Unutturulan Bir Kahraman Osmanlı Subayı: Süleyman Askeri
Bey
Portre; Süleyman Askeri Bey
Peren Birsaygılı Mut
29 Nisan 2011
Çıktığın yolda bugün yelken açık, yapayalnız,
Gözlerin arkaya çevrilmeyerek, pervasız
Yürü! hür maviliğin bittiği son hadde kadar!
İnsan alemde hayal ettiği müddetçe yaşar…
Yahya Kemal Beyatlı
Süleyman Askeri, 1884 senesinde bir yangın yerinin ortasına gözlerini açar.
Babası Vehbi Paşa’dır. Kendisiyle aynı sene doğan Yahya Kemal Beyatlı, seneler
sonra Osmanlı’nın halini tasvir ederken; “Kalanlar ortada genç,
ihtiyar, kadın, erkek harap olup yaşıyor tali’in azabıyla …Vatanda düşmanı
seyretmek ızdırabıyla…“ diyecektir.
Süleyman Askeri’nin doğduğu sene, Osmanlı tarihinin en ağır günlerinden
geçmektedir. 1854 senesinde kaybedilen Kırım Savaşı, ardından gelen Balta
Limanı Antlaşması sonucunda tarihinde ilk kez dış borç almak zorunda kalır.
İngilizlerden % 6 gibi yüksek bir faizle alınan 3 milyon 300 Osmanlı altını da
ancak kısa süreli fayda gösterir. 1876 ‘da parasızlık yüzünden tüm ödemeler
durdurulur, ardından durum iyice kötü hal alır ve önce 1879 senesinde
İngilizlerden alınmış olan borcun faizine karşılık olarak damga /içki / balık
avı / tuz ve tütün gelirlerine el konulan Osmanlı, 1881 senesine gelindiğinde
devlet hazinesini tümüyle Alman, Avusturyalı, Fransız ve İtalyan alacaklılar ve
Galata bankerlerinden oluşan Düyun-u Umumiye Osmanlı İdaresi meclisine bırakır.
Süleyman Askeri, bu sırada Askeri Harbiye’den kurmay yüzbaşı olarak mezun
olmuştur. II.Meşrutiyetin 1908 senesinde ilan edilmesinde rol oynayan hürriyet
yanlısı genç subaylar içinde o da vardır. Bu ayaklanma hareketi İmparatorluk
tarihinin en önemli dönemeçlerinden birini oluşturmuştur.
(..)
Süleyman Askeri’nin, 1905 senesinde henüz 21 yaşında iken kurmay yüzbaşı olarak
mezun olduğu Askeri Harbiye’den sonra ilk atandığı yer Manastır olur. Bilindiği
üzere Manastır ve Selanik, Meşrutiyet öncesi mücadelenin en yoğun yaşandığı
yerlerdir. Süleyman Askeri de Manastır’da bulunduğu üç sene boyunca aktif
olarak bu mücadele içinde yer alır. Tüm hayatı boyunca sadık bir dost gibi ona
eşlik edecek olan hürriyet düşüncesi, Manastır’da daha da güçlenir.
Manastır’da ruhunda isyan taşıyan bir kuşak vardır. Ve bunlardan birisi de
Meşrutiyet hareketinin en aktif kahramanlarından birisi olan Mülazım Atıf ’dır.
Süleyman Askeri ile Mülazım Atıf‘ın yolları da burada kesişir. Mülazım Atıf,
2.Meşrutiyet’in ilanı ile sonuçlanacak tetiği çeken, yani Şemsi Paşa’yı
Manastır’da öldürerek, tabancasından çıkan kurşunla meşrutiyetin temelini atan
kişi olurken, onun kaçmasını organize edecek kişi de Süleyman Askeri olacaktır.
Süleyman Askeri’nin de içinde yer aldığı bu olayın Osmanlı için önemli
dönemeçlerden biri olduğunu söylemek mümkün.
24 yaşındaki Osmanlı subayının Manastır’dan sonraki vazifesi sahası Bağdat
olacaktır..Öncesinde Filibe eşrafından Fadime Hanım ile evlenir ve 1909
senesine, yani Bağdat jandarma birliklerinin düzenlenmesi vazifesi ile Bağdat’a
gidene kadar Manastır’da kalır.
Bağdat; gerek barındırdığı ciddi kültürel ve tarihi miras, gerek sahip olduğu
çevre havzalar ve Hint yarımadasına giden yol üzerinde olan fevkalade önemli
jeopolitik konumu düşünüldüğünde, Osmanlı için de başlıca merkezlerden biri
olagelmiştir. Öte yandan Bağdat demiryolu hattı projesi ihalesinin Almanya’ya
verilmiş olmasının İngiltere ile Osmanlı arasında evvelden beri yarattığı
gerilim de hesaba katılırsa, üzerine pek çok milliyetçi isyan planı yapılan
bölgenin askeri bakımdan güçlendirilmesinin önemi çok büyüktür.
Bu nedenle, Manastır’daki görevi boyunca faal bir subay olarak dikkat çekmiş
olan Süleyman Askeri, Meşrutiyet sonrasında kolağası (yüzbaşı) rütbesi ile
Bağdat Jandarma Birlikleri’nin düzenlenmesi ve ıslahatı ile
vazifelendirilir.
Bağdat’tan Trablusgarp’a…
Süleyman Askeri Bey’in Bağdat’tan sonraki vazife yeri Trablusgarp – Bingazi
olacaktır. Binlerce Osmanlı askerini koyun koyuna sonsuz uykuya teslim alan
Trablusgarp cephesi, tarih kitaplarının kuru anlatımının dışında anlatılması
gereken olağanüstü hikayeler ile doludur.
Trablusgap cephesinin bir diğer özelliği ise, 1913 senesinde Enver Paşa’nın
denetimde ve Süleyman Askeri’nin başkanlığında kurulacak olan Teşkilat-ı
Mahsusa’nın Fedai Zabıtan ismi ile cephe iradesini ilk gösterdiği yer
olmasıdır.
Zira İtalya’nın, Eylül 1911’de Osmanlı’nın Kuzey Afrika’daki topraklarını işgal
etmesi karşısında, II.Abdülhamit karamsardır. Osmanlı tahtına oturduktan sonra
sarayda geçirdiği otuz sene boyunca pek çok hadiseye tanıklık etmiş olan
Sultan’ın en hüzünlü tanıklığı, emperyalist ulusların birer birer Osmanlı
topraklarını işgale başlaması olacaktır.
İtalya , 27 Eylül 1911’de, II.Abdülhamit Selanik’te iken, bir ültimatom verir.
Ültimatomun amacı Osmanlı’nın işgale razı olmasını sağlamaktır. Ültimatom, bir
gün sonra Sadrazam İbrahim Hakkı Paşa kabinesi tarafından reddedilir. Ancak,
İtalya bildiğini okumaktan geri durmaz ve işgal bilfiil başlar. Sadrazam
İbrahim Hakkı Paşa kabinesi bu durum karşısında istifasını sunar ve yerine
geçen yeni Sait Paşa kabinesi işgalin uluslar arası platformda çözüleceğini
umarak, hareketsiz kalır. İşgale karşı bir protesto mesajı yayınlamakla yetinir
ancak bu esnada İtalyanlar çoktan Derne’yi bombalamaya başlayarak, Trablusgarp’ı
abluka altına almışlardır bile…
Bu olaylar cereyan ederken, Berlin’de askeri ateşe vazifesinde bulunan Enver
Paşa ve yanındakilerin tek çabası hükümeti işgali protestodan daha fazla ikna
etmektir. Osmanlı, tüm bu çabalar sonucunda işgale karşı eyleme geçilmesine
razı olur. Ancak bir şart ile …
Osmanlı’nın resmi politikası işgale boyun etmektir bu nedenle Enver Paşa
komutasındaki subayların Trablusgarp’a ulaşmaları için fevkalade tehlikeli,
gizli yollara başvurmaları gerekmektedir. Ve bu genç subaylar yakalandıkları
takdirde ise tek bir söz söyleyeceklerdir ; “Bizler , Osmanlı
hükümetinin resmi politikalarına karşı duran bir avuç maceraperestiz.. Her ne
yapıyor isek şahsi irademiz ile yapıyoruz, devletimizin herhangi bir
sorumluluğu yoktur..“
“Çıplak ayaklı paçavralar içindeki yurtseverleriz biz.. Osmanlı bizi terk
ederse, ülkemiz üzerindeki haklarından vazgeçtiğini bildireceğiz..Trablusgarp
cumhuriyetini kuracağız..O zaman, bizlerin Trablusgarp’ı nasıl savunacağını
göreceksiniz ….” Trablusgarp kumandanlarından Ferhad Bey
……
“ Artık bizim mukavemet hareketimiz, herhangi bir Osmanlı kabinesi adına
değil , milli gurur ve haysiyetimiz adına, Afrika’daki son Osmanlı toprağının
müdafaası adına yapılıyordu…” Trablusgarp kumandanlarından Eşref Kuşcubaşı
Enver Paşa, hemen gönüllü subaylardan oluşan birlikleri oluşturmaya başlar.
