ, BU ARADA DEMİRCİ MEHMET EFE’NİN ANTALYA’YI BASACAĞI DUYULMUŞ. BURADAN KAÇANLARDA SOLUĞU DENİZLİ’DE ALMIŞLARDI, DERKEN BU SIRADA KÖŞK CEPHESİ 100 MİSLİ KUVVETLE SALDIRAN YUNANA KARŞI DAYANAMAMIŞ ÇÖKMÜŞTÜ. AHMET HULUSİ EFENDİ DENİZLİ’DEN DEMİRCİ’YE TELGRAF ÇEKEREK VATAN HAİNLERİNİN SAYISININ ARTTIĞINI, DEMİRCİ MEHMET EFE’NİN BAZI RUM ERKEKLERİNİ BAŞKA YERE SÜRMESİNİ İSTEMİŞTİ. BİR ÇOK OLAY ARASINDA KALAN DEMİRCİ ÖNCE KARARGAHINI GONCALI’YA TAŞIMIŞ. SONRADA BAŞ KIZANI SÖKE’Lİ ALİ’Yİ VE ADAMLARINI DURUMU KONTROL ETMELERİ İÇİN DENİZLİ’YE GÖNDERMİŞTİ. SÖKE’Lİ ALİ BURADAKİ RUM ERKEKLERİNİ BURDUR’A SEVK EDERKEN İÇLERİNDEN BİRİSİ DÜZGÜN BİR TÜRKÇE İLE ’EFE BİR DAKİKA BENİ DİNLERMİSİN ? BEN NAZİLLİ SÜRGÜNLERİNDENİM, HEP BİZ FAKİRLERİ SÜRÜYORSUNUZ. OYSA DENİZLİ’DE VE TAVAS’TA ZENGİN TÜRK EVLERİNDE SAKLANAN RUM’LARDA VAR..’ DEYİP 3-5 ADRES VERİNCE SÖKE’Lİ ALİ’DE ŞAFAK ATTI. 2-3 ADAMI İLE VERİLEN EN YAKIN ADRESE GİTTİ, KAPININ ARKASINA SAKLANMIŞ BİR RUM KARI KOCAYI GÖRÜNCE EVİN SAHİBİNE MEYDAN DAYAĞI ÇEKTİ, ÖTEKİLERİDE İSTASYONA POSTALADI. BU ARADA OLAYLAR BÖYLE GELİŞİRKEN PADİŞAH YANLISI MİRALAY TEVFİK BEY DEMİRCİ’YE TELGRAF ÇEKİP ’EFE TAM YUNAN ORDUSU DENİZLİ’YE GİRECEKKEN ŞEHİRDEKİ RUMLARIN DAMARINA BASMANIN SIRASIMI ? ADAMLARINI DERHAL GERİ ÇEK, YOKSA ÇOK FENA OLACAK. ÇIKACAK OLAYLARDAN BEN MESULİYET KABUL ETMEM..’ DEDİ. DEMİRCİ BU TELGRAFIN KARŞILIĞINI ’SEN TELGRAF MAKİNASI’NIN BAŞINDAN ÇEKİL, SÖKE’Lİ ALİ’Yİ GÖNDER..’ DEMİŞTİ. YUKARIDA SÖKE’Lİ ALİ’NİN TÜRK EVLERİNDE SAKLANAN RUMLARI ARAMAKTA OLDUĞUNU YAZMIŞTIM, TAM BU SIRADA MİRALAY TEVFİK BEY’İN KALEM REİSİ SÖKE’LİNİN YANINA GELİP POSTAHANEDE KENDİSİNİ DEMİRCİ’NİN BEKLEDİĞİNİ SÖYLEDİ. SÖKE’Lİ POSTAHANEYE GİTTİ, DEMİRCİ’DEN ADAMLARI İLE BİRLİKTE GONCALIYA DÖNMESİ TALİMATINI ALDI. ADAMLARINI ÇAĞIRMAK İÇİN GERİYE GİTTİ, BU ARADA JANDARMA KUMANDANI BİNBAŞI HAMDİ BEY ’EFE SİLAHLARINIZI BİZE BIRAKIN, KUVAYİ MİLLİYECİLERE DAĞITALIM. DEMİRCİ ORADA SİZE ÇOK SİLAH BULUR..’ DEDİ. BU TEKLİFİ SÖKE’Lİ ALİ OLUMLU KARŞILADI, TIKLAÇ MUSTAFA EFE KARŞI ÇIKTI. SONUNDA HEPSİDE SİLAHLARINI BIRAKTILAR, DENİZLİ’NİN DABBAĞHANE GEÇİDİ’NE GELDİKLERİNDE KENDİLERİNE ATEŞ AÇILDI. SÖKE’Lİ ALİ EFE ÖLDÜ, YALNIZCA TIKLAÇ MUSTAFA EFE KURTULUP GONCALIYA GELEBİLDİ. DEMİRCİ BU SIRADA KAHVE İÇMEKTE İDİ, TIKLAÇ’I YALNIZ GÖRÜNCE FİNCANI ELİNDEN FIRLATTI. OLANLARI DUYUNCA MİRALAY ŞEFİK BEY’İ, KIZANLARINI. JANDARMA MÜLAZIMI ŞEVKİ EFENDİYİ VE 12 KIZANINI ALIP İSTASYONA KOŞUYOR. VAGONA ATLADIKLARI GİBİ DENİZLİ’YE HAREKET EDİYORLAR, DENİZLİ’YE İSTASYONA GELMELERİNE AZ BİR ZAMAN KALA TRENDEN İNİP 3 VAGONU DENİZLİ’YE BOŞ GÖNDERİYORLAR. BU ARADA DEMİRCİ VE ADAMLARINI HARCAMAK İÇİN İSTASYONDA HAZIR BEKLEYEN YERLİ HAİNLER MAKİNİSTİ SORGUYA ÇEKİPTE DEMİRCİ’NİN 4.000 ADAMI İLE GELDİĞİNİ DUYUNCA ÇİL YAVRUSU GİBİ DAĞILIYORLAR. BU OLAYDAN SONRA İSTASYONA GELEN DEMİRCİ KORKUDAN BİR KÖŞEYE SAKLANAN İSTASYON MEMURUNU BULDURUP BU İŞLERİN ELEBAŞISININ KİM OLDUĞUNU ÖĞRENİYOR. TAHMİN ETTİĞİ GİBİ ’MİRALAY TEVFİK BEY..’ CEVABINI ALIYOR, HEMEN BULDURULUP GETİRİLMESİNİ İSTİYOR. BU ARADA EFE’LERİN ELLERİNDEN SİLAHLARINI ALDIRAN BİNBAŞI HALİT BEY’DE BULUNUP GETİRİLİYOR. DEMİRCİ TEVFİK BEY’E SORU YÖNELTİRKEN ’SEN KİM OLUYORSUNDA BANA HESAP SORUYORSUN ?’ DİYOR. BU SIRADA KIZANLARI SÖKE’Lİ ALİ’NİN CESEDİNİ GETİRİP 2 METRE YANINA BIRAKIYORLAR, ZATEN OLAYLARA İYİCE CANI SIKILAN DEMİRCİ FAZLA SORU SORMUYOR. TABANCASINI ÇEKTİĞİ GİBİ MİRALAYI ÖLDÜRÜYOR, MİRALAY SÖKE’Lİ ALİ’NİN AYAKLARININ DİBİNE DÜŞÜYOR. BUNDAN SONRA SÖKE’Lİ ALİ’NİN YÜZÜNÜ ELLEYEN DEMİRCİ DENİZLİ’YE DÖNÜYOR VE ’YAKACAĞIM ULAN BU ŞEHRİ YAKACAĞIM, TAŞ ÜSTÜNDE TAŞ. OMUZ ÜSTÜNDE BAŞ BIRAKMIYACAĞIM..’ DİYOR. DERHAL GONCALI VE SARAYKÖY’E HABER SALINIP BÜTÜN EFELER ÇAĞIRILIYOR. 