İki Türk'ün Avustralya'ya Savaş İlanı
BİR KİTABIN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ
Hatice YALÇIN
Hatice YALÇIN
Geçen gün bir toplantıda, bir öğrencim bana bir kitap gösterdi. “Bakar mısınız hocam?” dedi.
Eserin Adı: İki Türk’ün Avustralya’ya Savaş İlânı
Yazarı: M. Türkay Ilıcak
Başlığı görünce tamam dedim. Bunlar da bizim Donkişotlar. Oysa eserin konusu: Avustralya’nın Broken Hill kasabasında yaşayan iki Türk’ün 1 Ocak 1915’te, yılbaşı gününde hareket halinde olan trene ateş açmaları. Trendeki bazı kişilerin polise haber vermeleri, olayı dışarıdan gören bir kasabalının da durumu asker, polis ve mavzer tüfek teşkilatına bildirmesi. Polislerin, askerlerin ve silahlı sivillerin kahramanlarımıza saldırmaları...
Olay, kahramanlarımızın (Gül Mehmet ve Molla Abdullah’ın) 1 Ocak 1915 günü saat 10.00 gibi trene ateş açmalarıyla başlar. Tren hızla hareketine devam ettiği içini, Gül Mehmet ve Molla Abdullah da ilerideki ak kayalıklara doğru koşup siper alırlar. Ölümüne savaş bir, bir buçuk saat kadar sürer. Önce Gül Mehmet ağır yaralanır. Sonra Abdullah da mücadelenin sonunda şehit olur. Silahların sustuğunu gören kasabalı, kahramanlarımızı adalete teslim etmek niyetinde değildir. Kendileri cezalandırmak isterler. Birinin ölü, diğerinin ağır yaralı olduğunu gördükleri halde üzerlerine hunharca saldırırlar. Sonunda 17 yerinden ağır yaralanan Gül Mehmet de hastaneye götürülürken yolda şehit olur. Kasabalılar emniyet teşkilatında ve hastanede şehitlerimizin aleyhinde taşkınlıklar yaparlar. Müslümanlardan oluşan devecilerin yaşadığı kampa saldırmak isterler. Zar zor önlerine geçilir. Askerlerin, polisin ciddî gayretleriyle şehitlerimiz toprağa verilir, ama hiçbir kasabalı nereye gömüldüklerini öğrenemez.
Kahramanlarımızdan Gül Mehmet 25 yaşlarındadır. At arabasıyla dondurma satarak, madence zengin Broken Hill kasabasında hayatını sürdürmektedir. Molla Abdullah da 65 yaşlarındadır. Afganlıların yaşadığı Deveciler kampında ki burası bir mülteci kampıdır, kasaplık yapmaktadır. Resmi görevi kamp imamlığıdır. Başında sarığı vardır. İslamî bir kıyafet içindedir. Bu yüzden kasabanın gençleri, çocukları tarafından rahatsız edilir, tacize uğrar. Uygun yerde kurban kesmiyorsun diye yetkililerce cezalandırılır. Deveciler Kampı’nda Gül Mehmet ile arkadaş olur.
Şehitlerimizin ceplerinden çıkan mektuptan Gül Mehmet’in millî duygularının çok yüksek olduğunu öğreniyoruz. Savaş için birkaç kez Türkiye’ye gidip Padişahla görüşmüş. Ben Türkiyeliyim, Abdülhamit’in memleketindenim, diye yazıyor. Molla Abdullah’ı tren baskınına ikna ediyor. Kimsenin kendilerini yönlendirmediğini, kendi kararlarıyla bu olayı gerçekleştirdiklerini yazıyorlar.
Zaman, I. Dünya Savaşı’nın hızla yaşandığı bir zaman. Osmanlı, Devleti Âli de 29 Ekim 1914’te savaşa girmiş, İngiliz İmparatorluğu ile savaşmakta. İngilizler, Avustralya’dan, Yeni Zelanda’ya kadar olan sömürgelerinden paralı asker toplayıp Avrupa’ya, Ortadoğu’ya gönderiyor. Bu savaşlar yalnız Avrupa’yı, yalnız Ortadoğu’yu değil, bütün dünyayı ilgilendiriyor.
20 bin km. uzakta yaşayan Gül Mehmet ve Molla Abdullah da bu savaşla ilgilenenlerden. Çünkü yaşadıkları Broken Hill’den savaş için trenlerle asker sevkiyatı yapılmaktadır. Kahramanlarımız durup dururken tren baskınına karar vermiyorlar. Olaya macera gözüyle bakmıyorlar. Avustralyalılar bile olayı yayın organlarında “İki Türk’ün Avustralya’ya Savaş İlanı” diye yayınlıyorlar. O zamanın bir başka Avustralya gazetesinde; “Dondurmacı Gül Mehmet ile Molla Abdullah birleşerek Avustralya’ya karşı bir ordu kurdular. Bu savaşta ölmeye yemin ettiler.” diyor. Yine Avustralya Tarih kitaplarında bu olay: “Avustralya dâhilindeki I. Dünya Savaşı” olarak geçer. Bu savaşta (6) kişinin öldüğünü (7) kişinin de yaralandığı duyururlar.