Gönüllülerin en başında , Süleyman Askeri gelecektir. Süleyman Askeri’nin
Trablusgarp’a geçişi hoca kılığında olur.. Mustafa Kemal Paşa ve Enver Paşa’nın
yanı sıra, Enver Paşa’nın kardeşi Nuri Paşa, Halil Paşa, Fuat Bulca, Nuri
Conker, Ali Fethi Okyar, Nazmi Bey, Ömer Fevzi Mardin, Kara Kemal, Rauf Orbay,
Kuşçubaşı Eşref, Yakup Cemil, Hacı Selim Sami, Abdurreşit İbrahim, Ali
Çetinkaya, Sadık Bey, Çerkez Reşit Bey, Mim Kemal Öke’nin de aralarında olduğu
yaklaşık 20 Osmanlı subayı, Libya’ya “Magrep’te Osmanlı’nın elindeki son İslâm
toprağını” muhafaza etmek için gelirler.
Mısır ve Tunus üzerinden Trablusgarp’a sızan –bu seyahatlerin nasıl çetin
koşullarda gerçekleştiği Eşref Kuşcubaşı’nın hatıralarında mevcut- genç Osmanlı
subayları, bölgeye vardıklarında ilk iş olarak bölgedeki aşiret reislerinin
desteğini sağlamaya çalışır. Sonraki hedef, İtalyanların iç bölgelere doğru
ilerlemesini engellemek için bedevi gönüllüleri örgütlemek olacaktır.
Bu esnada Osmanlı birliklerine en büyük desteği verecek olan kişi Şeyh Ahmed
Eş-Şerif Es Sunusi olur. Şeyh Sunusi, Trablusgarp işgali sırasında İtalyanlara
karşı gösterdiği büyük direniş ile adeta bir efsane yaratacaktır .
Süleyman Askeri’nin vazifesi açıktır. O, Binbaşı Aziz Ali Bey’in kurmay
başkanlığı ve Enver Paşa’nın Derne’deki karargahı ile Bingazi’deki direniş
arasındaki irtibatı idare etmektedir. Ve o esnada Bingazi’de ile Trablusgarp’ta
bulunan 50.000 kişilik İtalyan kuvveti karşısında örgütlediği bedeviler gerilla
savaşında o denli başarılı olur ki, İtalyan orduları uzun süre sahil şeridine
sıkışıp kalmaktan öteye gidemezler.
Ancak, bu sırada Osmanlı’da önemli gelişmeler meydana gelmektedir. Direnişi
destekleyen kabinenin yerine harbiye Nezareti’ne Mahmut Şevket Paşa’nın geçmesi
ile Fedai Zabıtan grubuna yapılan maddi destek iyice zayıflar ve başlayan
Balkan ayaklanmaları karşısında Osmanlı İtalyanlar ile masaya oturarak Uşi
Barış Antlaşmasını imzalar ve birliklerin geri gelmesini öngörür. Trablusgarp
elden çıkmaya başlamıştır.
Bu durum Fedai Zabıtan subayları arasında büyük tartışmalara yol açar. Zira,
tam da genç subayların direnişinin başarıya ulaşmak üzere olduğu dönemde
yapılan bu anlaşma ile Osmanlı’nın geri çekilmesi öngörülmektedir.
Büyük başarıların elde edildiği Trablusgarp direnişinin sonrasında gelen haber
ise düşünceye mahal bırakmayacak şekilde ivedidir. Fedai Zabıtan,
Trablusgarp’ta direnişe devam etmeye yönelik tüm planlarını askıya alır ..Çünkü
İstanbul’dan gelen telgrafa göre ; Trakya elden gitmektedir..
Süleyman Askeri’nin de Trablusgarp’tan sonraki vazife sahası Batı Trakya
olacaktır.. Süleyman Askeri, bu esnada 27 yaşındadır. Ve Manastır’da görevli
olduğu sırada evlendiği Filibe eşrafından Fadime Hanım’dan üç yaşlarında bir
kız evladı bulunmaktadır.
Trablusgarp’tan Batı Trakya çete savaşlarına…
Süleyman Askeri, eşini ve kızını gözünü kırpmadan tekrar geride bırakarak bu
kez de B.Trakya’ya koşar. Zira Trablusgarp’ ta süregelen savaştan da güç alan Karadağ,
Bulgaristan, Yunanistan ve Sırbistan, Rusya’nın da kışkırtmasıyla bu kez
Osmanlı’nın en önemli toprakları olan Balkanlar üzerinde birleşip Osmanlı’yı
vurmaya başlamıştır.
İlk haber 21 Ekim sabahı Kırcaali’den gelir. Kırcaali düşmüştür. Altı gün sonra
Ferecik işgal edilir, iki gün sonra Karaağaç, Karaağaç’ın işgal edilmesinden
tam 1 hafta sonra Drama ve Kavala, hemen ertesi gün Serez, onüç gün sonra
Dedeağaç, Dedeağaç’ın düşmesinden bir gün sonra İskeçe, İskeçe’nin işgal
haberinin henüz alındığı esnada da Gümülcine düşer. Akabinde yapılan Londra
antlaşması ile de Edirne ve Kırklareli de Bulgaristan’a bırakılmak zorunda
kalır.
B.Trakya’da Osmanlı’ya ait toprakların bir o yana bir bu yana kayıp durma
zamanının geldiği günler başlamıştır. Dağların, ormanların, yerleşim yerlerinin
talan edilerek Osmanlı İslam medeniyetinin hiçe sayılmak istendiği zamanlar..
Ve işte bu zamanlar öyle günlere gebedir ki; bizi kendi gerçekliğimizden
kopartacak yeni harita, olanı biteni hiç itirazsız kabul etmenin bırakacağı
ölümcül bir utanç duygusunu da yanında bırakacaktır . Ancak çağ başında yetişen
nesil, kabul ettirilmek istenen yeni haritalara asla boyun eğmeyecek kadar
bağlı çıkar Osmanlı’ya..
Bir tarafta işgal ettikleri toprakları paylaşma derdinde olanlar, öte yanda,
artık tek düşünebildikleri namus bildikleri toprakları geri almak olanlar… Ve
bu durumdaki genç subayların içinde şimşekler çaktıracak olan fırsat; Birinci
Balkan Savaşı’nda kazandıkları toprakları paylaşma işini ellerine yüzlerine
bulaştıran Balkan devletlerinin münakaşaları ile doğacaktır. Zira topraklardan
aslan payını alan Bulgarlar, aldıkları ile yetinmeyip sınırlarını Ege'ye kadar
uzatmak isteyince, diğer Balkan devletleri ile arası açılır ve bu durum da
birliğin bozulmasına sebep olur. İkinci Balkan Savaşı'nın çıkmasını fırsat
bilen Osmanlı, 19 Temmuz 1913'te verdiği bir notayla, özellikle İstanbul ve
Boğazların güvenliği için Meriç'e kadar olan bölgenin ellerinde olması
gerektiğini, ayrıca Bulgarların esaretleri altındaki Türklere eziyet ettiklerini
öne sürerek ordularının ileri harekâta geçecek olduğunu ancak Meriç’in öte
kıyısına ilerleyemeyeceklerini deklare eder.
