Uceymi Sadun Paşa(tarihte en çok sevdiğim isimlerden birisi)
Burak ARTUNER
Birinci Dünya Savaşı'nda Türkler'e ihanet karşılığında teklif edilen Irak Krallığı'nı reddeden ve 150 bin dönüm toprağını Irak'ta bırakıp Atatürk'ün Urfa'da verdiği topraklara yerleşen Irak Şeyh-ül Meşayihi (Şeyhler Şeyhi) Uceymi Sadun Paşa'nın çocukları, Türkiye Cumhuriyeti sadakatinin mirasçıları.
Irak'la olan tarihi bağımız, hiçbir devletin olmadığı kadar güçlü. Günümüzde Türk-Arap düşmanlığı pompalanırken, Irak'ın en geniş ailelerinden birinin Türkler'e sevgi öyküsü, filmlere konu olacak türden. İngilizler 1915'te Irak'ı işgalinin ardından ünlü ajan T.E. Lawrence aracılığıyla Mekke Şerifi Hüseyin, oğulları Ali, Faysal ve Abdullah'ı ihanete ikna etti. İngilizler'in yeni hedefi Osmanlı Paşası Şeyh Uceymi Sadun oldu. Sadun aşiretinin lideri Şeyh Uceymi, Irak'ta Şeyh-Ül Meşayihi'ydi (Şeyler Şeyhi). Etkisi Nasıriye'den başlıyor, Basra körfezine kadar uzanıyordu. Ajan Lawrence, herhangi bir karışıklıkta Türk ordusunun arkasını sarabilmek için onun ihanetine ihtiyaç duyuyordu.
LAWRENCE'İN ÇABASI
Lawrence, Seven Pillars of Wisdom-Hikmetin Yedi Sütunu adını verdiği anılarında ondan şöyle bahsediyor: "Şerif Hüseyin, isyan hazırlıklarını tamamladığı zaman Hicaz'da ve Irak'taki ayaklanmaya karşı Türkler'in safında olan yegane adam Irak Şeyh-ül Meşayihi Uceymi Sadun Paşa idi. Bu şahsın Türkler'i hangi şartlarda terkedeceğini öğrenmek için Emir Abdullah'ı kendisiyle temas etmekle görevlendirdik."
Bugünkü Ürdün Kralı Abdullah'ın da büyük büyük dedesi olan Emir Abdullah, "Uceymi Sadun Paşa'nın böyle bir teklifi kabul etmeyeceğini biliyorum. Abes olur" diye karşı çıkmasına rağmen, babası Şerif Hüseyin'in ısrarıyla Uceymi'yle temasa geçti. Ancak Şeyh Uceymi, Abdullah'ın gönderdiği elçiye şöyle cevap verdi: "O hain elime geçmesin. Bir insan sadakati bilmeyebilir. Fakat kendi ihanetini başkasında düşünmesi için bir sebep lazımdır. Ona bir gün böyle bir teklifi bana yapabilme cesaretini nereden bulduğunu soracağım."
Kendisine dolaylı yoldan yapılan Irak Krallığı teklifini bir kalemde silen atan bu asil insan, Irak'ta savaş süresince İngilizler'e amansız darbeler indirdi. Ancak denizden taze kuvvetlerle beslenen İngilizler, imkansızlıklar içindeki Türkler'i mağlup etti. Şeyh Uceymi, 350 yıl Irak'ın hakimi olan Türkler çekilirken arkadan vuran Bedeviler'i buldurup cezalandırdı. Türkler Anadolu'ya çekilene kadar onlara kol kanat gerdi.
OSMANLI LİYAKATI
Irak Şeyh-ül Meşayihi Uceymi Sadun Paşa'nın vefası, tüm Osmanlı devlet erkanı tarafından hayranlıkla izlendi. Padişah Mehmet Reşat, Osmanlı Liyakat Nişanı verdi. Mustafa Kemal ise Diyarbakır'da 2'inci Ordu, Halep'te 4'üncü Ordu Komutanlığı yaparken, Birinci Dünya Savaşı boyunca Sadun Paşa'yı yakından takip etmiş, hayranlığı artmıştı. Kurtuluş Savaşı'nı başlatmak için 3'üncü Ordu Müfettişi olarak Samsun'a çıkmasından yaklaşık bir ay sonra 15 Haziran 1919'da Şeyh Uceymi'ye şifreli bir mektup yazdı. Mustafa Kemal mektubunda, "İslam'ın iki gözbebeği olan Türk ve Arap milletlerinin ayrılması iki tarafta da zaafiyetlere sebep oldu. Ümmeti Muhammediye için şanlı bir halde buna karşı el ele vererek hürriyet ve istiklal uğrunda mücadehe (Allah yolunda savaşma) eylemek bizler için farzdır. Kafirlere karşı yapmış olduğunuz cihatta kültürümüzü korumak ve ırkçılığa karşı verilen mücadelede sizin her zaman destekçiniz olup yanınızdayım" dedi.
KURTULUŞ SAVAŞI
Şeyh Uceymi, 5 Haziran 1920'de Mardin'e geldi. Uceymi Paşa'nın seyahat maksadı, Osmanlı idaresi için Irak'ın ünlü kabileleriyle görüşerek onların Osmanlı idaresinde kalmasını sağlamak, asker ve para yardımı yapıldığı takdirde faydalı olmaktı. Genelkurmay, Şeyh Uceymi'nin teklifini kabul ederek, 20 Haziran 1920'de kendisine silah, para yardımı yaptı. Uceymi Irak'ın 100 kilometre kadar içerilerine girdi. Fransızlar'a, İngilizler'e darbeler vurdu. Aneze Aşireti Lideri Hacim Paşa'nın Arappınar'daki Fransızlar'a saldırmasını sağladı, Cerablus ve Arappınar arasındaki demiryolunu da tahrip ettirdi. Böylelikle Urfa'nın kurtuluşunda da rol oynadı.
ATATÜRK TOPRAK VERDİ
Dünya Savaşı bittikten ve Ankara'da TBMM kurulduğunda İngilizler, işbirliğini reddedip kendilerine Irak'ta ağır darbeler indiren Uceymi'yi, TBMM hükümetinden istedi. Ancak Atatürk, vermedi. Vefa örneği bu insanı Cumhuriyet kurulduktan sonra da unutmadı. Önce Mardin'e yerleşen Uceymi için 1927'de TBMM'den kendisi ve mahiyeti için Urfa'da 14 köyün bağışlanmasını istedi. Teklif kabul edildi. Ancak Uceymi Sadun Paşa, mahiyetindekilerin büyük kısmının Irak'a dönmesi nedeniyle sadece bir köyün yeterli olacağını belirtti. Uceymi Paşa, dokuz bin dönümlük arazi üzerine kurulu Germü Köyü'ne yerleştiğinde dört yakın adamı ondan ayrılmamıştı. Urfa'nın Arap ailelerinden birisinin kızıyla evlendi. Kızı Mübine'den sonra oğulları İsa ve Abbas dünyaya geldi. Kendi çocukları çiftçilikle uğraşırken, en yakın adamlarından Şüleyde'nin çocuklarının hepsini okuttu. Biri Hacettepe Üniversitesi'nde Ortopedi profesörlüğünden emekli Prof. Nasır Özdemir, diğeri Cumhuriyet Savcısı Şükrü Özdemir, diğeri de Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Profesörü Hasan Özdemir'di. Onlar Şeyh Uceymi'nin Türkiye Cumhuriyeti için okuttuğu insanlardı. Uceymi, 1952'de Irak hükümetinin 1929'da çıkardığı bir kanun gereğince, Irak'taki 150 bin dönümlük toprağının istimlak edilip 350 bin sterlin tutan parasının Bağdat Büyükelçiliği kanalıyla kendisine gönderilmesini istedi. Ancak Irak hükümeti günümüze kadar bunu yapmadı.