2 MAKİNALI İLE 1 TOP İSTENİYOR, MAKİNALILAR HÜKÜMET KONAĞI’NIN 2 YANINA YERLEŞTİRİLİYOR. TOP KIŞLANIN YANINA DOĞRU KURULUYOR VE AĞZI ŞEHRE ÇEVRİLİYOR, BU ARADA ŞEHRİ ATEŞE VERMEK İÇİN BÜTÜN GAZ BİDONLARI TOPLANIYOR. MUHTARLAR DEMİRCİ’NİN KARŞISINA DİZİLİYOR, ONLARIN VERDİKLERİ VE KUVAYİ MİLLİYE TEŞKİLATINA KARŞI OLANLARIN 35’İ HEMEN ECZAHANE’NİN YANINDA ÖLDÜRÜLÜYORLAR. BU ARADA ŞEYH TAHİR EFENDİ BİN RİCA İLE ŞEHRİN YAKILMASINI ÖNLÜYOR, ESKİ MEZARLIK ATEŞE VERİLİYOR. TARİHE ’DEMİRCİ’NİN DENİZLİ KATLİAMI’ OLARAK GEÇEN BU VAKIADA TOPLAM 80 KİŞİNİN ÖLDÜRÜLDÜĞÜ BİLİNİYOR, BU OLAYDAN SONRA PADİŞAH’IN TARAFTARI OLARAK BİLİNEN DENİZLİ’Lİ ZENGİNLER ANKARA’DA KURULAN YENİ HÜKÜMETE TELGRAFLAR YAĞDIRIP MİRALAY ŞEFİK BEY’İN BAŞKA YERE TAYİN EDİLMESİNE NEDEN OLUYORLAR. DEMİRCİ MEHMET EFE KENDİ YAPTIĞI BİR HAREKETİN MİRALAY ŞEFİK BEY’E FATURA EDİLMESİNE ÇOK ÜZÜLÜYOR.BU OLAYDAN SONRA DEMİRCİ MEHMET EFE KONYA DELİBAŞ İSYANINI BASTIRMAK İÇİN 3.000 EFE İLE YOLA ÇIKIYOR, NİYETİ KONYA İSYAN EDERSE KONYA’YI YERLE BİR ETMEK, YOLDA GEÇTİĞİ YERLERDE KENDİSİNE BİLDİRİLEN NE KADAR IRZ DÜŞMANI, HIRSIZ, KABADAYI, STOKÇU, VATAN HAİNİ, ÜÇKAĞITÇI, SOYGUNCU , MAFYA VB.GİBİ ADAM VARSA HEPSİNİ İPE ÇEKİYOR. BUNLARIN İÇİNDE ORTALIĞI KASIP KAVURAN NİCE KABADAYILAR ’EFE BEN ETTİM, SEN ETME. KULUN KÖLEN OLAYIM, 1 YIL MÜDDETLE ADAMLARINA BAKAYIM..’ DİYE YALVARANLAR OLUYOR AMA DEMİRCİ MEHMET EFE HİÇ BİRİSİNE İLTİFAT ETMİYOR. HEPSİNİ İDAM EDİYOR, BU TÜR OLAYLARIN ARDI ARKASI KESİLİVERİYOR. BU TÜR İŞLERİ YAPIPTA DEMİRCİ MEHMET EFE FIRTINASI’NA YAKALANMAYANLAR KORKUDAN KABADAYILIKTAN, FEDAİLİKTEN, MİLİTANLIKTAN FERAGAT EDİYORLAR. DEMİRCİ MEHMET EFE’NİN YOLLARI BU NİYETLE GEÇMESİ KONYA’YA ÇOKTAN ULAŞMIŞ, BİR ARKADAŞININ ’SEN KONYA’DA İSYAN BAYRAĞINI AÇARSAN DAMAT FERİT SANA KONYA’YI BAĞIŞLAR..’ SÖZÜNE KANIPTA KONYA’DA İSYAN EDEN DELİBAŞ DEMİRCİ’NİN 3.000 KIZANI İLE GELDİĞİNİ DUYUNCA ÇOKTAN SIRRA KADEM BASMIŞ. DEMİRCİ MEHMET EFE KONYA’YA GELDİĞİNDE KENDİSİNE İŞ KALMAMIŞTIR, BU OLAYDAM KISA SÜRE SONRA DELİBAŞ EN YAKIN ARKADAŞLARININ ’HİÇ YOKTAN BAŞIMIZI BELAYA SOKTUN, SENİN YÜZÜNDEN RAHATIMIZ HUZURUMUZ KAÇTI..’ SUÇLAMASI İLE KARŞILAŞMIŞ VE BAŞI KESİLEREK ÖLDÜRÜLMÜŞTÜR. KESİK BAŞI KONYA HÜKÜMET KONAĞI’NA BIRAKILMIŞTIR, KONYA DELİBAŞ İSYANI’NIN BASTIRILMASI BİR TELGRAFLA ATATÜRK’E BİLDİRİLMİŞTİR.TBMM DEMİRCİ MEHMET EFE’YE KONYA İSYANININ BASTIRILMASINDAN SONRA ’MİLİS ALBAY’ RÜTBESİ VERMİŞTİR, BU OLAYDAN SONRA ISPARTA’DA KONAKLAYAN DEMİRCİ MEHMET EFE BİR GÜN ATATÜRK’LE TELGRAF MUHABERESİ YAPAR. YAŞININ 40’A GELDİĞİNİ, YORULDUĞUNU VE DİNLENMEK İSTEDİĞİNİ BİLDİREREK KÖYÜNE DÖNMEK İSTEDİĞİNDEN SÖZ EDER. ATATÜRK ’BİZ SAVAŞIRKEN SEN RAHAT EDEMEZSİN..’ DERSE DE DEMİRCİ MEHMET EFE’NİN ’BİZ YUNANI VURA VURA AZ SERSEM ETMEDİK, SENDEN SON YUMRUĞU YİYİNCE MAĞLUP OLACAKLARDIR PAŞAM..’ DEMESİ KARŞISINDA İKNA OLUR. BU ARADA ATATÜRK DEMİRCİ MEHMET EFE’YE KONYA İL JANDARMA ALAY KOMUTANI OLMASINI TEKLİF EDER, YANINDA BULUNAN 1000 KIZANINI DA KADROYA ALMASINI İSTER DEMİRCİ MEHMET EFE ’BENİM 20.000 KIZANIM VAR, BUNLARDAN 1.000 TANESİNİ ALIP KONYA’DA İL JANDARMA ALAY KOMUTANI OLMAK YANLIŞ ANLAŞILIR. DİĞER KIZANLAR BİZİ SATTIN DER, EFE’DEN SUBAY OLMAZ. ZATEN ÇOĞU KURTULUŞ SAVAŞINDA KAHRAMANCA ÇARPIŞTI, BEN BUNLARI NASIL AYIRIRIM ? ’ DİYEREK BU TEKLİFİ REDDEDER. DEMİRCİ MEHMET EFE KIZANLARI İLE BU OLAYDAN SONRA BOZDOĞAN’A GELİR, BURADAN NAZİLLİ’YE GEÇER. GÖZLERİNİ DOĞDUĞU PİRLİBEY KASABASI’NA ÇEVİRİR,. AĞLAR AĞLAR ’BU TOPRAKLARDA DOĞDUM, BU TOPRAKLARDA ÖLECEĞİM..’ DER, KIZANLARI PEŞİNE TAKILIR VE PİRLİBEY KASABASI’NA DOĞRU YOLA ÇIKARLAR. DP KURULDUĞUNDA DEMİRCİ MEHMET EFE’Yİ PARTİYE DAVET EDERLER, KABUL ETMEZ. MALLARINI MÜSADERE ETMEKLE TEHDİT EDERLER ’MALIMI MÜLKÜMÜ ALABİLİRSİNİZ AMA DEMİRCİ MEHMET EFE’Yİ ASLA..’ DER, TEKLİFİ YİNE KABUL ETMEZ. DEMİRCİ MEHMET EFE 5-2-1961 YILINDA NAZİLLİ’DE VEFAT ETMİŞTİR, MEZARİ NAZİLLİ EĞRİBOYUN MEZARLIĞI’NDADIR.