"Siz bana imkan verin, ben seçkin kıtalarımla yine akınlar yapayım.
düşmanı tepeyelim. Edirne'yi kurtarmak ümidi ciddi olarak bir belirirse, bütün
memleket ayağa kalkar, mucizeler birbirini kovalar. eğer ben muvaffak
olamazsam, gayri mesul bir adamım. çeteler umumi kumandanıyım. hükümet ilzam
etmem. beni kovar, hapseder hatta asarsınız. zaten böyle aciz yaşamak yerine
." Eşref Kuşcubaşı
Edirne, Eşref Kuşcubaşı ve birliklerinin üstün çete taktikleri sayesinde doğru
dürüst bir mukavemet ile bile karşılaşılmadan geri alınır. Osmanlı’da büyük bir
zafer havası hakim olmuştur. Millet yitirdiği inancını, Osmanlı ayaklar altına
alınan gururunu geri kazanmaya başlamış, Eşref Kuşcubaşı’nın söylediği gibi,
memleket ayağa kalkmıştır.
Edirne geri alınmıştır ancak Osmanlı’nın en önemli topraklarından olan Batı
Trakya hâlâ işgal altındadır. Ve Bulgarlar, Doğu Trakya'yı kaybetmiş olmanın
verdiği hırsla batıda kalan Türklere çok büyük eziyetler yapmaya başlamışlardı.
Buradaki Müslümanları din değiştirmeye zorlarlar, kabul etmeyenleri ise hemen
oracıkta katlederler. İlk komitacılardan Fuat Balkan, bu zulmü ve sonrasında
Süleyman Askeri’nin emri altına girmesini şöyle anlatır.
“Üç yüz bin Müslüman, vaftiz edilip adları değiştirilerek Hıristiyan
edilmişti.. Bulgarlar bu alçakça hareketlerinde o kadar ileri gitmişlerdi ki,
zorla Hıristiyan ettikleri bu Türklerin köylerinin meydanlarına bulup buluşturup
çanlar bile koydurmuşlardı . O havalide artık ne Süleyman, ne Ahmet, ne Mehmet
kalmış, bu sütbesüt Müslümanlar, Yuvan, İstepan filan diye anılır olmuşlardı.
Oraları işgal eden komite bu halleri görüp, orduya duyurunca Fahri Paşa
kolordusu erkan-ı harpleri Ali Fethi ve Mustafa Kemal Beyler bu mağdur
arkadaşların kurtarılması için yapılan sevk ve idarenin başına Trabzon fırkası
erkan-ı harp reisi SÜLEYMAN ASKERİ BEY’İ getirdiler. O da ordudan ayrılan
gönüllüleri peşine takarak bir hamlede Garbi Trakya’ya akın etti. Ben de
Süleyman Askeri Bey emrinde bir mülazım olarak bu harekata iştirak ettim .“ Fuat
Balkan İlk Türk Komitacısı Fuat Balkan’ın Hatıraları, Arma Yayınları, İstanbul
1998
Teşkilat-ı Mahsusa’nın ilk çekirdek kadrosunu oluşturan Fedai Zabıtan subaylarının
Trablusgarp’ta gösterdikleri yiğitlik öyküleri dillerde dolaşa dursun, Enver
Paşa ve Eşref Kuşcubaşı arasında yapılan gizli görüşme neticesinde , Eşref
Kuşcubaşı’nın Umum Çeteler Kumandanlığı adı altında kurulan gayri resmi bir
birlik ile B.Trakya’ya geçmesine karar verilir.
Gönüllülerden oluşan bu 116 kişilik gayri resmi kurtuluş müfrezesi, sıradan ve
toplama savaşçılardan oluşmuyordur . Süleyman Askeri’nin çok güçlü bir subay
kadrosu vardır. Beylerbeyli Hayrı (Piyade Yüzbaşı), Filibeli Halim Cahid,
Yüzbaşı Lütfü, Şehreminli Sadık, Harputlu Avni (Süvari Yüzbaşı), Eğinli Hasan
Rıza (Doktor), Nihat Sezai (Topçu Mirlivası), Küçük Arslan Bey (sıhhiye) ve
Fuat Balkan Bey , Süleyman Askeri’nin emri altında yaşanan zulme son vermek
üzere B.Trakya’ya doğru yol olanlar arasındadır.
B.Trakya’ya giren Osmanlı askerlerinin ilk göreceği, Ortaköy’de Bulgar
Domuzciyef çetesi tarafından katledilmiş 400 Müslüman’ın henüz orta yerde olan
naaşları olacaktır. Bu katliamın hesabı iki gün içinde sorulur. Süren takip
sonucunda çıkan çatışma ile Bulgar çetesi imha edilerek Ortaköy ve Koşukavak
kurtarılır. Bir kurtuluş müjdesi de iki gün sonra Mestanlı’dan gelecektir..
Mestanlı’nın kurtarılmasının hemen ertesi günü Kırcaali Bulgar işgalinden
kurtarılır. Aynı gün Enver Paşa’dan gelen telgrafta, askerlerin daha ileri
gitmesinin sakıncalı olabileceği belirtilse de, Eşref Kuşcubaşı Enver Paşa’yı
daha da ilerleme konusunda ikna eder ve Eşref Kuşcubaşı ile Süleyman Askeri’nin
bölge halkından da topladığı birlikler ile iyice güçlenen kuvvetler, en büyük
Bulgar çetelerinden olan Dimitrief çetesini de imha etmeyi başarır.
Süleyman Askeri’nin eşi ve kızı tüm bu esnada Selanik’te bulunmaktadır ve kısa
süre sonra B.Trakya’dan gelen haber, tüm Osmanlı’yı olduğu gibi Selanik’i de
sevince boğacaktır. Zira Süleyman Askeri ve Eşref Kuşcubaşı denetimdeki
kuvvetler harekata devam ederek, iki gün içinde Bulgar zulmü altında bulunan en
önemli iki merkezi, Gümülcine ve İskeçe’yi kurtarmayı başarmıştır…Bu haber
B.Trakya Müslümanları arasında “çifte bayram– çifte düğün yapıyoruz“ şeklinde
dillendirilir, hem Gümülcine hem İskeçe’nin aynı anda çetelerden temizlenmesi
davullu-zurnalı kurtuluş kutlamaları eşliğinde kutlanır.
Batı Trakya Türk Cumhuriyeti…
Ancak Batılı devletlerin yoğun baskıları karşısında daha fazla dirayet gösteremeyen
Osmanlı hükümeti, başta hedefledikleri gibi zaten Edirne'nin alınmış olduğunu
öne sürerek, bu yüzden artık Batı Trakya'da bulunan kuvvetlerin geri dönmesini
ister. Oysa Süleyman Askeri, Eşref Kuşcubaşı ve diğer subaylar, Batı Trakya
Türklerini tekrar Bulgar zulmü altına bırakmak istememektedirler. İşte bu
nedenle 31 Agustos 1913'te Osmanlı ile tüm ilişkilerini kopardıklarını
açıklayarak 'Garbi Trakya Hükümet-i Muvakkatesi'nin, yani Batı Trakya Geçici
Hükümeti'nin kurulduğunu ilân ederler. Bakın Süleyman Askeri, Batı Trakya
Hükümetinin kuruluş gerekçelerini nasıl anlatıyor ;
“Bulgarların, Türklerimize karşı göstermekte oldukları şeniani mezalim
dolayısiyle sabırlarımız tükenerek bıçakta ve kucakta bulunan masum halkı
kurtarmak azmiyle Garbi Trakya’yı işgale mecbur kaldık. Fakat ahval’i hazıra-i
siyasiyyemiz icabı hükümet-i Osmaniye bizim bu harekatımızı muvafık bulmayarak
bizi men’e kalkıştı. Naçar harekete geçtik ve Gümülcine livası Türklerini
tahlise geldik. Maalesef bu kerre de hükümetimizce avdetimiz katiyetle emir
olunmaktadır. Başta Rus olmak üzere bazı taraftarı hükümetler bizim bu
hareketimizi mütareke ahkamına uygun bulmamaktadırlar. Halbuki burada bıçak
altında can vermiş ve vermekte olan Türklerimizin hayat ve ismetleri hiçbir
taraftan taht-ı emniyet ve kefalete bağlanmış değildir. Buna fikir yoran da
bulunmamaktadır. Bu sebepten ve bundan böyle biz emirlerimizi vicdan ve
ilhamlarımızı akıl ve mantık ve besalet-i şahsiyyelerimizden almak ve ona göre
harekete geçmek mecburiyetinde kalmış olduk. İşte bu günden itibaren muvakkat
olarak teşkil eylediğimiz hükümet-i muvakkatemizi Garbi Trakya hükümet-i
müstakilesi namına tahvil ile ilanı istiklal eylediğimizi bilcümle hükümetlere
ve alem-i insaniyyete i’lan eylemekle fahr-u şeref duyduğumuz ilan olunur.
Tevfik ulu Allah’ımızdandır.”
Hükümetin reisliğine Müderris Salih Hoca, ikinci reisliğine de Çerkez Resid Bey
getirilir. Süleyman Askeri Bey ise 'Erkân-i Harbiye Reisi', yani hükümetin
'Genelkurmay Başkanı ve İcra Reisi' olarak aslında tüm kuvvet ve yetkileri
elinde bulundurmaktadır. Eşref Kuşcubaşı ve Süleyman Askeri Bey’ler hükümet
ilanını İstanbul’a aşağıdaki şekilde duyuracaklardır..
“Bab-ı Ali’ye, Başkumandanlığa ve Onuncu Kolordu kumandan-ı sabıkımız Hurşid
Paşa hazretleriyle erkan-ı harb kaymakamı Enver Beyefendiye bir suret
gönderilecektir.
Ma’lum olduğu vechile… Bizim bu ric’atımızı gören Bulgar çeteleri istedikleri
yerlerden tekrar çıkarak ve harekata geçerek Garbi Trakya Türklerine
taarruzlarını ve intikam alma hislerini teşdid eylediler,…Sabr ise bizde
kalmadı, onların çeteleri gayr-ı mesul iseler biz de gayr-ı mesul sıfatını
alabiliriz denildi. Tarafımdan en tanınmış çeteci arkadaşlarım tefrik olunarak
“BİSMİLLAH” deyip Garbi Trakya’da zulüm yapmakta olan Bulgar çetelerinin merkezi
bulunan Koşukavak’a kadar 95 kilometrelik bir akın yürüyüşüyle ansızın
hücumumuzu yaptık. Belediye reisi Vasil ile 1200 kişiden mürekkeb kaymakam
Domuzciyef çetesinden bin küsur çeteci köprü başına sıkıştırılarak cümlesi
tepelendiler…. Kumandanları Domuzciyef ile bir doktorları ve altı kadar çete
kumandanı ile seksenüç esir elimize geçtiler…Kırca Ali’de bulunan süvari alay
kumandanı bunun intikamını almak için resmi askerleriyle harekete geçti. Bu
alay da Allahın inayetiyle tar u mar edilerek askerlik ve medeniyet kanunlarına
muhalif hareketde bulunan düşman süvari alay kumandanı da Divan-ı Harbimiz
karariyle kurşuna dizildi….Maksadları, bir avuç kalan Türkleri de imha etmek ve
Pomakları’ı [Boğmakları’ı] da “SİZ EVVELCE BULGAR HIRİSTİYAN İDİNİZ, YİNE ESKİ DİNİNİZE
DÖNMENİZ GEREK” diye Müderris Mustafa Efendi ve emsali Pomaklardan birkaçını
parçalayarak ve diğer halkı tehdid ederek mezalime devamı arzu etmektelerken bu
kerre hükümet-i metbuamızdan aldığımız kat’i emirle avdetimiz taleb olunmakda
ise de elli bin ma’sum nüfusu bıçakda kucakda bırakarak kan içinde yüzen bu
bedbaht millete karşı kancıkçasına sırt çevirerek avdetim kabil olamayacağından
rabıta-i ma’neviyyemi arz ile beraber bu günden itibaren Garbi Trakya hükümet-i
muvakkatesi altındaki çalışmamızı Hükümeti Müstakkliye tebdil ve i’lan
ma’alesef rabıta-i maddiyemiz hükümet-i Osmaniyyemizden kesmiş olduğumuzu
i’lana mecbur oluyoruz. Mestakarasu-dan Bahr-i Sefid sahilini ta’kiben
Dede-ağaç’da içerde Enez hududuna ve diğer taraftan da Sofulu, Dimetoka civarından
Ortaköy’ün köprüsüne ve Bulgar hududunun eski hududlarına ve oradan Kırca-Ali
ile Aydoğmuş’dan eski hududları da ta’kiben Makas noğazı ve sabık hudud
boyuncadır.
Bu günden itibaren bu hududlarımızdan içeri ve dışarı pasaportsuz girenler ve
çıkanlar mesuldurler. Merkezimiz Gümülcine şehridir. Dedeağaç, İskeçe,
Eğridere, Darıdere, Kırcaali, Koşukavak şehirleri ve diğer kaza ve nahiyeleri
idare etmektedirler. Hükümetimiz tam teşkilatla kurulmuştur. Şimdilik muvakkat
bir zaman için, can, ırz ve mal üstündeki hadiseleri cihet-i askeriyyemiz
muhakeme etmiş olacaktır. Bundan gayrı ahvaldeki vukuatı Garbi Trakya adliyesi
rü’yet etmektedir. Bulgarlarla vaki’ muhasamatımızın, bizzat Garbi Trakya
Hükümetiyle Bulgar Hükümeti arasında sulh takarrürüne değin devam edeceğini de
i’lana mecburuz.
Kuvvetlerimize iltihak ve hükümetimize iltica eden bazı efrad ve zabitanın
iadeleri hükümet-i Osmaniyyece taleb edilmekde ise de hukuk-ı düvel kaidelerine
istinaden arz olunur ki Garbi Trakya hükümetiyle Osmanlı devlet-i aliyyesinin
yekdiğeriyle muahedelenmiş bu gibi iade-i mücrimin ve bahusus da siyasi
mücrimler hakkında bir anlaşma bulunmadığından bu hususun da nazar-ı mütaleadan
uzak bulundurulmaması istirham olunur.
Garbi Trakya Hükümet-i Müstakillesi
Reis namına Süleyman Askeri
Ancak B.Trakya’da geçici hükümet kurulmasına rağmen baskılar azalmayınca,
geçici hükümet 25 Eylül'de bu kez tam bağımsızlığını ilân eder ve böylece
'Garb-i Trakya Hükümet-i Müstâkilesi, yani 'Batı Trakya Cumhuriyeti' kurulur.
Devletin bayrağı için üç renk seçilecektir.. Siyah, beyaz ve yeşil. Siyah –
Balkanlardaki zulmü, Beyaz – özgürlüğü, yeşil ise İslam dinini temsil
etmektedir. Ayrıca bayrağın üzerinde yer alan ay yıldız ise bölge halkının
Türklüğünü temsil etmektedir. Gümülcine’nin başkent olduğu cumhuriyetin
yüzölçümü 8578 km2 dir ve çoğunluğu piyade olmak üzere 29.170 mensubu olan bir
ordusu bulunmaktadır. Yeni bayrak, Osmanlı’nın bayrağı ile yanyana her yere
asılır ve B.Trakya hükümeti, B.Trakya ajansı isminde resmi bir ajans kurarak bölgenin
bağımsızlığını tüm dünyaya duyurmaya çalışır. Ayrıca daha önce kullanılan
Bulgar ve Yunan pulları kaldırılarak yerine Batı Trakya Hükümeti’nin pulları
kullanılmaya başlanır.Yeni kurulan hükümetin yönetim biçimi ise Cumhuriyet
olacaktır.
Yeni kurulan hükümetin yöneticilerinden, bayrağından, ajansından ve ordusundan
bahsettik. Ancak B.Trakya Cumhuriyeti’nin marşına henüz değinmedik. Marşı
yazacak kişi Süleyman Askeri, bu anlamlı görevi ondan talep eden ise hükümet
reisi Müderris Salih Hoca olacaktır. B.Trakyalı Müderris Salih Hoca bu talebini
Bulgar zulmü ile zorla Hıristiyan yapılan 300.000 Müslüman’ı kurtaran
kuvvetlerin başında bulunan Süleyman Askeri’ye şu sözlerle ifade
etmiştir.
Muhterem kumandan, Milletimiz var olduğu sürece ve Cumhuriyetimiz de baki
kaldıkça; sizler bu necip Milletin nezih kalbinde ve hafızalarda daima minnet
ve şükranla anılacaksınız. Nihayet sizlerin azimli gayretleri ve elbette ki
yüce Allah’ın lütfüyle devletimiz teşekkül etti. Milli bayrağımızda layık
olduğu yerler de zirvelerde dalgalanmaktadır. Bütün bu pek hoş gelişmelere
rağmen; milletimiz ciddi bir fikri boşluk içersinde olduklarını açık açık ifade
etmektedirler. Sizlerden devletimizin bekası adına istirham ediyorum.
Cumhuriyetimizin bütün özelliklerini ve elbette geleceğimizi ifade eden milli
marştan devlet marşından yoksunuz. Lütfen himmet buyurunuz ve bu fikri boşluğu
izale ediniz. Müderris Salih Hoca
1913 senesinde henüz 29 yaşında olan Süleyman Askeri, B.Trakya Türk
Cumhuriyeti’nin milli marşını yazması yönünde kendisine yapılan teklife
aşağıdaki şekilde cevap verir.
Maruf bir şair liyakatini haiz olmadığım halde; arzunuz vechiyle yazmaya gayret
edeceğim. Bu mevzuda müsterih olabilirsiniz.
Süleyman Askeri
Süleyman Askeri, Batı Trakya milli marşının son kıtasını “ Bütün Batı
Trakyalı’lar kıyamete kadar hür yaşayacak “ diyerek bitirmiştir. Oysa Bab-I Ali
ve Bulgar yönetimi ile süren görüşmeler ve akabinde gelen İstanbul Antlaşması
neticesinde, Batı Trakya Bulgaristan’a bırakılacak, büyük ümitler ile kurulan Batı
Trakya Türk Cumhuriyeti de maalesef sadece 58 günlük bir siyasi ömür ile tarih
sahnesinden çekilecektir. Bölgenin Bulgarlara bırakılması Batı Trakya Türk
Halkı üzerinde hayal kırıklığı yaratmıştır.
Türk evlerinin şevk ve ümitle binlercesini dikerek, resmi , hususi bütün
yapılara dikilmiş olan bayrağın indirilmesi çok hazin oldu ... Ağlamayan yoktu
! Ümit kısa sürmüştü… Fuat Balkan İlk Türk Komitacısı Fuat Balkan’ın Hatıraları
Arma Yayınları, İstanbul 1998
Batı Trakya Türk Cumhuriyeti’nin fesh edilişinin temel nedenlerinden birisi,
Bulgarlar ile sulh edilmediği takdirde, Çarlık Rusya’sının olanca kuvveti ile
Osmanlı’nın doğusunu işgale başlayacağı korkusudur. Diğer etkenlerden birisi
Osmanlı hazinesinin çektiği büyük para sıkıntısı karşısında Maliye Nazırı Cavit
Bey’in süregelen baskıları, başka bir nedeni de, bir kısım tarihçinin söylediği
üzere, Enver Paşa’nın tüm bu gelişmeler esnasında apandisten hasta olması
yüzünden hükümetin kararlarına yeterince mukavemet edememiş olmasıdır. Hulasa,
Fedai Zabıtan ile başlayarak Teşkilat-ı Mahsusa’ya giden yolda, bizzat teşkilat
tarafından kurdurulan Batı Trakya Türk Cumhuriyeti’nin fesh edilmesinin
getirdiği üzüntü bir yana diğer koşullar düşünüldüğünde, bu kararın anlaşılır
yanları olduğunu da söylemek mümkün olabilir. Bu arada Osmanlı için namus demek
olan Edirne’nin geri alındığını ve teşkilatın tüm cephelerde olduğu gibi Balkan
cephesini, ileriye dönük ilişkiler ağı ile güçlendirdiğini düşünmekte de fayda
var..
Zira, yönetici kadro İstanbul’a geri döndüğü esnada, Enver Paşa imam, köylü
veyahut iş adamı kılığındaki Teşkilat-ı Mahsusa ajanlarını bölgeye göndererek
Batı Trakya’da Türk kimliğini ve varlığını korumaya çalışmıştır.
Kuğunun son dansı…
Süleyman Askeri, B.Trakya Türk Cumhuriyeti’nin yıkılmasından sonra yanındakiler
ile beraber İstanbul’a döner. Ve Ekim 1913 itibari ile Dahiliye Nezareti
Muhacirin Müdürlüğü ile vazifelendirilir. Kıdemli yüzbaşı rütbesi ile tüm
B.Trakya ve Makedonyayı denetimi altında tutmaktadır. İstanbul’a döndükten bir
süre sonra, bu vazife ile tekrar B.Trakya’ya gidecektir. Bu kez, bölgeye
gitmesinin amaçlarından birisi, Enver Paşa tarafından planlanmış olan iskan
planının uygulanışını koordine etmek olacaktır. İskan planının amacı, B.Trakya
ve Makedonya’da kalmış olan Türklerin, Osmanlı hakimiyetinde olan Doğu
Trakya’ya veyahut Anadolu’ya sevkini sağlamaktır. Süleyman Askeri’nin diğer
amacı ise, yeni bir savaş çıkması halinde Sırplara ve Yunanlılara karşı
kullanılacak gizli kuvvetlerin oluşturma görevidir. Bu amaçla Sofya’da bulunduğu
sırada da, Bulgar-Makedon Komitesi’nden Dr. Nikolof ve Pavli Satef ile
görüşerek Sırplar’a ve Yunanlılar’a karşı ortak mücadele biçimleri
belirlenmesinde öncü rol üstlenir.
Süleyman Askeri, Basra Valisi ve Irak Cephesi Kumandanı olana kadar, Dahiliye
Nezareti Muhacirin Müdürlüğü görevi yürütür. Süleyman Nazif ‘in “ vatanı için
vatanından başka her şeyi gülerek feda etmiş olan bir Osmanlı ” olarak tarif
ettiği büyük kumandan için sonun başlangıcı ise İngilizlerin Basra’yı işgal
ettiği 22 Kasım 1914 tarihinde başlayacaktır.
Basra’nın işgali, İstanbul’da deprem etkisi yaratır. Ve bölgedeki Osmanlı
askerlerinin sayısının düşman kuvvetlerine oranla çok az olması, Osmanlı’yı
alarma geçirir. Aslına bakarsanız, gün yine tıpkı Trablusgarp’ta ve B.Trakya’da
olduğu gibi yerel kuvvetlerin de desteğini arkasına alarak pervasızca düşmanın
üzerine yürüyecek Osmanlı subaylarının günüdür.
Bunun üzerine Enver Paşa, Trablusgarp ve B.Trakya’da örgütçülüğünü ispat eden
Teşkilat-ı Mahsusa kurucularından Süleyman Askeri Bey’i hemen göreve çağırır.
20 Aralık 1914’te Basra valiliği ve Irak cephesi kumandanlığına atanan Süleyman
Askeri, B.Trakya’da kendisiyle beraber savaşmış olan genç subaylardan oluşan
bir birliğin yanı sıra, gönüllülerden topladığı ve Osman Bey’e ithafen “
Osmancık taburu “ ismini verdikleri yerel kuvvetlerle, 12 Nisan 1915’te
İngilizlere karşı harekata geçer.
Bakın bölgedeki Alman kuvvetlerin komutanlarından Hans Lührs , Süleyman
Askeri’den şöyle bahseder.
“Bu sırada bölgedeki Türk birliklerinin başkumandanı olarak sahneye Süleyman
Askeri Bey çıktı. Olağanüstü gözüpek, atılgan ve son derece sert bir askerdi.
Bir çok cephede bulunmuş, Trablusgarp’ta Enver Paşa’nın yanında şiddetli
çatışmalar içinde yer almış ve kanlı Balkan savaşları boyunca cesaretini gözler
önüne sermişti.” Hans Lührs
Süleyman Askeri’nin komutasındaki kuvvetlerin ilk yapacağı, İran Ehvaz
kasabasına yönelerek, İngiliz’ler için büyük önemi olan petrol boru hattını
tahrip etmek olacaktır. Ancak Basra’nın geri alınması pahasına hiç sakınmadan
canını ortaya koyan Süleyman Askeri, maalesef 20 Ocak 1915 tarihinde, Dicle
kıyısında keşif yapan İngiliz birlikleriyle karşı karşıya kalır ve çıkan
çatışma esnasında iki bacağından birden yaralanır. Genç Osmanlı subayının
bundan sonra gösterdiği mukavemet ve cephe gerisinde dinlenmesi gerektiğine
dair yapılan tüm telkinlere rağmen bir an olsun birliklerin başından
ayrılmayacak olması ise, herkesi hayrete düşürecektir. Hans Lührs, seneler
sonra kaleme aldığı hatıralarında, bu durum karşısında duydukları hayret ve
hayranlıktan şöyle bahseder;
“Süleyman askeri, yarası sebebiyle çektiği büyük acıya rağmen, özel olarak
hazırlanmış bir sedye ile birliğe eşlik ediyordu. Doğrusu, bu olağanüstü Türk
kumandanın gayreti karşısında hayretler içerisinde idik. O, 160 km lik bir
mesafeyi, kanlar içerisinde sedye üzerinde, yer yer düşmana çok yakın mesafeden
yol alarak bu şekilde kat etti . Daha sonra da, yine sedye üzerinde üç gün
boyunca bir an olsun yorulmadan mücadeleyi yönetti. Aldığımız haberlere göre
Süleyman Askeri, bulunduğu yerden olağanüstü bir gayretle muharebe alanını ve
Şatt-ül Arap’a yönelen akınları kontrol ediyordu. Düşman Basra civarında sol
kanatta mevzilenmiş halde idi. Türkler; bir askeri harekat içinde
düşünülebilecek en üst düzeyde bir cesaret ile donanmışlardı ve Süleyman Askeri
Bey’in sedye üzerinde ettiği seyahat boyunca açlık ve susuzluğa rağmen,
içlerinde en ufak bir şikayeti olan yoktu. Çöl yolu üzerinde
gerçekleştirebilecek ikmal için yeterli düzeyde yük hayvanına sahip de
değillerdi. İhtiyaç duyulan her şey; Cephane, malzeme ve gıda stoku, askerler
ya da yük hayvanları için gereken su ..Tüm bunların taşınması gerekiyordu. Ve
hücum eğer üç gün içerisinde başarıya ulaşmaz da Basra Türkler tarafından en
azından harici olarak kuşatılmazsa, bu durum büyük bir mağlubiyetin ardından
gelecek trajedinin başlangıcı olacaktı. Ancak Süleyman Askeri, büyük bir
harekata cesaret etmişti ve bu Türk subay adeta herkese meydan okuyordu.” Hans
Lührs
Süleyman Askeri, iki bacağından yaralı olmasına rağmen, sedye üzerinde 9000
kişilik bir kuvvetin başında Basra’ya doğru ilerlemeye başlar. Hans Lührs ‘ün
hatıralarında kaleme aldığı gibi, Basra en azından harici olarak kuşatılmaz ve
İngiliz kuvvetlerinin mümkün olduğunca çok kayıp verip geri çekilmesi sağlanmaz
ise, telafisi olmayacak olan büyük bir mağlubiyet gerçekleşmiş olacaktır.
” Bazen tek bir adam koca bir orduya ruh olmak itibariyle başlı başına bir
ordu olabilir. Bu nadir fakat vakidir. İşte Süleyman Askeri Bey o nadir olan
vakalardan birini gerçekleştirdi. İngilizleri Korina kasabası önünde aylarca
tutan kuvvet, Süleyman Askeri Bey'in şahsı pervasızlığı ve yine kendisinin
seçmiş olduğu bir avuç kahramandı. Süleyman Askeri, Korina önünde ve gayet
vahim surette iki bacağından yaralandı.. Fakat kahraman komutanlara yakışacak
bir metanetle ta Basraya kadar gitti ve şehrin 15 kilometre yakınındaki
Şuayyibe mevkii müstahkemine taarruz ettti. Süleyman Askeri beyce maksat hasıl
olmuş, durdurulamayacağı ve yenilemeyeceği zan olunan düşmanın tevkifi, tehdit
ve hatta mağlup olabileceği imkanı fiilen gösterilmiş idi. Süleyman Askeri
vatanı için vatanından başka herşeyini isteyerek ve gülerek feda etmiş bir
Osmanlı idi". Süleyman Nazif
Süleyman Askeri emrindeki kuvvetler ile durmaksızın ilerlemeye devam eder.
Beklenen karşılaşma, 12 Nisan 1915’de Suaybe civarındaki Bercisiyye ormanı
etrafında olacaktır.. Çatışma başlar. Süleyman Askeri, savaşı sedye üzerinde
yönetmektedir. Ancak İngilizlerin takviye kuvvetler çıkarması sonucu Osmanlı
birliği maalesef mevcudunun yarısını şehit vermek zorunda kalacaktır.
Otuz bir senelik kısa ömründe bir an olsun onurundan taviz vermemiş olan
Süleyman Askeri bu kayıptan kendini sorumlu tutar ve İngilizlere sedye üzerinde
esir düşeceğini anladığı an, onun için yapacak tek şey kalmıştır.
Süleyman Askeri, teslim olmaktansa silahında kalan mermiyi başına sıkarak
intihar eder.
Arabistanlı Lawrence, Süleyman Askeri’nin intihar haberini aldığında, Şerif
Hüseyin ile beraber başlatacakları isyanı görüşmektedir . Ve seneler sonra
-Hikmetin Yedi Sütunu- adlı kitabında şu satırları kaleme alır..
“Osmanlı Türkleri içinde devletlerinin hayat ve varlığının kritik bir
safhaya girdiğini hissedenler yok değildi. Ben çölde görev yaptığım sırada ve
hiç ümit edilmeyen yer ve şartlarda bunlara rastladım. Onlar, devletlerinin
mevcudiyetini devam ettirebilmek için fevkalade fedakarlıklara ihtiyaç olduğunu
hissetmenin bilinciyle her şeyi yapmışlardır. İmparatorluğu oluşturan unsurlar
ise her ne pahasına olursa olsun ayrılık davasındaydılar... İntihar ettiği
haberi bize geldiği zaman Mekke’de Şerif Hüseyin’in sarayındaydım. Hüseyin Paşa,
bana “Bunlar böyle ölmesini de bilirler” dedi.” Arabistanlı
Lawrence
Süleyman Askeri Bey gibi büyük bir kumandanını kaybeden Osmanlı Birlikleri,
İngiliz İmparatorluğuna tarihinin en büyük mağlubiyetini yaşatır. Halil Paşa
komutasındaki birlikler 29 Nisan 1916’de Kut-ül Amare’de büyük bir zafer
kazanırlar.
Ve Kut-ül Amare zaferi, sadece İngiliz birliklerine teslim olmaktansa, hayatına
son vermeyi tercih etmiş olan Süleyman Askeri’nin değil, Hint’ten Arap’a
İngiliz emperyalizminin kanlı dişleri arasında can vermiş tüm dünya uluslarının
intikamını almıştır.
Kaynak: haber10
http://millibirlikruhu.blogspot.com.tr/2011/04/unutturulan-bir-kahraman-osmanl-subay.html
Süleyman Askeri Bey
Mehmet Niyazi Özdemir
Geniş manada İslam âlemini, dar anlamda ise Osmanlı ülkesini
işgallerden kurtarmak için kurulan Teşkilat-ı Mahsusa, gönüllülerden müteşekkil
bir teşkilattı.
Mehmed Akif, Said Nursi, Şerif el Tunusi gibi İslam
mücahidleri burada gönüllü olarak çalışıyorlardı. 1913 yılının Kasım ayında bu
teşkilat, İrade-i Seniyye ile resmi bir hüviyet aldıktan sonra bu zevat
teşkilattan ayrıldılar. Ama devletin bir hizmete ihtiyacı varsa, desteklerini
esirgemezlerdi; Mehmed Akif’in Arap çöllerinde İngiliz teşviki ile Osmanlı’dan
ayrılan kabilelerin önüne geçmesi, Said Nursi’nin doğuda Ruslara karşı
savaşması gibi.
İrade-i Seniyye
ile kurulan Teşkilat-ı Mahsusa’nın başına Süleyman Askeri Bey’in mi yoksa Eşref
Kuşçubaşı’nın mı getirildiği tartışmalıdır. Meydan Larousse’da Eşref
Kuşçubaşı’nın, diğer bazı kaynaklarda Süleyman Askeri Bey’in adı yazılmaktadır.
Bunların ikisi de Teşkilat-ı Mahsusa’nın en yetkili isimleridir; yalnız İstanbul’dan
uzun süre ayrılmadığı için Eşref Kuşçubaşı’nın teşkilatın başında olduğu
kanaati ağır basmaktadır; zira memleketin can alıcı kurumunun başı başkentin
dışında kalamazdı.
Birinci Dünya
Savaşı patlak verince, Osmanlı Irak Cephesi’ne fazla önem vermemişti; çünkü bu
cephe baştan aşağı Müslüman olduğu için buraya düşman saldırmazdı; hatta
buradaki birlikleri İran ve Filistin cephesine kaydırmışlardı. İngilizler bu
boşluktan yararlanıp Şattü’l-Arap’ın en ucundaki Fav’ı zaptedip ardından
Basra’yı, kısa bir müddet sonra da Kurna’yı ele geçirmişlerdi. Süleyman Askeri,
İrade-i Seniyye ile burada görevlendirilmişti. Elinde ciddi bir resmi kuvvet
yoktu; Arap aşiretlerinin gençlerini, Trablusgarp Harbi’nde olduğu üzere
eğitecek ve onlarla İngilizlere karşı koyacaktı; ne yazık ki burada Şeyh Sunusi
Hazretleri gibi biri yoktu.
Süleyman Askeri
vazife yerine ulaştığında aşiret şeyhlerine önemli mektuplar yazdı; umduğu
gerçekleşmemiş olmasına rağmen azimli bir insandı; burada Teşkilat-ı Mahsusa
elemanlarını görevlendirdi. Necd, Şammar, İbnü’r Reşid aşiretleri Osmanlı
Devleti’ne sonuna kadar sadık kalmıştı. Süleyman Askeri, çeşitli zorlukları
aştıktan sonra bölgedeki önemli kuvvetleri silahaltına almayı başarmıştı.
Buraya bir de “Osmancık Taburu” intikal etmişti.
General Barrett,
Ammare’yi işgal etmiş, İngiliz kuvvetleri Nasıriye istikametine doğru
yollanmıştı. Fırat Nehri çevresinde Osmanlılar, İngilizleri başarısızlığa
uğrattılar. Bunun üzerine Barrett, daha büyük kuvvetlerle Dicle’nin doğusunda
Rota yönüne taarruz etmiş, Osmanlı ihtiyat kuvvetleri tarafından karşılanarak
bataklık içinde ilerlemeye çalışan kuşatma kolu da çekilmeye mecbur olmuştur. Muharebeyi
yakından idare eden Süleyman Askeri Bey iki ayağından yaralanmıştı. Tedavi için
Bağdat’a gitmiş, hastanede İngilizlere karşı taarruz planlarını yapmıştır.
Doktorların bütün ısrarlarına rağmen hastanede kalmayıp Nasıriye’ye gelmiş,
burada toplanan kuvveti Basra’ya doğru hareket etmek üzere düzenlemiştir.
Bu arada
İngilizler Irak’ı takviye etmişlerdir. Binbaşı Ali Bey tarafından verilen
taarruz emri, İngilizlerin mukavemeti karşısında durmuştur. Öğleden sonra
tekrar edilen taarruzdan da bir netice alınamamış, düşmanın ateş üstünlüğünü
dikkate alan Süleyman Askeri gece taarruzunu devam ettirmiştir. Bazı küçük
neticeler elde edilmişse de başarı tatminkâr değildi. Muharebenin son günü Arap
aşiret birliklerinden yalnızca Ziya Bey’in emrindeki Şammar aşireti ile Uceymi
Sadun Paşa’nın gönüllülerinin yararlılıkları görülmüştür. Süleyman Askeri Bey,
yaralı olması nedeniyle harekâtı sedyeden takip ederek yönetmeye çalışmıştı.
Muharebenin üçüncü günü ikindiye doğru bütün ümidini kaybeden Süleyman Askeri
büyük bir gayretle sedyeden kalkmış, savaşa bilfiil katılmaya teşebbüs etmiş ve atına binmeye
çalışmıştır. Fakat yaraları sebebiyle bunu başaramamış ve tekrar kendisini
sedyeye bırakmıştır. Savaşın iyice kızıştığı ve aleyhe dönüştüğü anda yakınında
bulunan aşiret reislerine; “… Kadınların bile muharebe etmesini beklediğim
böyle müşkül ve hayati bir zamanda harbe seyirci kalmaktan utanmıyor musunuz?
Köpekler bile yabancıları mahallelerine yaklaştırmazlar. Onlar kadar
olamadınız!” diye haykırmıştır. Bu sırada Süleyman Askeri, etrafına düşmeye
başlayan mermiler sebebiyle arabaya bindirilmiştir. Arabada yalnız kalan
Süleyman Askeri yola çıkacağı sırada bir silah sesi işitilmişti, silah
gürültüleri arasında bu hadise normal karşılanmış ve kimsenin dikkatini
çekmemiştir. Ancak bir müddet sonra arabaya yaklaşıp içeriye göz atanlar
birdenbire şaşırıp kalmışlardır. Zira Süleyman Askeri’nin tabancası elinde ve
ağzı kanlar içinde cansız yatmaktadır. Nuhayle’deki komutanlık karargâhına
götürülmüş, aynı gece sırtındaki üniformasıyla çadırının içinde kazılan mezara
defnedilmiştir.
Verdiği emirleri, can korkusu taşıyan
askerleri layıkıyla yerine getiremiyorlardı. Fatih’in, Yavuz’un askerleri böyle
mi olmalıydı… Ey bu toprağın çocukları; kalbinizden Süleyman Askeri Bey gibi
milletin fedâkâr kahramanları eksilmesin; ancak o zaman bu vatanın kıymetini
bilebilirsin.
Kaynak: http://www.zaman.com.tr/mehmet-niyazi/suleyman-askeri-bey_2201408.html
HAKKINDA KİTAP:
SÜLEYMAN ASKERİ BEY

Merhaba arkadaşlar.Bu yazımızda
Teşkilat-ı Mahsusa‘nın kuruluşuna çok kısaca değinip ardından Teşkilat-ı Mahsusa’nın üyesi olup yakın tarihimizde büyük işler yapan üyelerini sıralayalım.
1.Dünya savaşı’nın başladığı günlerde seferberlik ilan edilmiştir.Seferberliğin ilan edildiği 11 Kasım gecesi İttihat ve Terakki Teşkilatı Genel Merkezi‘nde tarihi bir toplantı vardı ve üyelerin hepsi hazırdı.Toplantı önemli bir karar gebeydi: Enver Paşa’nın önerisiyle Teşkilat-ı Mahsusa’nın temelleri atılacaktı.Alınan kararda şöyle deniliyordu: “İster savaşa katılalım, ister katılmayalım ordularımızın ileride düşman topraklarındaki hareketlerini kolaylaştırmak için bir Teşkilat-ı Mahsusa kurulmalıdır.Bu teşkilat sayesinde silahlandırılacak çeteler savaş sırasında düşman topraklarına girecekler, düşmanın hareketi ve sayısı hakkında ordularımıza gerekli bilgiyi vereceklerdir.”
Teşkilat-ı Mahsusa yaptıkları, en zor şartlarda bile imza attığı inanılmaz eylemlerle bir döneme mührünü vuran bir örgüttür.Öyle ki dünyanın en gizli teşkilatları arasındadır.Hücre sistemiyle çalışmıştır ve hücre evleri günümüzde dahi belirlenememiştir.Teşkilat’ın kuruluş tarihi hakkında çeşitli görüşler vardır: Cemal Paşa hatıralarında Teşkilat-ı Mahsusa’nın 1913 yılında Batı Trakya’daki faaliyetlerinden söz eder.Doktor Philip Hendrick Stoddard (Teşkilat-ı Mahsusa kitabının yazarı) da Ağustos 1914′te Teşkilat-ı Mahsusa’nın illegal olarak çalıştığını 5 Ağustos 1914′te resmi bir kimliğe büründüğünü belirtir.Kaynakların ortak görüşü ise şudur:
Teşkilat-ı Mahsusa Enver Paşa’nın ve mesai arkadaşı Binbaşı Süleyman Askeri‘nin yönettiği ve İttihat Terakki Genel Merkezi’nin Batı Trakya ile ilgili kararlarını uygulamakla görevli bir örgütün büyüyüp gelişmesiyle oluşmuştur.Kuşçubaşı Selim Sami ve Eşref kardeşler,Çerkez Reşit,Hüsrev sami gibi isimlerin aktif olarak çalıştığı teşkilat, yakın tarihimizin en başta gelen gizemli bir örgütüdür.
Teşkilat’ın kuruluş amacı şuydu:
-Bütün Müslüman alemini bir bayrak altında toplamak, yani İslam birliğini gerçekleştirmek.Bunun yanında bütün Türk Dünyası’nı da siyasi birliğe kavuşturmak, yani Turan Ülküsü’nü gerçek kılmak.Önemli bir İslam büyüğü Emiri efendi ve Türkçülük’ün ideologu Ziya Gökalp Teşkilat’ın fikirlerinden esinlenmiş, Teşkilat-ı Mahsusa Osmanlı coğrafyasında geniş bir yelpazeye yayılmış, büyük bir ümit kaynağı olmuştur.
Teşkilat-ı Mahsusa başlangıçta oldukça iyi işler yapmış, ama Arap isyanları ve İngiliz altınları zamanla bütün dengeleri değiştirmiştir.Balkanlar’da ve Osmanlı’nın değişik yörelerinde İttihat ve Terakki’nin fedakar subayları sayesinde ayaklanmalar çıkmış, İtilaf devletleri’ni oldukça uğraştırmıştır.
Enver Paşa’nın emri ile Teşkilat-ı Mahsusa’nın başına geçen Kurmay Binbaşı Süleyman Askeri’nin emrinde seçme subay ve askerlerden oluşan Osmancık Gönüllü Alayı vardı.Yüzbaşı Hayri,Filibeli Halim Cavit,Yüzbaşı Lütfü,Piyade Teğmeni Şehreminili Sadık gibi mümtaz subaylar, Binbaşı Süleyman Askeri Bey’in işini oldukça kolaylaştırıyordu.Burada Teşkilat-ı Mahsusa emrinde çalışan ve yakın tarihimizde önemli işler yapan bazı subayların listesini vermeyi faydalı görüyorum:
- Yüzbaşı Yakup Cemil
- Emir Abdulkadir el-cezayir’in oğlu, Meclis-i Mebusan İkinci başkanı Emir Ali Paşa
- Osmanlı Meclis-i Mebusan üyesi Abdulkadir Gannavi
- Dr.Abdurrahman Bey
- Yüzbaşı Ali
- Müstakbel İstiklal Mahkemesi Başkanı ve Cumhuriyet Dönemi Nafia Nazırı Miralay Ali Çetinkaya
- Başbakan Binbaşı Ali Fethi Okyar
- İşkodralı Ali Rıza
- Teğmen İskeçeli Arif
- Teğmen Atıf Kamçıl
- Binbaşı Mısırlı Aziz Ali
- Padişahın saray görevlilerinden Besim Ağa
- Gazzeli Cemal Bey
- Mustafa Kemal’in yaverlerinden Cevat Abbas
- Yüzbaşı Hacı Emin
- Geleceğin Harbiye Nazırı Enver Paşa
- Enver Paşa’nın kardeşi Nuri Kıllıgil
- Enver Paşa’nın kayınbiraderi Yarbay Nazım
- Enver Paşa’nın amcası Kurmay Binbaşı Halil Kut
- Enver Paşa’nın yaveri İzmitli Mümtaz
- Trablus Mebusu Ferhat Bey
- Sapancalı Hakkı
- Türk Hava Kurumu başkanı Binbaşı Fuat Bulca
- Deli Fuat Paşa’nın oğlu Teğmen İslam
- Deli Fuat Paşa’nın oğlu Şehit Reşit
- Topçu Yüzbaşı İsmail Hakkı
- Jandarma Yüzbaşı Kadri
- Kuşçubaşı Eşref
- Miralay Neşet
- Ünlü Hatip Ömer Naci
- Sağlık Bakanı Dr. Refik Saydam
- Şeyh Salih eş-Şerif et-Tunusi
- Trablusgarplı Süleyman el-Baruni
- Askeri Temyiz Mahkemesi Başkanı Bingazili Yusuf Şetvan
- Halepli Ethem Paşa
- Şeyh Abdulaziz Savaş
- Yarbay Çorumlu Aziz
- Teşkilat-ı Mahsusa Siyasi Büro Müdürü Dr. Bahaeddin Şakir
- Teşkilat-ı Mahsusa Sİyasi Büro Müdürü Mithat Şükrü Bleda
- Dördüncü ordu müftüsü Esat Şukayr
- Ohrili Eyüp Sabri
- Ünlü komitacı Fuat Balkan
- Süvari binbaşı Eyüplü Hüsamettin Ertürk
- Manastırlı Hüsrev Sami Kızıldoğan
- Topçu Yüzbaşı İhsan
- Türkistan’daki Teşkilat-ı Mahsusa harekatının idarecilerinden Kuşçubaşı Selim Sami
- Kolağası Trabzonlu Rıza
- Balkan Savaşı’nda Teşkilat-ı Mahsusa üyelerinden İsmail Canpolat
- TBMM üyesi Edremitli Necati Bey
- Yüzbaşı Kırkkiliseli (Kırklarelili) Ali Rıza
- Yüzbaşı Üsküdarlı Muhtar
- İstiklal Savaşı paşalarından Dağıstanlı Nuri
- Çerkez Ethem’in kardeşi Tevfik
- Eğinli Hasan Rıza
- Meclis-i Mebusan Bursa Mebusu Talip Bey
- TBMM üyesi Yüzbaşı Giritli Ruşeni
- Fas’ta Ticani Hücresi Reisi Hoca Abbas
- Tunus Devlet Başkanı Habib Burgiba’nın babası Şerif Burgiba
- Arabistan’ın ünlü şeyhlerinden İbnü’r-Reşit
- İstiklal Marşı Şairi Mehmet Akif Ersoy
- Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mareşal Mustafa Kemal Paşa
Sevgilerimle..
KAYNAK: www.twitter.com/aynaninsirri , www.aynaninsirri.tumblr.com