Düşünün bir kere, binlerce kilometre ötelerde iki Türk, kendi diktikleri Türk askeri kıyafetini giyip, Türk bayrağına sarınıp, dondurma arabasına da bir mavzer tüfek, tabanca, bıçak, hayli mermi koyup, asker sevkiyatı yapan trene ateş açarlar. Peki, onlara bu saldırıyı yaptıran güç nedir?
Bu sorunun cevabını Akif’in Balkan bozgunu sonrasında ve İstiklal Harbi öncesinde kaleme aldığı aşağıdaki dizelerde aramak lazım.
Eş hele bir dağları örten karı
Ot değil onlar, dedenin saçları
.............................. ................
Korkma sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak
O, benim milletimin yıldızıdır, parlayacak
O benimdir o benim milletimindir ancak...
Eserin Adı: İki Türk’ün Avustralya’ya Savaş İlânı
Yazarı: M. Türkay Ilıcak
Başlığı görünce tamam dedim. Bunlar da bizim Donkişotlar. Oysa eserin konusu: Avustralya’nın Broken Hill kasabasında yaşayan iki Türk’ün 1 Ocak 1915’te, yılbaşı gününde hareket halinde olan trene ateş açmaları. Trendeki bazı kişilerin polise haber vermeleri, olayı dışarıdan gören bir kasabalının da durumu asker, polis ve mavzer tüfek teşkilatına bildirmesi. Polislerin, askerlerin ve silahlı sivillerin kahramanlarımıza saldırmaları...
Olay, kahramanlarımızın (Gül Mehmet ve Molla Abdullah’ın) 1 Ocak 1915 günü saat 10.00 gibi trene ateş açmalarıyla başlar. Tren hızla hareketine devam ettiği içini, Gül Mehmet ve Molla Abdullah da ilerideki ak kayalıklara doğru koşup siper alırlar. Ölümüne savaş bir, bir buçuk saat kadar sürer. Önce Gül Mehmet ağır yaralanır. Sonra Abdullah da mücadelenin sonunda şehit olur. Silahların sustuğunu gören kasabalı, kahramanlarımızı adalete teslim etmek niyetinde değildir. Kendileri cezalandırmak isterler. Birinin ölü, diğerinin ağır yaralı olduğunu gördükleri halde üzerlerine hunharca saldırırlar. Sonunda 17 yerinden ağır yaralanan Gül Mehmet de hastaneye götürülürken yolda şehit olur. Kasabalılar emniyet teşkilatında ve hastanede şehitlerimizin aleyhinde taşkınlıklar yaparlar. Müslümanlardan oluşan devecilerin yaşadığı kampa saldırmak isterler. Zar zor önlerine geçilir. Askerlerin, polisin ciddî gayretleriyle şehitlerimiz toprağa verilir, ama hiçbir kasabalı nereye gömüldüklerini öğrenemez.
Kahramanlarımızdan Gül Mehmet 25 yaşlarındadır. At arabasıyla dondurma satarak, madence zengin Broken Hill kasabasında hayatını sürdürmektedir. Molla Abdullah da 65 yaşlarındadır. Afganlıların yaşadığı Deveciler kampında ki burası bir mülteci kampıdır, kasaplık yapmaktadır. Resmi görevi kamp imamlığıdır. Başında sarığı vardır. İslamî bir kıyafet içindedir. Bu yüzden kasabanın gençleri, çocukları tarafından rahatsız edilir, tacize uğrar. Uygun yerde kurban kesmiyorsun diye yetkililerce cezalandırılır. Deveciler Kampı’nda Gül Mehmet ile arkadaş olur.
Şehitlerimizin ceplerinden çıkan mektuptan Gül Mehmet’in millî duygularının çok yüksek olduğunu öğreniyoruz. Savaş için birkaç kez Türkiye’ye gidip Padişahla görüşmüş. Ben Türkiyeliyim, Abdülhamit’in memleketindenim, diye yazıyor. Molla Abdullah’ı tren baskınına ikna ediyor. Kimsenin kendilerini yönlendirmediğini, kendi kararlarıyla bu olayı gerçekleştirdiklerini yazıyorlar.