ALINTI

Ayrıca Bakınız: http://www.denizlihaber.com/ozgun/kent-bellegi/demirci-mehmet-efenin-denizli-baskini/

Mehmet Emin Yurdakul


GÖREV DÖNEMI: 1912
Mehmet Emin Yurdakul 13 Mayis 1869'da Istanbul'da, Besiktas'ta dogdu. Babasi Salih Reis, Anasi Emine Hatundur. Mütevazi bir ailenin çocugudur. "Saray Mektebi" adli sibyan okulundan sonra, Besiktas Askeri Rüstiyesine girdi. Siyasal Bilgiler Fakültesine girmisse de bitirmeden ayrilip, Babiali Sadaret Kalemine katip olarak ise basladi. 1893'te Rüsmüat Evrak Müdürü oldu. Bu arada, Selanik'te Asir, gazetesinde "Cenge Dogru" isimli siiri yayinladi. Bu siir kendisine büyük ün kazandirdi.
Daha sonra Erzurum'da, Hicaz'da Sivas'ta valilik yapti. Istifa ederek Istanbul'a geldi.
Arkadaslariyla "Türk Yurdu" Dergisini çikardi. 1912 yilinda Türk Ocagini kurdu. Ocagin ilk kurucu genel baskani oldu. Bilahare Erzurum valiligine getirildi. Musul'dan milletvekili seçildi. Milli Mücadeleye katildi. Ankara'ya geldi. Sarkikarahisar, Urfa, Istanbul Milletvekilliklerinde bulundu, Milli Sair Unvani verildi. Ocak 1944'te Istanbul'da öldü.
ESERLERI: "Türkçe Siirler", "Türk Sazi", "Ey Türk Uyan", "Tan Sesleri", "Ordunun Destani", "Dicle Önünde", "Turana Dogru", "Zafer Yolunda", "Isyan ve Dua", "Aydin Kizlari", "Mustafa Kemal", "Ankara", "Türkün Hukuku", "Danteye"
Osmanli Imparatorlugunun yikilma döneminde, bilhassa ikinci mesrutiyetten sonraki Türkçülük mücadelesinde Mehmet Emin Yurdakul'un büyük gayreti ve çalismasi vardir. Yeni Türk devletinin kurulmasinda Mehmet Emin Yurdakul ve arkadaslarinin üstün çalisma azmi, kararli ve saglam tavirlari, devletimizin yapisini belirleyici olmustur.
Türk Ocaginin ilk Genel baskanligi serefini de tasiyan Mehmet Emin Yurdakul, ölünceye kadar, Türk Milliyetçiligi ülküsünü sarsilmaz bir imanla yasamaya ve yaymaya devam etmistir.
Türk Ocaklari 1 numarali resmi kurucusu ve üyesi olan Mehmet Emin Yurdakul 1943 yilinda Istanbul'da yapilan 75. yas gününde sunu söylüyor:
"Ben halk çocuguyum. Halk evladi bir ana ile babanin kucaginda büyüdüm. Atalardan kalma halk ögütleriyle halk ninnileriyle çocuklugumu geçirdim. Biraz yetiskin çaga geldigim vakit bu halki çok acikli bir halde gördüm.
Kalemimi elime aldigim zaman, nasil bir yazi yazmak lazim gelecegini kendi benligimden sordum. Içimden bir sesin bana “kendi kanini tasiyan ve kendi diliyle konusan bir halki uyandirmak için ne yolda yazmak lazim gelirse iste öyle”, diye hitap ettigini duydum.
Halkin ruh ve hayatindan kuvvet ve ilham alarak, kalbine ates ve alnina alev koymak, hür ve mesut mukadderatini kahraman ve fatihi yapmak gayesini güttüm"
Ingilizlerin Türk Ocagini isgalinin hemen ardindan yaptigi bir konusmada Türk Gençlerini yeniden bir büyük mücadeleye çagirarak sunlari söylüyor:
“Ey genç, bak senin ocagin, bugün de seni çagiriyor, onun milli ruhu sana bugün de baska bir mücadele yolu gösteriyor. Yakilmis, yikilmis, harap fakir vatanimizin hasretini çekiyoruz. Burada gençler bas basa vermistir. Siyasi sinirlariyla, daglariyla, dereleriyle degil, feyzi ile ümrani ile, kalemi ile , sanati ile, yeni bir vatan çizip ortaya çikaracagiz. Biz ocagimizin mihrabi önünde bunun için toplandik, bunun için and içtik. Ocagin içinde gözlerin görmedigi, fakat ruhlarin sezdigi bir fikir mihrabi vardir.”