Babasının kızı
Uceymi Sadun'un kızı Mübine Sadun, Ankara'ya yerleşirken erkek kardeşleri Urfa'da Atatürk'ün verdiği köyde çiftçilik yapmayı sürdürdüler. Ankara'daki evinde bizi kabul eden Mübine Hanım, babasıyla ilgili anılarını, bu gizli kahramanın özelliklerini anlattı. Hacettepe İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü'nü bitiren Murat Mehmet Sadun, Başkent Üniversitesi Turizm İşletme Bölümü'nü bitiren Ömer Faruk Sadun adında iki evladı olan, Ömer Faruk'u bir hafta önce Bursa'da asker ocağına teslim eden Mübine Sadun, babasıyla gurur duyduklarını söyledi. Sadun Aşireti'nin sadece Irak'ta değil, Suriye, Kuveyt, Suudi Arabistan'da da etkili ve Irak'ın Nasıriye kentinden Basra Körfezi'ne kadar uzandığını anlattı.
Mücahidi muhterem
Mübine Sadun, babasının Atatürk'e olan sevgi ve bağlılığının hiç bitmediğini söyledi. "Ölürken başucunda Atatürk'ün Kurtuluş Savaşı'nın kazanılmasından sonra kendisine gönderdiği, üzerinde 'Mücahidi Muhterem Uceymi Paşa Hazretleri'ne. Türkiye Büyük Millet Meclisi Reisi Başkumandan Müşir Gazi Mustafa Kemal' yazılı resmiyle, Irak çöllerinde kendisiyle savaşan arkadaşı General Kenan'ın fotoğrafı vardı. Bu iki insana büyük bir sevgi duyuyordu. 29 Ekim 1960'ta, 73 yaşında hayata gözlerini yumana kadar her 10 Kasım'da saatlerce odasına kapanıp Atatürk için ağlardı" dedi.
Saddam'ın teklifi
Mübine Sadun, Irak'ta kalan Sadun Aşireti'nin, babasının Türkiye'ye yerleşmesinden sonra dağılsa da hâlâ etkin olduğunu anlattı. Irak'a son savaştan önce zaman zaman gittiğini, oradaki akrabalarıyla görüştüğünü söyledi. Sadun, Körfez Savaşı'ndan önce Saddam'ın ordu komutanı olan akrabaları Sami Suut El Sadun aracılığıyla kendilerine yaptığı bir teklifi nasıl reddettiklerini de anlattı. "Saddam, Nasıriye'deki topraklara Sünniler'i yerleştirerek aşiretlerin desteğini almak istiyordu. Bunun için Şeyh Uceymi'nin çocukları olarak bize, 'Irak'a dönün, topraklarınızı geri vereyim. Ancak buradan bir kuruş Türkiye'ye çıkmayacak' çağrısı yaptı. Böylece bizim aşiretin desteğini alacaktı. Ancak bizim vatanımız Türkiye. Böyle bir teklifi hiç düşünmeden reddettik" diyor.
Şeyh Uceymi Sadun her Türk insanının en azından isim olarak hatırlaması gereken bir şahıstır....
Kendisi ırak da Nasıriye ve Basrayı İngilizlere dar etmiş imkansızlıklar içindeki Türk ordusu İngilizlere yenilince İngilizlere ağır darbeler indirerek bizim rahat bir şekilde geri çekilmemizi sağlamış ve ırak şeyhler şeyhi sıfatını taşıdığı için Irak ın diğer aşiret reislerinide bizim yanımıza çekmiştir...Şerif Hüseyin in oğlu Emir Abdullah ın ihanet teklifine ölüm tehdidiyle yanıt vermiştir...Irak da bizim son kuvvetlerimiz olan Teşkilat-ı Mahsusa hücum taburlarını da sonuna kadar korumuştur...Devletten para ve silah yardımı alıp Türk ordusu ırak dan çekilince İngilizlere karşı kahramanca savaşmış İngilizlerin kuzey ırak dan öteye gitmesini engellemiştir...Sultan Mehmet Reşat dan riyakat madalyası almıştır...Mustafa Kemal tarafından tüm cephelerde sonuna kadar izlenmiş ve bütün Osmanlı paşalarını kendisine hayran bırakmıştır...
Savaştan sonra müslüman ülkelerde vaazlar vererek bizim haklı davamızı anlatmış ve islamın emperyalizm ve kafirler karşısında son cephe olduğumuzu bütün islam alemine aktararak bize gelen yardımlarda ciddi faydası olmuştur...
Evet o bir araptır ama ben ona bu asil insana asla arap demiyorum çünkü ben arap denince hiçbir zaman iyi şeyler hatırlamıyorum...o bir Türktür Türkiyelidir ve bir kazım paşa bir atatürk bir refet paşa rauf paşa fevzi paşa benim için neyse o da odur...mekanı cennet olsun tarihini bilen bu millet seni unutmayacak vefakar asil insan...
Kaynak: http://forum.antu.com/ziyaretci/KonuOkuZiyaretci.aspx?gID=6&fID=53&kID=1343&sayfa=56
Ömrünü Türkler’e adayan
bir çöl mücahidi
Birinci Dünya Savaşı'nda Irak'ın önde gelen Arap aşiretlerinden birisinin lideri olan Şeyh Uceymi Sadun, İngilizlere kök söktürmüştü. Kendisine Türkler'e ihanet karşılığında yapılan Irak Krallığı teklifini elinin tersiyle iten bu kahraman insan, Türk ordusuyla beraber Anadolu'ya gelmiş, Kurtuluş Savaşı'na bile katılmıştı.
Osmanlı Devleti, 1. Dünya Savaşı'na taraf olduğunda, İngilizler'in ele geçirmek için gözlerini diktikleri ilk yerlerden birisi petrol zenginliği nedeniyle Irak'tı. İngilizler 22 Kasım 1914'te Basra'yı işgal etti. Albay Suphi Bey komutasındaki bir Türk birliği, 45 Subay ve 986 er ile İngilizler'e esir düştü. Bu haber İstanbul'da büyük yankı buldu. Basra'da işlerin iyi gitmediği, Bağdat'ın da tehlikeye girdiği artık su götürmüyordu.