Zaman, I. Dünya Savaşı’nın hızla yaşandığı bir zaman. Osmanlı, Devleti Âli de 29 Ekim 1914’te savaşa girmiş, İngiliz İmparatorluğu ile savaşmakta. İngilizler, Avustralya’dan, Yeni Zelanda’ya kadar olan sömürgelerinden paralı asker toplayıp Avrupa’ya, Ortadoğu’ya gönderiyor. Bu savaşlar yalnız Avrupa’yı, yalnız Ortadoğu’yu değil, bütün dünyayı ilgilendiriyor.
20 bin km. uzakta yaşayan Gül Mehmet ve Molla Abdullah da bu savaşla ilgilenenlerden. Çünkü yaşadıkları Broken Hill’den savaş için trenlerle asker sevkiyatı yapılmaktadır. Kahramanlarımız durup dururken tren baskınına karar vermiyorlar. Olaya macera gözüyle bakmıyorlar. Avustralyalılar bile olayı yayın organlarında “İki Türk’ün Avustralya’ya Savaş İlanı” diye yayınlıyorlar. O zamanın bir başka Avustralya gazetesinde; “Dondurmacı Gül Mehmet ile Molla Abdullah birleşerek Avustralya’ya karşı bir ordu kurdular. Bu savaşta ölmeye yemin ettiler.” diyor. Yine Avustralya Tarih kitaplarında bu olay: “Avustralya dâhilindeki I. Dünya Savaşı” olarak geçer. Bu savaşta (6) kişinin öldüğünü (7) kişinin de yaralandığı duyururlar.
Düşünün bir kere, binlerce kilometre ötelerde iki Türk, kendi diktikleri Türk askeri kıyafetini giyip, Türk bayrağına sarınıp, dondurma arabasına da bir mavzer tüfek, tabanca, bıçak, hayli mermi koyup, asker sevkiyatı yapan trene ateş açarlar. Peki, onlara bu saldırıyı yaptıran güç nedir?
Bu sorunun cevabını Akif’in Balkan bozgunu sonrasında ve İstiklal Harbi öncesinde kaleme aldığı aşağıdaki dizelerde aramak lazım.
Eş hele bir dağları örten karı
Ot değil onlar, dedenin saçları
..............................
Korkma sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak
O, benim milletimin yıldızıdır, parlayacak
O benimdir o benim milletimindir ancak...
Arkadaş yurduma alçakları uğratma sakın
Siper et gövdeni dursun bu hayâsızca akın
Doğacaktır sana vaat ettiği günler Hakkın
Kim bilir belki yarın belki yarından da yakın
.............................. .............................. ...........
Yine bir başka şairimizin;
Bu vatan toprağın kara bağrında
Sıra dağlar gibi duranlarındır.
Bir tarih boyunca onun uğrunda
Kendini tarihe verenlerindir.
.............................. ..............
dizelerinde aramak lazım, vereceğimiz cevabı.
M. Türkay Ilıcak’ın “İki Türk’ün Avustralya’ya Savaş İlanı”ndan öğrendiğimize göre Avustralyalılar olayın üzerinden hayli zaman geçmesine rağmen ciddi araştırmalar yapıyorlar. “Bazı adaletsizlikler için ve hiçbir ümitsizliğe kapılmadan uzaktaki ülkeleri uğruna canlarını verme pahasına böyle bir harekete kalkışan etrafları sarılmış iki Türk.” diye bahsediyorlar. Konuyla ilgili filmler çeviriyorlar. Senaryo yazıp tiyatrolarda oynuyorlar. Peki ya biz, bizler bu iki şehidimiz için neler yaptık, neler yapmalıyız?
M. Akif olsaydı Çanakkale Şehitlerine yaptığı gibi, Kâbe’yi şehitlerimize taş olarak diker, gök kubbeyi yıldızlarıyla şehitlerimizin üstüne çeker, nisan bulutlarından türbelerine tavan yapar, Ülker yıldızını avize olarak getirir, yine de ruhu tatmin olmaz;
“Ey şehit oğlu şehit isteme benden makber
Sana aguşunu açmış duruyor, Peygamber!” deyiverirdi.
1977’de Türkiye’nin Avustralya büyükelçisi Bilal Şimşir harekete geçer. Avustralya’daki Türk vatandaşlarıyla görüşür. Kasabanın Belediye Başkanı Mr. Blak ile konuyu görüşür ve anlaşmaya varır. Hatta başkan, daha ileri giderek dikilecek abidenin zemin betonuna kadar yapabileceklerini söyler. Anıt için çizimler yapılır. İş orada kalır. O gün, bu gündür ortada bir şey yok. Oysa bu iki şehidimin oradaki varlığı bizim şerefimizdir! Şairin;
Dur yolcu, bilmeden gelip bastığın
Bu toprak, bir devrin battığı yerdir.