Enver Paşa, Bingazi'de beraber savaştığı Kurmay Binbaşı Süleyman Askeri'yi göreve çağırdı. Süleyman Askeri, bir miktar seçme askerle birlikte Irak'a gönderildi. Askeri'nin görevi, oradaki yerli halkı örgütlemek, onlardan oluşturacağı kuvvetle İngilizleri Basra'dan çıkartmaktı. Milli İstihbarat Teşkilatı'nın da atası sayılan Osmanlı Devleti'nin gizli istihbarat teşkilatı Teşkilat-ı Mahsusa'nın da ilk başkanı olan Süleyman Askeri, sadece gönüllü subaylar ve seçkin fedailerden oluşan Osmancık Taburu adlı bir birlik oluşturmuştu. Bu taburdaki her bir asker idealist, cesur ve usta birer savaşçıydı. Irak'ın Müntefik çölleri denilen bölümünde yaşayan Uceymi Sadun Paşa da savaşın başından beri Türkler'in yanında yer alıyordu. Uceymi Sadun Paşa'nın babası Sadun Paşa, II. Abdülhamid döneminde hürriyet taraftarı olduğu için tutuklanmış ve Halep Hapishanesi'ne konulmuş, burada da şüpheli bir şekilde zehirlenerek öldürülmüştü. Servetleri, asaletleriyle tüm Irak'ta adını duyuran bir ailenin oğlu olan Uceymi Sadun Paşa'ya savaşın başlarında Padişah Mehmed Reşad tarafından "Irak Şeyh-ül Meşayihi" yani "Irak Şeyhler Şeyhi" unvanı verilmişti.
Süleyman Askeri, Irak'a gelir gelmez ilk olarak Basra'nın 125 kilometre Kuzeydoğusu'nda ve Karun Nehri'nin doğusunda bulunan İran'ın Ehvaz Kasabası'nı işgal edip düşmanın faydalanmasını önlemek için Abadan'a giden petrol borularını tahrip ettirdi. Süleyman Askeri ve birliği, 20 Ocak 1915'te Dicle boyunda keşif harekatı yapan İngilizler'le karşılaştılar. Zübeyir Muharebesi olarak adlandırılan muharebede Süleyman Askeri Bey, düşman kurşunuyla bacağından yaralandı. Haber, İstanbul'a ulaştığında, Başkumandan Vekili Enver Paşa, her ihtimale karşı sonradan Karabekir soyadını alacak Birinci Kuvvei Seferiye Komutanı Yarbay Kazım Bey'e bu görev için hazırlıklara başlamasını emretti. Çeteci ruhlu, savaşmak için yaratılmış olan bir asker olan Süleyman Askeri, bu sırada çok kritik bir hata yaptı. Aceleci bir yapıya sahip olan Askeri, İngilizlerin keşif için yaptıkları taarruzu gerçek bir taarruz zannetti. İngilizler'in zayıf ve endişe içinde olduklarını düşünüyor ve Basra'nın geri alınacağına artık daha fazla inanır olmuştu.
Askeri sedyedeydi, ancak yaklaşık 9 bin kişilik bir gücün başında Basra'ya doğru ilerlemeye başladı ve 12 Nisan 1915 tarihinde Şuaybe civarındaki Bercisiyye Ormanı etrafında üç gün süren bir çatışma yaşandı. Ancak bu savaşta aşiretlerin çok istekli savaşmaması gibi etkenlere bir de tel engeli eklendi. İlk taarruzda başarılı olamayan Süleyman Askeri, ikinci gün birliklerine İngilizler'in tahkim edilmiş mevzi ve ordugâhına saldırılmasını ve her ne pahasına olursa olsun Şuaybe mevkiinin ele geçirilmesini istedi. Savaşın kritik bir noktasında, İngiliz süvarilerinin ani bir baskın tehlikesi baş gösterdi. Süleyman Askeri'nin Zübeyir'in işgaline ve Basra-Şuaybe yolunu kesmek için görevlendirdiği aşiretler, gönüllü süvari teşkilatından yardım istedi. Uceymi Sadun Paşa, tam zamanında Hızır gibi yetişti ve beraberindeki süvarilerle hücum emrini verdi. Birkaç yüz atlının başında her zamanki gibi sade kıyafetleri içinde bir çöl şövalyesini andıran Uceymi, düşman ateşi altında sağ taraftan sol tarafa koşup gelmişti. Benzeri az görülen bu cüretli hücum, Türk birliğinin sağ kısımdaki karargahı mutlak bir ölümden kurtarmıştı. Düşman süvarileri Uceymi Sadun Paşa'nın bu hücumu karşısında şaşkın bir vaziyette geri çekilmişti.
Süleyman Askeri ise Basra'nın alınması için ikinci kez emir verdi. Türk birliklerinin, üstün düşman kuvvetlerine karşı başarı kazanmasına ramak kalmışken, beklenmeyen bir gelişme oldu. Birinci Alay'ın 1. Taburu, gece İngiliz mevzilerine epeyce sokuldu. İngilizlere ateş konusunda büyük avantaj sağlayan ışıldak ve makineli tüfeği etkisiz hale getirildi. İngilizler'in asıl mevziine varan Türk birliklerinin karşısına birden dikenli teller çıktı. Türk güçleri, bir şeyi unutmuşlardı. Ellerinde tel makası yoktu. Askerler dikenli telleri kazma ve kürekle aşmaya çalıştılar ancak başarılı olunamadı. Defalarca yapılan hücumlar, hep tel örgüye takıldı. Bu Bağdat'ın kaybına neden olacak mağlubiyetlerin başıydı. Yaşanan muhabere sonucunda Türk tarafı mevcudunun yarısı olan 4 bin 500 kayıp vermişti. Onurlu bir asker olan Yarbay Süleyman Askeri, yaşanan bozgunun suçlusu olarak kendisini gördü ve 14 Nisan'da tabancasıyla başına ateş ederek yaşamına son verdi. Askeri'nin cesedi yardımcısı olan Binbaşı Ali tarafından birliğe duyurulmadan Nahile'ye getirildi. Irak Genel Komutanı olan Askeri'nin cenazesi, bir çadır içinde yıkandı ve aynı çadırda büyük bir saygı ve üzüntü içinde gömüldü.
1. Dünya Savaşı'nın sonuna doğru Musul'u terk edecek olan 6. Ordu Komutanı Ali İhsan Sabis, anılarında Süleyman Askeri'nin intiharını şöyle değerlendiriyordu: "Süleyman Askeri Bey, bu hesapsız cesaretini, hayatına kendi eliyle son vermek suretiyle ödemiş ve mesuliyetini bizzat tayin etmiştir. Bu hâzin netice, şerefli bir askerin takdir edilecek kahramanlık faciasıdır. Fakat durumu iyi muhakeme ederek, isabetli tedbirler ile kumandanlık vazifesini layıkıyla yapsaydı, vatana daha faydalı olurdu. Kendi hatası yüzünden görevindeki başarısızlığından dolayı başkalarının hitâplarına katlanmayı şerefine yakıştıramayan namuslu ve şerefli komutan, ölmeyi yaşamaya tercih etmiştir. Bu bir sinir buhranı mıdır? Hayır şeref ve kahramanlık numunesidir."
Uceymi Sadun Paşa, bu bozgun günlerinde, geri çekilmeye başlayan Türk askerleri için koruyucu bir melek gibiydi. Askerlerimize taarruz eden ve soygunculuk yapan bedevileri adamları sayesinde bulduruyor, ibret-i âlem olsun diye herkesin gözü önünde öldürtüyordu. Bunun yanında İngilizlerin ileri karakollarına adamlarıyla beraber baskınlar düzenliyor, Irak'ın her yerinde ses getiriyordu. Kutülammare'ye çekilen İngilizler, Türk kuvvetleri tarafından 4.5 aylık bir kuşatma sonucunda 29 Nisan 1916'da Enver Paşa'nın amcası olan Halil Paşa komutasındaki Türk kuvvetlerine teslim olmak zorunda kaldı. Türkler, 350'si subay olmak üzere 10 bin askeri şehit verirken, 13 general, 481 subay ve 13 bin 300 İngiliz asker teslim oluyordu. Kut'u kurtarmaya gelen 30 bine yakın İngiliz askeri de öldürülmüştü. Türkler için 1'inci Dünya Savaşı'nda Çanakkale'den sonraki en büyük zafer Irak'ta kazanılmıştı. Ancak ilerleyen zamanda takviye olan İngiliz birlikleri Basra'yı aldıktan yaklaşık 2.5 yıl sonra 11 Mart 1917'de Bağdat'a girdiler.
Türk ordusu çekilirken Uceymi ve süvarileri Türkler'in yanından bir an için bile ayrılmıyor, Mehmetçik dara düştüğünde 'Hızır' gibi yetişiyorlardı.
Mekke Şerifi Hüseyin İngilizler'le beraber hareket etmeye başlamasından sonra, Şeyh Uceymi'yi kendi tarafına çekmenin yollarını aramıştı. Ünlü İngiliz Ajan T.E Lawrence da bunun en doğru hareket olacağını belirtip, bir an önce Uceymi'yi saflarına katmanın hesaplarını yapıyordu. Lawrence, Uceymi Sadun Paşa'nın hangi şartlar altında Türkleri terk edeceğini merak ediyordu. Bundan dolayı, Türkler'e ihanet etmesi karşılığında Uceymi'ye savaştan sonra kurulacak Irak Krallığı'nı önerdi. Lawrence, bu iş için Şerif Hüseyin'in oğlu Abdullah'ı görevlendirdi. Emir Abdullah, kendisine verilen bu görevi, "Uceymi Sadun Paşa'nın böyle bir teklifi kabul etmeyeceğini biliyorum. Abes olur" diye reddetmek istedi. Ancak, Lawrence ve babasının ısrarıyla temasa geçti.
Ancak Uceymi Sadun Paşa, Abdullah'ın gönderdiği elçiye şöyle cevap verdi: "O hain elime geçmesin. Bir insan sadakati bilmeyebilir. Fakat kendi ihanetini başkasında düşünmesi için bir sebep lazımdır. Ona bir gün böyle bir teklifi bana yapabilme cesaretini nereden bulduğunu soracağım."
Irak Şeyh-ül Meşâhiyi (Şeyhlerin şeyhi) Uceymi Sadun Paşa'nın vefası, Osmanlı devlet erkânı tarafından hayranlıkla izleniyordu. Padişah 5. Mehmet Reşad, kendisine Osmanlı nişanı verdi. Mustafa Kemal ise Diyarbakır'da 2'inci Ordu, Halep'te 4'üncü Ordu'nun komutanlığını yaparken, 1. Dünya Savaşı boyunca onun yaptıklarını yakından takip etmiş, kendisine olan hayranlığı artmıştı. Kurtuluş Savaşı'nı başlatmak için 3'üncü Ordu Müfettişi olarak Samsun'a çıkmasından yaklaşık bir ay sonra 15 Haziran 1919'da Şeyh Uceymi'ye şifreli bir mektup yazdı. Mustafa Kemal Paşa'nın mektubu şöyleydi: "Bütün dünya İslam'ın iki gözbebeği olan Türk ve Arap milletlerinin ayrılması iki tarafta da zafiyetlere sebep oldu. Ümmeti Muhammed için şanlı bir halde buna karşı el ele vererek Ümmeti Muhammed'in hürriyet ve istiklali uğrunda Allah yolunda savaşmak bizler için farzdır. Kâfirlere karşı yapmış olduğunuz cihatta kültürümüzü korumak ve ırkçılığa karşı verilen mücadelede sizin her zaman destekçiniz olup yanınızdayım. Bu konunun 13'üncü Ordu Komutanlığı ile görüşmenizi ve görüşünüz için yüce şahsınıza sunup gereğinin yapılmasını arz eder, saygılarımı sunarım."
Iraklı bu çöl çocuğu, 1. Dünya Savaşı'nda Türk ordusuna Basra kapılarından Urfa'ya kadar kahraman bir koruyucu olarak eşlik etti. Irak'ta kendisine ait 150 bin dönüm toprağını da terk etti. Şeyh Uceymi, 30 Ekim 1918'de imzalanan ve Osmanlı Devleti'nin yenilgiyi kabul ettiği Mondros Mütarekesi'nin imzasından sonra İngilizlerle çete savaşı yapmaya devam etti. 5 Haziran 1920'de Mardin'e gelen Şeyh Uceymi, Ankara hükümetine başvurarak, Kurtuluş Savaşı'nda adamlarıyla birlikte Fransızlara karşı mücadele etti. Urfa'nın özgürlüğüne kavuşmasında aktif rol oynadı. İngilizler, bir süre sonra, Irak'ta kendilerine ağır darbeler indiren Şeyh Uceymi'yi TBMM hükümetinden istedi. Ancak Mustafa Kemal Paşa, teklifi hiç düşünmeden reddetti. Atatürk, bu koca Türk dostunu, Cumhuriyet kurulduktan sonra unutmadı. 1927'de önce Mardin'e ardından Gaziantep'e yerleşen Uceymi için TBMM'den kendisi ve çevresindeki adamları için Urfa'da 14 köyün bağışlanmasını istedi. Teklif kabul edildi. Ancak, çevresindeki adamlarının büyük kısmının Irak'a dönmesi nedeniyle sadece bir köyün yeterli olacağını söyleyen Uceymi Sadun Paşa, 9 bin dönümlük arazi üzerine kurulu Germü köyüne yerleşti. Dört yakın adamı ondan hiç ayrılmadı. Urfa'nın Arap ailelerinden birisinin kızıyla evlenen Uceymi'nin kızı Mübine'den sonra oğulları İsa ve Abbas dünyaya geldi. Kendi çocukları çiftçilikle uğraşırken, kendisiyle kalan en yakın adamlarından Şüleyde Özdemir'in çocuklarının hepsini okuttu. 1960'da Ankara'da 73 yaşında hayata gözlerini yuman Şeyh Uceymi'nin kızı Mübine Sadun bugün Ankara'da, erkek kardeşleri İsa ve Abbas ise Urfa'da babalarının bıraktığı topraklarda yaşıyor.
Osmanlı Devleti, 1. Dünya Savaşı'na taraf olduğunda, İngilizler'in ele geçirmek için gözlerini diktikleri ilk yerlerden birisi petrol zenginliği nedeniyle Irak'tı. İngilizler 22 Kasım 1914'te Basra'yı işgal etti. Albay Suphi Bey komutasındaki bir Türk birliği, 45 Subay ve 986 er ile İngilizler'e esir düştü. Bu haber İstanbul'da büyük yankı buldu. Basra'da işlerin iyi gitmediği, Bağdat'ın da tehlikeye girdiği artık su götürmüyordu.
Enver Paşa, Bingazi'de beraber savaştığı Kurmay Binbaşı Süleyman Askeri'yi göreve çağırdı. Süleyman Askeri, bir miktar seçme askerle birlikte Irak'a gönderildi. Askeri'nin görevi, oradaki yerli halkı örgütlemek, onlardan oluşturacağı kuvvetle İngilizleri Basra'dan çıkartmaktı. Milli İstihbarat Teşkilatı'nın da atası sayılan Osmanlı Devleti'nin gizli istihbarat teşkilatı Teşkilat-ı Mahsusa'nın da ilk başkanı olan Süleyman Askeri, sadece gönüllü subaylar ve seçkin fedailerden oluşan Osmancık Taburu adlı bir birlik oluşturmuştu. Bu taburdaki her bir asker idealist, cesur ve usta birer savaşçıydı. Irak'ın Müntefik çölleri denilen bölümünde yaşayan Uceymi Sadun Paşa da savaşın başından beri Türkler'in yanında yer alıyordu. Uceymi Sadun Paşa'nın babası Sadun Paşa, II. Abdülhamid döneminde hürriyet taraftarı olduğu için tutuklanmış ve Halep Hapishanesi'ne konulmuş, burada da şüpheli bir şekilde zehirlenerek öldürülmüştü. Servetleri, asaletleriyle tüm Irak'ta adını duyuran bir ailenin oğlu olan Uceymi Sadun Paşa'ya savaşın başlarında Padişah Mehmed Reşad tarafından "Irak Şeyh-ül Meşayihi" yani "Irak Şeyhler Şeyhi" unvanı verilmişti.
Süleyman Askeri, Irak'a gelir gelmez ilk olarak Basra'nın 125 kilometre Kuzeydoğusu'nda ve Karun Nehri'nin doğusunda bulunan İran'ın Ehvaz Kasabası'nı işgal edip düşmanın faydalanmasını önlemek için Abadan'a giden petrol borularını tahrip ettirdi. Süleyman Askeri ve birliği, 20 Ocak 1915'te Dicle boyunda keşif harekatı yapan İngilizler'le karşılaştılar. Zübeyir Muharebesi olarak adlandırılan muharebede Süleyman Askeri Bey, düşman kurşunuyla bacağından yaralandı. Haber, İstanbul'a ulaştığında, Başkumandan Vekili Enver Paşa, her ihtimale karşı sonradan Karabekir soyadını alacak Birinci Kuvvei Seferiye Komutanı Yarbay Kazım Bey'e bu görev için hazırlıklara başlamasını emretti. Çeteci ruhlu, savaşmak için yaratılmış olan bir asker olan Süleyman Askeri, bu sırada çok kritik bir hata yaptı. Aceleci bir yapıya sahip olan Askeri, İngilizlerin keşif için yaptıkları taarruzu gerçek bir taarruz zannetti. İngilizler'in zayıf ve endişe içinde olduklarını düşünüyor ve Basra'nın geri alınacağına artık daha fazla inanır olmuştu.
Askeri sedyedeydi, ancak yaklaşık 9 bin kişilik bir gücün başında Basra'ya doğru ilerlemeye başladı ve 12 Nisan 1915 tarihinde Şuaybe civarındaki Bercisiyye Ormanı etrafında üç gün süren bir çatışma yaşandı. Ancak bu savaşta aşiretlerin çok istekli savaşmaması gibi etkenlere bir de tel engeli eklendi. İlk taarruzda başarılı olamayan Süleyman Askeri, ikinci gün birliklerine İngilizler'in tahkim edilmiş mevzi ve ordugâhına saldırılmasını ve her ne pahasına olursa olsun Şuaybe mevkiinin ele geçirilmesini istedi. Savaşın kritik bir noktasında, İngiliz süvarilerinin ani bir baskın tehlikesi baş gösterdi. Süleyman Askeri'nin Zübeyir'in işgaline ve Basra-Şuaybe yolunu kesmek için görevlendirdiği aşiretler, gönüllü süvari teşkilatından yardım istedi. Uceymi Sadun Paşa, tam zamanında Hızır gibi yetişti ve beraberindeki süvarilerle hücum emrini verdi. Birkaç yüz atlının başında her zamanki gibi sade kıyafetleri içinde bir çöl şövalyesini andıran Uceymi, düşman ateşi altında sağ taraftan sol tarafa koşup gelmişti. Benzeri az görülen bu cüretli hücum, Türk birliğinin sağ kısımdaki karargahı mutlak bir ölümden kurtarmıştı. Düşman süvarileri Uceymi Sadun Paşa'nın bu hücumu karşısında şaşkın bir vaziyette geri çekilmişti.
Süleyman Askeri ise Basra'nın alınması için ikinci kez emir verdi. Türk birliklerinin, üstün düşman kuvvetlerine karşı başarı kazanmasına ramak kalmışken, beklenmeyen bir gelişme oldu. Birinci Alay'ın 1. Taburu, gece İngiliz mevzilerine epeyce sokuldu. İngilizlere ateş konusunda büyük avantaj sağlayan ışıldak ve makineli tüfeği etkisiz hale getirildi. İngilizler'in asıl mevziine varan Türk birliklerinin karşısına birden dikenli teller çıktı. Türk güçleri, bir şeyi unutmuşlardı. Ellerinde tel makası yoktu. Askerler dikenli telleri kazma ve kürekle aşmaya çalıştılar ancak başarılı olunamadı. Defalarca yapılan hücumlar, hep tel örgüye takıldı. Bu Bağdat'ın kaybına neden olacak mağlubiyetlerin başıydı. Yaşanan muhabere sonucunda Türk tarafı mevcudunun yarısı olan 4 bin 500 kayıp vermişti. Onurlu bir asker olan Yarbay Süleyman Askeri, yaşanan bozgunun suçlusu olarak kendisini gördü ve 14 Nisan'da tabancasıyla başına ateş ederek yaşamına son verdi. Askeri'nin cesedi yardımcısı olan Binbaşı Ali tarafından birliğe duyurulmadan Nahile'ye getirildi. Irak Genel Komutanı olan Askeri'nin cenazesi, bir çadır içinde yıkandı ve aynı çadırda büyük bir saygı ve üzüntü içinde gömüldü.
1. Dünya Savaşı'nın sonuna doğru Musul'u terk edecek olan 6. Ordu Komutanı Ali İhsan Sabis, anılarında Süleyman Askeri'nin intiharını şöyle değerlendiriyordu: "Süleyman Askeri Bey, bu hesapsız cesaretini, hayatına kendi eliyle son vermek suretiyle ödemiş ve mesuliyetini bizzat tayin etmiştir. Bu hâzin netice, şerefli bir askerin takdir edilecek kahramanlık faciasıdır. Fakat durumu iyi muhakeme ederek, isabetli tedbirler ile kumandanlık vazifesini layıkıyla yapsaydı, vatana daha faydalı olurdu. Kendi hatası yüzünden görevindeki başarısızlığından dolayı başkalarının hitâplarına katlanmayı şerefine yakıştıramayan namuslu ve şerefli komutan, ölmeyi yaşamaya tercih etmiştir. Bu bir sinir buhranı mıdır? Hayır şeref ve kahramanlık numunesidir."
Uceymi Sadun Paşa, bu bozgun günlerinde, geri çekilmeye başlayan Türk askerleri için koruyucu bir melek gibiydi. Askerlerimize taarruz eden ve soygunculuk yapan bedevileri adamları sayesinde bulduruyor, ibret-i âlem olsun diye herkesin gözü önünde öldürtüyordu. Bunun yanında İngilizlerin ileri karakollarına adamlarıyla beraber baskınlar düzenliyor, Irak'ın her yerinde ses getiriyordu. Kutülammare'ye çekilen İngilizler, Türk kuvvetleri tarafından 4.5 aylık bir kuşatma sonucunda 29 Nisan 1916'da Enver Paşa'nın amcası olan Halil Paşa komutasındaki Türk kuvvetlerine teslim olmak zorunda kaldı. Türkler, 350'si subay olmak üzere 10 bin askeri şehit verirken, 13 general, 481 subay ve 13 bin 300 İngiliz asker teslim oluyordu. Kut'u kurtarmaya gelen 30 bine yakın İngiliz askeri de öldürülmüştü. Türkler için 1'inci Dünya Savaşı'nda Çanakkale'den sonraki en büyük zafer Irak'ta kazanılmıştı. Ancak ilerleyen zamanda takviye olan İngiliz birlikleri Basra'yı aldıktan yaklaşık 2.5 yıl sonra 11 Mart 1917'de Bağdat'a girdiler.
Türk ordusu çekilirken Uceymi ve süvarileri Türkler'in yanından bir an için bile ayrılmıyor, Mehmetçik dara düştüğünde 'Hızır' gibi yetişiyorlardı.
Mekke Şerifi Hüseyin İngilizler'le beraber hareket etmeye başlamasından sonra, Şeyh Uceymi'yi kendi tarafına çekmenin yollarını aramıştı. Ünlü İngiliz Ajan T.E Lawrence da bunun en doğru hareket olacağını belirtip, bir an önce Uceymi'yi saflarına katmanın hesaplarını yapıyordu. Lawrence, Uceymi Sadun Paşa'nın hangi şartlar altında Türkleri terk edeceğini merak ediyordu. Bundan dolayı, Türkler'e ihanet etmesi karşılığında Uceymi'ye savaştan sonra kurulacak Irak Krallığı'nı önerdi. Lawrence, bu iş için Şerif Hüseyin'in oğlu Abdullah'ı görevlendirdi. Emir Abdullah, kendisine verilen bu görevi, "Uceymi Sadun Paşa'nın böyle bir teklifi kabul etmeyeceğini biliyorum. Abes olur" diye reddetmek istedi. Ancak, Lawrence ve babasının ısrarıyla temasa geçti.
Ancak Uceymi Sadun Paşa, Abdullah'ın gönderdiği elçiye şöyle cevap verdi: "O hain elime geçmesin. Bir insan sadakati bilmeyebilir. Fakat kendi ihanetini başkasında düşünmesi için bir sebep lazımdır. Ona bir gün böyle bir teklifi bana yapabilme cesaretini nereden bulduğunu soracağım."
Irak Şeyh-ül Meşâhiyi (Şeyhlerin şeyhi) Uceymi Sadun Paşa'nın vefası, Osmanlı devlet erkânı tarafından hayranlıkla izleniyordu. Padişah 5. Mehmet Reşad, kendisine Osmanlı nişanı verdi. Mustafa Kemal ise Diyarbakır'da 2'inci Ordu, Halep'te 4'üncü Ordu'nun komutanlığını yaparken, 1. Dünya Savaşı boyunca onun yaptıklarını yakından takip etmiş, kendisine olan hayranlığı artmıştı. Kurtuluş Savaşı'nı başlatmak için 3'üncü Ordu Müfettişi olarak Samsun'a çıkmasından yaklaşık bir ay sonra 15 Haziran 1919'da Şeyh Uceymi'ye şifreli bir mektup yazdı. Mustafa Kemal Paşa'nın mektubu şöyleydi: "Bütün dünya İslam'ın iki gözbebeği olan Türk ve Arap milletlerinin ayrılması iki tarafta da zafiyetlere sebep oldu. Ümmeti Muhammed için şanlı bir halde buna karşı el ele vererek Ümmeti Muhammed'in hürriyet ve istiklali uğrunda Allah yolunda savaşmak bizler için farzdır. Kâfirlere karşı yapmış olduğunuz cihatta kültürümüzü korumak ve ırkçılığa karşı verilen mücadelede sizin her zaman destekçiniz olup yanınızdayım. Bu konunun 13'üncü Ordu Komutanlığı ile görüşmenizi ve görüşünüz için yüce şahsınıza sunup gereğinin yapılmasını arz eder, saygılarımı sunarım."
Iraklı bu çöl çocuğu, 1. Dünya Savaşı'nda Türk ordusuna Basra kapılarından Urfa'ya kadar kahraman bir koruyucu olarak eşlik etti. Irak'ta kendisine ait 150 bin dönüm toprağını da terk etti. Şeyh Uceymi, 30 Ekim 1918'de imzalanan ve Osmanlı Devleti'nin yenilgiyi kabul ettiği Mondros Mütarekesi'nin imzasından sonra İngilizlerle çete savaşı yapmaya devam etti. 5 Haziran 1920'de Mardin'e gelen Şeyh Uceymi, Ankara hükümetine başvurarak, Kurtuluş Savaşı'nda adamlarıyla birlikte Fransızlara karşı mücadele etti. Urfa'nın özgürlüğüne kavuşmasında aktif rol oynadı. İngilizler, bir süre sonra, Irak'ta kendilerine ağır darbeler indiren Şeyh Uceymi'yi TBMM hükümetinden istedi. Ancak Mustafa Kemal Paşa, teklifi hiç düşünmeden reddetti. Atatürk, bu koca Türk dostunu, Cumhuriyet kurulduktan sonra unutmadı. 1927'de önce Mardin'e ardından Gaziantep'e yerleşen Uceymi için TBMM'den kendisi ve çevresindeki adamları için Urfa'da 14 köyün bağışlanmasını istedi. Teklif kabul edildi. Ancak, çevresindeki adamlarının büyük kısmının Irak'a dönmesi nedeniyle sadece bir köyün yeterli olacağını söyleyen Uceymi Sadun Paşa, 9 bin dönümlük arazi üzerine kurulu Germü köyüne yerleşti. Dört yakın adamı ondan hiç ayrılmadı. Urfa'nın Arap ailelerinden birisinin kızıyla evlenen Uceymi'nin kızı Mübine'den sonra oğulları İsa ve Abbas dünyaya geldi. Kendi çocukları çiftçilikle uğraşırken, kendisiyle kalan en yakın adamlarından Şüleyde Özdemir'in çocuklarının hepsini okuttu. 1960'da Ankara'da 73 yaşında hayata gözlerini yuman Şeyh Uceymi'nin kızı Mübine Sadun bugün Ankara'da, erkek kardeşleri İsa ve Abbas ise Urfa'da babalarının bıraktığı topraklarda yaşıyor.
Uceymi Sadun Paşa'nın yaptıklarının tanıklarından biri de İsviçre'den kalkıp çöllere koşan Hamza Osman Erkan'dı. Hamza Osman Erkan, yıllar sonra Uceymi Paşa'yı Ankara'da gördüğü günü ise şöyle anlatır: "Üstünde setre pantolon, başında fötr şapka, ufalmış sakalıyla onu güçlükle tanıdım. Yanında çok vefakar ve faziletli insan rahmetli General Kenan vardı. Gençliğinin bütün zindeliği, bütün atılganlığı ve bütün varlığı içinde bıraktığım Müntefik'in genç emir ve kahramanını, gözlerinin feri biraz kaçmış, saçları dökülmüş gördüğüm zaman duyduğum acı şiddetli oldu. Gözlerim yaşlı Uceymi Paşa'nın benim için uzanmış olan kollarına atıldım. Aynı acıyı o da duymuş olacak ki hasret ve melal dolu bir bakışla hatırımı sorup beni kucakladıktan sonra birdenbire adresimi istedi, döndü ve yoluna devam etti. Onda yıkılan, kırılan bir hal vardı. Arkasından uzun uzun, hürmet ve minnet dolu nemli gözlerimle bir süre baktım. Ölüm ve ateş içinde vuruşan yiğitler arasında geçirdiğim günleri, onun şerefli mazisi , fedakârlıkları ve hizmetleri bir an içinde hayalimden geçti ve dudaklarımdan gayri ihtiyari şu cümleler döküldü: Unuttuğumuz kahraman."
Burak ARTUNER
Kayrnak: KAYNAK : Ortadoğu’da Türk Askeri,Burak Artuner, Truva Yayınları, İstanbul, 2006, Sf. 93 (Kitaptaki konular: Asırlar boyunca Arap dünyasının hamiliğini üstlenen Osmanlı Devleti ne zaman ki yıkıldı, Arap ülkeleri "kopan bir tespihin taneleri gibi" dağıldı. Bugün Irak işgal; Filistin, Suriye, Libya ve diğerleri kıskaç altında. Peki bu yola nasıl girildi? İşte bu kitapta, Türkleri arkadan vururken, kendi sonlarını da hazırladıklarını bilmeyen figüranların ihanetleriyle, bu oyun içinde yitirilen yüz binlerce askerimizin fedakarlık öyküsünü bulacaksınız. Kendilerini para karşılığı güçlü devletlere satan Arap şeyhlerinin, tüm Arap halkını temsil etmediğini örnekleriyle göreceksiniz. Mustafa Kemal'in Bingazi'de yaptığı konuşmayı Fransız sefir ülkesine nasıl rapor etti? Türk teğmenin azarladığı Arap şeyhi hangi ülkeyi kurdu? İsmet İnönü'nün bir Türk esiri yıllar önce elinden kurtaramadığı Yemenli şeyhten aldığı garip intikam… Irak'ta, işgalci İngilizlere karşı direnişi örgütleyen Türk komutan… İsviçre'deki kolejini bırakıp gönüllü olarak çöle giden bir subayın yaşadıkları… Irak'ta Türklere kol kanat geren bir Arap şeyhe, Mustafa Kemal'in vefası… Türk askerlerini kesilmekten kurtaran Arap kadınların göz yaşartan fedakarlığı… Mehmet Akif'in çöldeki gizli görevi… Enver Paşa'nın 18 yaşında Fizan'a yolladığı bir teğmenin macerası… İngiliz çizmesi altında kalmaktansa peygamberin türbesini havaya uçurmayı planlayan Türk komutan… Ürdün Kralı Abdullah'ın büyük dedesinin Osmanlı'ya ihaneti ve ölüm döşeğindeki pişmanlık itirafı… Cemal Paşa'nın sürgün ettiği bir Yahudi gencin İsrail'in kurulmasındaki rolü… Arabistanlı Lawrence'ın Arapları kandırışı ve ölümünden 50 yıl sonra mezarına bırakılan bir notta Arapların yazdıkları… Türk askerlerinin Kudüs'e vedası ve Gazze'de yazılan destan… Çölü kanlarıyla sulayan isimsiz kahramanlar… Bunlar gibi birçok gerçek bu kitapla birlikte tarihin sisli perdesi ardından sıyrılacak. Bir solukta okuyacağınız bu kitaptan sonra Türk-Arap ilişkileri ile büyük devletlerin aynı topraklarda oynadığı oyunlara farklı bir gözle bakacaksınız.)
http://www.sabah.com.tr/ramazan/tarih/2011/08/01/yasamini-turklere-adayan-bir-col-mucahidi
http://www.sabah.com.tr/ramazan/tarih/2011/08/01/yasamini-turklere-adayan-bir-col-mucahidi
|
Kaynak: http://www.biyografi.net/kisiayrinti.asp?kisiid=4207
Uceymi Sadun Paşa'nın vefası
Ahmet Benlioğlu
Ahmet Benlioğlu
- GÜLLÜ A. Unuttuğumuz Kahraman Uceymi Sadun Paşa, 2014
Birinci dünya harbi Osmanlı Devleti’nin önce çeşitli mikroplarla zehirlenip, sonra hasta edilip ve nihayetinde parçalandığı bir savaştır. Bu savaşta karşımıza türlü entrikalar, türlü ihanetler çıkmaktadır. Tarih bu ihanetleri asla unutmamış ve lanetle anmıştır. Bu ihanetler içinde bizi ta çocukluk yaşlarımızdan beri en çok üzen, yaralayan yıllarca sırtımızda taşıdığımız, ikindi vaktinden sonra hayvanlarını bile çalıştırmadığımız Arap din kardeşlerimizin dedelerimizi türlü ihanetler ve saçmalıklarla şehit etmesi olmuştur. Osmanlı askerlerine karşı yapılan acımasız saldırıların kalleşliklerin neler olduğunu hepimiz az çok yani tarihe kulak dolguluğu mesabesinde ilgi duyanlar dahi bilir. Bu ihanetler içinde acaba bu Arap milletinde hiç mi aslı temiz ölümden korkmayan ehli vefa insanlar yok mu diye düşünürken karşıma Uceymi Sadun Paşa diye bilinen eli öpülesi bir kahraman, gözü kara bir evladı resul çıktı. Sadun ailesi aslen Mekkeli bir aile olup Irak’a yerleşmiş ve buradaki yaklaşık yirmi beş aşireti bir araya getirerek bu aşiretlere liderlik etmiş büyük bir aşirettir. Bu büyük aile Osmanlı devletine bağlı koca bir birlik gibi savaşmış, Türk askerlerini canları pahasına korumuştur.
Buradan hareketle namı diğer “Irak Şeyh-ül Meşayihi” yani “Irak Şeyhler Şeyhi” olarak da bilinen Sadun Paşa hakkında haddimiz olmayarak birkaç önemli bilgiyi sizlere aktarmak boynumuza borçtur.
Uceymi Sadun Paşa İngilizlere Irak’ı dar etmiş, Fransızları Mardin ve Urfa’dan köpek kovalar gibi kovmuş ve türlü kahramanlıklar göstermiş gerçek bir savaş kahramanıdır. . Şeyh Uceymi Paşa bazen sayıları yaklaşık 100 bini bulan askeri “bağlısı” ile Osmanlı saflarında savaşır Osmanlı askeri ne zaman sıkışsa Şeyh Sadun Paşa, Hızır misali hemen yetişir.
Uceymi Sadun Paşa’nın da katıldığı Osmanlı birlikleri İngilizleri Kut’ül Ammere’yne çekilmek zorunda bırakırlar. Türk kuvvetleri 4,5 aylık kuşatma neticesinde 29 Nisan 1916 da Halil Paşa komutasında tam 350 subay 13 bin 300 askerden oluşan İngiliz kuvvetini teslim alırlar. Onları kurtarmaya gelen 30 bine yakın askeride daha yolda iken öldürürler.
Ancak ilerleyen zamanda takviye olan İngilizler 1917 de Basra’ya sonra Bağdat’a gireler zayıflayan ve Şeyh Uceymi Paşa dan başka desteği olmayan Türkler Irak cephesinden zafer kazanmış iken çekilmek zorunda kalırlar. Çekilme sürecinde de Uceymi Paşa Osmanlı askerlerini yalnız bırakmaz. Çünkü bu sefer eşkıya çeteleri askerlerimizin başına bela olur. Sadun Paşa yol kesen o eşkıya çetelerini, hırsızları, tek tek adamlarına yakalatır ve idam ettirir. Türk ordusu ne zaman sıkışsa Uceymi Paşa askerleri ile çıkar gelir ve Türkleri her zaman korur.
İngilizler, Şeyh Uceymi engelini aşamayınca Hicaz bölgesinde yaptıkları gibi Sadun Paşayı satın alma yoluna giderler. Bizzat Thomas Edward Lawrence veya namı diğer Arabistanlı Lawrence’ingörevlendirmesi ile Şerif Hüseyin’in oğlu Abdullah, Sadun Paşaya bir elçi gönderir. Elçi; “Eğer Osmanlı saflarından ayrılır ve İngilizlerin yanında savaşırsanız kurulacak Irak krallığı sizin olacaktır.” Der.
Sadun Paşa elçiye; “O hain elime geçmesin, bir insan sadakati bilmeyebilir. Fakat kendi ihanetini başkasında düşünmesi için bir sebep lazımdır. Ona bir gün böyle bir teklifi bana yapabilme cesaretini nereden bulduğunu soracağım” cevabını verir.
U. Sadun Paşa Osmanlı devlet nişanı ile ödüllendirilir. Mustafa Kemal Paşa da onun kahramanlığından ve üstün vefasından haberdardır. Bu sebeple M. Kemal Paşa ona şifreli ve gayet edeplice bir mektup gönderir. Mektuptan bazı bölümler;
Cihan-ı İslam'ın iki göz gözbebeği olan Türk ve Arap milletlerini iftirak yüzünden ayrı ayrı zayıf olması, ümmeti Muhammet için şanlı bir halde buna karşı el ele vererek ümmet-i Muhammed'in hürriyet ve istiklaliyeti uğrunda mücahede eylemek bizler için farz-ı ayındır.
İstilacıların karşısında yaptığınız bu üstün mücadelenizde muhterem zatınızla beraber olduğumu arz ederim. Bu konun 13’üncü Ordu Komutanlığı ile görüşmenizi yüce şahsınızdan arz ederim. Efendim.
I.Dünya Savaşı’nda Türklere ihaneti karşılığında teklif edilen Irak Krallığı’nı reddeden ve 150 bin dönüm toprağını Irak’ta bırakan Uceymi Paşa, 5 Haziran 1920’de Mardin’e gelecektir. Genelkurmaya başvurarak, Kurtuluş Savaşı’nda adamlarıyla birlikte Fransızlara karşı mücadele etmek ister. Iraklı Şeyh, Urfa’nın kurtuluşunda aktif rol oynayacaktır.
İngilizler ise kendilerine ağır kayıplar verdiren Uceymi Paşa’yı unutmamışlardır. Kendisini cezalandırmak için şeyhi Ankara Hükümetinden isterler. Ancak Mustafa Kemal Paşa, kendisini İngilizlere vermez.
İngilizler ise kendilerine ağır kayıplar verdiren Uceymi Paşa’yı unutmamışlardır. Kendisini cezalandırmak için şeyhi Ankara Hükümetinden isterler. Ancak Mustafa Kemal Paşa, kendisini İngilizlere vermez.
Şeyh Uceymi Paşa’nın İslam birlikteliğine olan inancı ve sadakati, Cumhuriyet kurulduktan sonra unutulmamış. İlk TBMM de Atatürk’ün teklifi ile şeyh ve akrabaları için Şanlıurfa‘da 14 köyün bağışlanması görüşülerek kabul edilmiş. Lakin Uceymi Paşa’nın akrabalarından çoğu Irak’a geri dönmüştür, bu nedenle Şeyh Uceymi Sadun Paşa, 14 köy arazisinin fazla olduğunu, kendisine ve yanında kalan akrabalarına bir köyün yeteceğini söyler. Bu köy bugünkü Urfa Germüş Köyü’dür.
Ömrü savaşlarda geçen bu aslı temiz asker bir dönem Mardin’de, Gaziantep’te ve Daha ziyade Urfa’da yaşamış. 29 Ekim 1960 ta Ankara Gülhane’de vefat etmiştir. Tabi onun hakkında bilinenler bu kadar değil ve asla böyle bir yazı ile onu anlatmak mümkün değil.
Şeyh Uceymi Sadun bugün bütün bir Orta Doğunun ihtiyacı olan şeyi; Şii-Sünni beraberliği kısmen kurabilmişti. Bütün İslam âleminin Uceymi Paşa’nın bıraktığı yerden işi devralacak ve Şii-Sünniberaberliğini, Peygamberi bir metotla gerçekleştirecek üstün meziyetlere sahip ve aslı temiz bir lidere ihtiyacı vardır. Ruhu şad olsun
- GÜLLÜ A. Unuttuğumuz Kahraman Uceymi Sadun Paşa, 2014
- Biyografi.net
- Yrd. Doç. Serdar DERMAN, ders notları
Kaynak: http://www.kilispostasi.com/kose-yazisi/uceymi-sadun-pasa-nin-vefasi/1201453
bu araştırmanızın sonuçlarına nasıl ulaştınız?çok önmeli cevabınız.
YanıtlaSilMadam Bovary, Bu çalışma bir araştırma değildir, Burak Beyin makalesinin ve bu konuda yazılmış diğer yazıların alıntılandığı bir blogdasınız. Bloğumuzda Kaynak gösterilmeye dikkat edilmektedir.
YanıtlaSil