Eğil de kulak ver bu sessiz yığın
Bir vatan kalbinin attığı yerdir.
dediği gibi;
Bu ıssız, gölgesiz yolun sonunda
Gördüğün bu tümsek Avustralya Broken Hill kasabasında
İstiklâl uğrunda, namus yolunda, bayrak uğrunda
Can veren Gül Mehmet’in, Molla Abdullah’ın yattığı yerdir.
Onlar inandıkları değerler uğrunda canlarını verdiler. Biz onlardan bir anıtı esirgemeyelim, sakınmayalım. Büyükelçimiz Bilal Şimşir’in başlattığı çalışmaları şehitlerimize layık bir abide ile taçlandıralım. İçimizden “Acaba dostluğumuza, diyalogumuza halel gelir mi?” diye bu abidenin yapılmasına sıcak bakmayanlar, engel olanlar çıkacaktır. Onları Allah’a havale ediyorum. Bu abidenin yapılması için ben emekli bir edebiyat öğretmeni Hatice Yalçın olarak maddi, manevi ne gerekiyorsa yapmaya hazırım.
ŞEHİTLERİMİZİN RUHU ŞÂD OLSUN
Siper et gövdeni dursun bu hayâsızca akın
Doğacaktır sana vaat ettiği günler Hakkın
Kim bilir belki yarın belki yarından da yakın
..............................
Yine bir başka şairimizin;
Bu vatan toprağın kara bağrında
Sıra dağlar gibi duranlarındır.
Bir tarih boyunca onun uğrunda
Kendini tarihe verenlerindir.
..............................
dizelerinde aramak lazım, vereceğimiz cevabı.
M. Türkay Ilıcak’ın “İki Türk’ün Avustralya’ya Savaş İlanı”ndan öğrendiğimize göre Avustralyalılar olayın üzerinden hayli zaman geçmesine rağmen ciddi araştırmalar yapıyorlar. “Bazı adaletsizlikler için ve hiçbir ümitsizliğe kapılmadan uzaktaki ülkeleri uğruna canlarını verme pahasına böyle bir harekete kalkışan etrafları sarılmış iki Türk.” diye bahsediyorlar. Konuyla ilgili filmler çeviriyorlar. Senaryo yazıp tiyatrolarda oynuyorlar. Peki ya biz, bizler bu iki şehidimiz için neler yaptık, neler yapmalıyız?
M. Akif olsaydı Çanakkale Şehitlerine yaptığı gibi, Kâbe’yi şehitlerimize taş olarak diker, gök kubbeyi yıldızlarıyla şehitlerimizin üstüne çeker, nisan bulutlarından türbelerine tavan yapar, Ülker yıldızını avize olarak getirir, yine de ruhu tatmin olmaz;
“Ey şehit oğlu şehit isteme benden makber
Sana aguşunu açmış duruyor, Peygamber!” deyiverirdi.
1977’de Türkiye’nin Avustralya büyükelçisi Bilal Şimşir harekete geçer. Avustralya’daki Türk vatandaşlarıyla görüşür. Kasabanın Belediye Başkanı Mr. Blak ile konuyu görüşür ve anlaşmaya varır. Hatta başkan, daha ileri giderek dikilecek abidenin zemin betonuna kadar yapabileceklerini söyler. Anıt için çizimler yapılır. İş orada kalır. O gün, bu gündür ortada bir şey yok. Oysa bu iki şehidimin oradaki varlığı bizim şerefimizdir! Şairin;
Dur yolcu, bilmeden gelip bastığın
Bu toprak, bir devrin battığı yerdir.
Eğil de kulak ver bu sessiz yığın
Bir vatan kalbinin attığı yerdir.
dediği gibi;
Bu ıssız, gölgesiz yolun sonunda
Gördüğün bu tümsek Avustralya Broken Hill kasabasında
İstiklâl uğrunda, namus yolunda, bayrak uğrunda
Can veren Gül Mehmet’in, Molla Abdullah’ın yattığı yerdir.
Onlar inandıkları değerler uğrunda canlarını verdiler. Biz onlardan bir anıtı esirgemeyelim, sakınmayalım. Büyükelçimiz Bilal Şimşir’in başlattığı çalışmaları şehitlerimize layık bir abide ile taçlandıralım. İçimizden “Acaba dostluğumuza, diyalogumuza halel gelir mi?” diye bu abidenin yapılmasına sıcak bakmayanlar, engel olanlar çıkacaktır. Onları Allah’a havale ediyorum. Bu abidenin yapılması için ben emekli bir edebiyat öğretmeni Hatice Yalçın olarak maddi, manevi ne gerekiyorsa yapmaya hazırım.
ŞEHİTLERİMİZİN RUHU ŞÂD OLSUN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder