18 Eylül 2017 Pazartesi

MUSTAFA II

(مصطفى)

(ö. 1115/1703)

Osmanlı padişahı (1695-1703).

8 Zilkade 1074 (2 Haziran 1664) tarihinde Edirne’de dünyaya geldi. Babası IV. Mehmed, annesi Gülnûş Emetullah Sultan’dır. Doğumu dolayısıyla yedi gün yedi gece şenlik yapıldı (Abdurrahman Abdi Paşa Vekāyi‘nâme’si, s. 139-140). Beş yaşına girince ilk dersi Vanî Mehmed Efendi’den aldı ve bunun tavsiyesiyle Seyyid Feyzullah Efendi’nin talebesi oldu. Babasının 1083 (1672) yılında çıktığı birinci Lehistan seferinde onun yanında Babadağı’na kadar gitti. 12 Rebîülevvel 1086’da (6 Haziran 1675) kardeşi Ahmed’le birlikte muhteşem şenliklerle sünnet oldu. 1099’da (1687) babasının hal‘i esnasında onun tarafından tahta aday gösterildiyse de devlet erkânı padişahlığa II. Süleyman’ı lâyık gördü. Şehzade Mustafa babası ve kardeşi Ahmed’le beraber Topkapı Sarayı’nın Şimşirlik Dairesi’ne kapatıldı, daha sonra da Edirne’ye sevkedildi. Bu sırada serbest bir hayat sürdü. 1102’de (1691) II. Süleyman’ın ölümüyle tahta geçmesi tekrar gündeme geldiyse de Sadrazam Köprülüzâde Fâzıl Mustafa Paşa II. Ahmed’i tercih etti. Bu arada Trablusşam beylerbeyiliğinden mâzul Benli Hüseyin Paşa’nın II. Ahmed’i tahttan indirerek yerine Şehzade Mustafa’yı geçirme teşebbüsünün başarıya ulaşmadığı belirtilir (Defterdar Sarı Mehmed Paşa, s. 502-503). Sultan Ahmed’in ölümünün ardından Sadrazam Sürmeli Ali Paşa tahta aday olarak onun oğlu İbrâhim’i gösterdi (Kantemir, III, 242-243). Ancak Mustafa, Hazinedarbaşı Nezir Ağa gibi bazı kimselerin desteğini alıp hânedanın en büyüğü sıfatıyla Edirne Sarayı’nda Ortakapı önüne taht kurdurarak vezîriâzam ve şeyhülislâmı beklemeden padişahlığını ilân etti (21 Cemâziyelâhir 1106 / 6 Şubat 1695). O sırada otuz bir yaşında idi. Birkaç gün sonra Eskicami’de kılıç kuşanma merasimi yapıldı (Silâhdar, s. 4-5).

II. Mustafa’nın tahta çıktığı yıllarda 1683 Viyana Kuşatması’yla başlayan çok uluslu savaşlar çeşitli cephelerde bütün hızıyla sürüyordu. Tahta geçer geçmez yaptığı ilk iş devletin kontrolünü kendi eline alma çabası oldu. Epeydir düzenli toplanmayan Dîvân-ı Hümâyun’un haftada dört gün çalışmasını emretti (Anonim Osmanlı Tarihi, s. 108). Ayrıca ataları gibi bizzat ordunun başında sefere çıkma isteğini bildirdi. Nitekim Vezîriâzam Sürmeli Ali Paşa’ya hitaben çıkardığı hatt-ı hümâyunda Allah’ın kendisine hilâfet nasip ettiğini, padişahlar zevku safaya daldıklarında halkın huzur bulamadığını, bundan böyle kendisine zevk ve rahatı haram kıldığını, babası Sultan Mehmed’den beri padişahların eğlenceye düşmeleri ve ihmalleri yüzünden düşmanın İslâm ülkelerini ele geçirdiğini, Allah’ın yardımıyla onlardan intikam almak için bizzat kendisinin gazâ ve cihada niyet ettiğini, ecdadından Kanûnî Sultan Süleyman’ın da böyle yaptığını belirtti ve devlet ricâlinin bir araya gelerek sefere çıkıp çıkmama hususunu görüşmelerini istedi (Defterdar Sarı Mehmed Paşa, s. 522-523). Böylece İngiltere’nin de aracılığı ile o sırada gündeme gelen barışa karşı olduğunu gösterdi. Savaştaki kötü gidişin ancak kendisinin başında bulunacağı bir orduyla kazanılacak zafer sonucu önlenebileceğini, bunun hem kendi sultanlığının hem de barışın teminatı olacağını düşünüyordu. Sefere çıkma isteği karşısında başta sadrazam olmak üzere devlet ricâli bir seferin hazineye büyük masraflar getireceği, onun sefere katılmayıp Edirne’de kalması fikrindeydi. Bunun üzerine II. Mustafa fazla masrafa gerek olmadığını, bir asker gibi yiyip içeceğini söyleyerek onları ikna etti. Halk da kendisinden önemli başarılar bekliyordu. Bu arada şehzadeliğinde talebesi olduğu ve bir süre önce Erzurum’dan davet ettiği Seyyid Feyzullah Efendi’yi şeyhülislâm yaptı. Sadrazam Sürmeli Ali Paşa’yı askeri seferden alıkoyma töhmeti ve Feyzullah Efendi’nin telkiniyle görevden alıp yerine sadâret kethüdâsı Elmas Mehmed Paşa’yı getirdi (1 Mayıs 1695). Ayrıca bazı yüksek devlet mevkilerinde değişiklikler yaptı.

II. Mustafa başa geçer geçmez hızla düşündüklerini gerçekleştirmeye çalışırken daha önce Venedikliler’in eline düşen Sakız adası o sırada geri alınmış, Kırım Tatarları’ndan Şahbaz Giray, Lehistan topraklarına girip Lemberg’e kadar ilerlemiş, çok sayıda esir ve ganimetle dönmüştü. Mora’da Venedikliler’in, Hersek cephesinde Osmanlı kuvvetlerinin etkili olduğu haberleri gelmişti. Özellikle Sakız’ın geri alınması uğurlu sayılmış ve Edirne’de büyük şenliklerle kutlanmıştı (Kantemir, III, 254). Bu arada ulûfelilere cülûs bahşişleri dağıtılmıştı (Defterdar Sarı Mehmed Paşa, s. 533-534).

Gerekli hazırlıkların tamamlanmasının ardından II. Mustafa tahta cülûsundan yaklaşık beş ay sonra sırtında zırh, başında üzeri yeşil şal sarılı tolga ve sorguç, kaplan postu sarılı atıyla 18 Zilkade 1106’da (30 Haziran 1695) birinci Avusturya seferine çıktı. Belgrad ve Tımışvar’da toplanan savaş meclisinde Lippa, Lugoş, Yanova ve Şebeş kaleleriyle civarlarındaki palankaların zaptına karar verildi. Bu arada Belgrad muhafızlığına Koca Câfer Paşa getirildi. Önce Lippa fethedildi; pek çok savaş malzemesi, ganimet ve esir alındı. Esirlerin 1000 kadarı Kapıkulu ocaklarına verildi. Muhafazası zor olduğundan Lippa Kalesi yıktırıldı. Temeš suyu kenarında Buldur denilen ormanlık ve bataklık bir alanda General Veterani kumandasındaki Avusturya ordusuyla yapılan, bizzat padişahın da katıldığı ve gönderdiği hatt-ı şerifleriyle (Silâhdar, s. 179) askeri şevke getirdiği savaşı Kırım kuvvetlerinin desteğiyle Osmanlılar kazandı. Savaşta Veterani hayatını kaybetti. Osmanlılar tarafında ise Diyarbekir ve Rumeli beylerbeyileri şehid oldu.

Bu zaferin ardından Lugoş alındı. Beylerbeyiler Şâhin Mehmed ve Mahmud paşaların şehâdeti üzerine II. Mustafa’nın, “Tabur cengine muvaffak oldum, lâkin Şâhinim’le Mahmudum’dan ayrıldım” dediği nakledilir. Bu zaferlerden dolayı Sultan Mustafa’ya “gazi” unvanı verildi. II. Mustafa o kışı İstanbul’da geçirdi. Bu sırada Karadeniz’e inmek isteyen Rusya da Kutsal İttifak’a katılarak Azak Kalesi’ni kuşattıysa da Kaplan Giray ile Kefe Beylerbeyi Mustafa Paşa’nın şiddetle karşı koymaları üzerine Ruslar geri çekilmek zorunda kaldı. Fakat kısa sürede hazırlıklarını tamamlayan I. Petro, Azak’ı nehirden ve karadan tekrar muhasara etti. İlk muhasarasında tahrip edilen kale fazla dayanamadı ve Ruslar’a teslim oldu (7 Muharrem 1108 / 6 Ağustos 1696). Azak’ın düşmesi Osmanlı kamuoyunda büyük üzüntüye sebep oldu ve geri alınması için hemen girişimlerde bulunuldu. O sırada Kaptanıderyâ Mezemorta Hüseyin Paşa kumandasındaki Osmanlı donanması Sakız adası civarında ve Mora’da Venedikliler’e karşı zaferler kazandı.

Edirne’den İstanbul’a dönen ve hemen ikinci sefer için çalışmaları başlatan II. Mustafa, varlıklı vezir ve beylerden bütün masrafları kendilerinden olmak üzere asker hazırlamalarını istedi. Ayrıca tarihte ilk defa 1500 kadar İstanbul ve Edirne bostancısına sefer emri verildi. Ruslar’ın Azak’a saldırması üzerine Selim Giray Kırım’da bırakılmıştı. Padişah ikinci seferine 1107 Ramazanında (Nisan 1696) çıktı. Kaynaklarda, padişahın Belgrad’da yapılan istişareden sonra hırka-i şerif sandığını açtırıp ulemâ ve vüzerâ önünde ağlayarak dua ettiği ve Allah’a, kendisine de Kanûnî Sultan Süleyman’ın Mohaç’ta kazandığı zafere benzer bir başarı ihsan etmesi için yalvardığı belirtilir (Hasan Ağazâde Hacı Abdullah Efendi, s. 51). Bu durum onun nasıl bir ruh haline sahip olduğunu gösterir; kendisine Kanûnî Sultan Süleyman’ı örnek aldığı, onun gibi bilhassa Avrupa topraklarında başarı kazanmak istediği anlaşılır. Bu sırada Saksonya Kralı Friedrich Auguste ile General Heisler kumandasındaki kuvvetlerin Tımışvar’ı kuşattığı öğrenilince sefer bu kaleye yönelik oldu. Avusturyalılar kuşatmayı kaldırdılarsa da Bega suyu kenarında Ulaş’ta (Olash) 28 Muharrem 1108’de (27 Ağustos 1696) yapılan savaşta yenilmekten kurtulamadılar. Savaş esnasında padişahın da bulunduğu hırka-i şerif arabasının dibine bir top mermisi düşünce hemen oraya bir siper kazılarak II. Mustafa emniyete alınmıştı. Bu sırada Heisler ve Caprara gibi kumandanlar da hayatını kaybetmişti. Ardından Tımışvar’a giren Osmanlı ordusu kaleyi güçlendirdi ve içine mühimmat koydu. Bu seferde Elmas Mehmed Paşa’nın büyük kahramanlıklar gösterdiği nakledilir (Kantemir, III, 256-257). Aynı yıl içinde Venedikliler Dalmaçya kıyısındaki Ülgün’ü (Ölgün, Dulcigno) kuşattılarsa da başarılı olamadılar. Ardından Bihaç’a düzenledikleri saldırılarla Hersek’teki Poçitel ve Novasin muhasaraları da sonuçsuz kalmıştı.

Fransa ile yaptığı savaşı sona erdiren Avusturya’dan gelen barış teklifini kazandığı bu iki zaferin etkisiyle kabul etmeyen II. Mustafa üçüncü ve sonuncu Avusturya seferine 1109 Saferinde (Ağustos-Eylül 1697) çıktı. Seferin hedefi konusunda padişahın huzurunda Belgrad’da yapılan istişarede iki fikir karşı karşıya geldi. Amcazâde Hüseyin Paşa’nın Varadin üzerine yürünmesi teklifi kabul görmedi. Elmas Mehmed Paşa’nın ve Tımışvar muhafızı Koca Câfer Paşa’nın ısrarı ve padişahın da bu fikre meyletmesiyle Tımışvar yönüne gidilmesi kararlaştırıldı. Halbuki daha yakında bulunan Varadin’e göre hayli uzaktaki Tımışvar’a giderken birçok nehirden ve bataklıktan geçilecek ve köprüler kurulması gerekecekti. Nitekim Zenta’ya gelindiğinde buradan Tisa suyu üzerine kurulan köprüden asker karşı tarafa geçirilmeye başlandı. Sadrazam başta olmak üzere birçok kumandan ve devlet ricâli geride kalmıştı. Osmanlı ordusunun harekâtından haberdar olan Prens Eugen, imparator tarafından kendisine sadece savunma görevi verilmesine rağmen ajanları vasıtasıyla Osmanlı ordusunun durumunu öğrenince henüz karşıya geçmemiş kuvvetler üzerine ansızın saldırdı. Şiddetli çarpışmalar başladı. Karşı tarafa geçen kuvvetlerden yardım alınamayınca panik içinde kalan Osmanlı ordusu dağıldı. Sadece yüzerek karşıya geçebilenler kurtuldu. Bu savaşta Vezîriâzam Elmas Mehmed Paşa ile birlikte yirmi kadar kumandan şehid olurken ordunun sekizde biri yok oldu. Pek çok malzeme, hazine sandıkları, binlerce at, öküz ve sadâret mührü Avusturyalılar’ın eline geçti. Bu habere çok üzülen II. Mustafa hemen Tımışvar’a çekildi. Zayiat gören Avusturyalılar da yeni bir saldırıya cesaret edemediler. Sadrazamlığa Belgrad muhafızı Amcazâde Hüseyin Paşa getirildi (Rebîülevvel 1109 / Ekim 1697). Bu arada Kaptanıderyâ Mezemorta Hüseyin Paşa, Bozcaada önlerinde ve Andros adası civarında Venedikliler’e karşı iki zafer kazanmıştı. Zenta savaşından sonra Bosna’ya giren Prens Eugen, Saraybosna şehrine kadar ilerleyerek büyük tahribatta bulundu (Rebîülâhir 1109 / Kasım 1697). Ardından Bosna beylerbeyiliğine getirilen Daltaban Mustafa Paşa bazı kaleleri geri alıp burada bulunan Venedikliler’i ülkelerine dönmeye mecbur bırakmıştır.

Bu mağlûbiyetin II. Mustafa üzerindeki etkisi büyük oldu. Ancak padişah savaşı da sürdürmek istiyordu. Kantemir’e göre II. Mustafa barışa olan ihtiyacın farkındaydı, fakat böyle bir isteğin Osmanlı Devleti’nin şerefini sarsacağını düşünüyordu. Barış teklifinin kendisinden gelmesinin bu durumu daha da vahim hale getireceği kanaatindeydi (Osmanlı İmparatorluğunun Yükseliş ve Çöküş Tarihi, III, 288). Başta Amcazâde Hüseyin Paşa olmak üzere hükümet erbabı bu uzun ve yıpratıcı savaşı sona erdirmeye kararlıydı. Lehistan, Venedik ve Rusya cephelerinde de savaşlar genelde Osmanlılar aleyhine gelişiyordu. Savaşı nihayete erdirmek için İngiltere elçisi W. Paget ile Felemenk elçisi J. Colliers’in aracılığı kabul edildi. Belgrad civarındaki Karlofça’da çeşitli devletlerin temsilcileriyle yapılan görüşmeler uzun sürdü. Osmanlı Devleti’nin temsilcileri Reîsülküttâb Râmi Mehmed Efendi ile Dîvân-ı Hümâyun tercümanı İskerletzâde Aleksandr Mavrokordato idi. İmzalanan Karlofça Antlaşması ile on altı yıldan beri sürmekte olan savaşlar sona erdi. Osmanlı Devleti Tımışvar hariç bütün Macaristan’ı kaybetti. Mora yarımadası Venedikliler’e, Ukrayna ile Podolya Lehistan’a bırakıldı. 1700 yılında Rusya ile imzalanan İstanbul Antlaşması ile de Azak Kalesi bu devlete terkedildi. Barışın yapıldığı devletlerden gelen elçilik heyetlerini kabul etmek için II. Mustafa Rebîülevvel 1111’de (Eylül 1699) İstanbul’a geldi ve ertesi yıl Edirne’ye döndü.

Bu çok cepheli savaşlar Osmanlı Devleti’nin sosyal ve ekonomik yapısını temelinden sarsmıştı. Artan sefer masrafları için yeni vergiler ihdas edilirken mevcutların miktarları arttırıldı. Kapıkulu ve timarlı sipahi teşkilâtları bozulmuş olduğundan genel seferberlik ilân edilerek halktan asker toplandı. Bunlar savaşlar sona erince döndükleri memleketlerinde önemli problemlere yol açtılar. Savaşlar yüzünden beylerbeyi ve sancak beyleri görev bölgelerinde bulunamadıklarından eşkıyalık hareketleri baş gösterdi; topraklarını terkeden çiftçiler inzibatı temin etmekle vazifeli yarı resmî sarıca ve sekban teşkilâtına katıldı. Anadolu bu halde iken Balkanlar’da “hayduk” denilen zümreler ortaya çıktı. II. Mustafa, bu tür eşkıyalık hareketlerinin önlenmesi için bir yandan teftişçi adı altında valiler tayin ederken diğer yandan sarıca ve sekban teşkilâtının kaldırıldığını ilân etti (Defterdar Sarı Mehmed Paşa, s. 567-568). Devlet merkezine uzak eyaletlerdeki isyanlar ise siyasî bir mahiyet almıştı. Şehrizor taraflarında hüküm süren Bebe Süleyman adlı zorba İran’a ait bazı yerleri zaptetti. 1699’da Bağdat Valisi Hasan Paşa’nın kumandası altında üzerine kuvvet gönderilen Bebe Süleyman mağlûp olunca Hakkâri’ye doğru kaçtı. Bu arada Suriye’nin nüfuzlu Arap kabile reislerinden Hüseyin el-Abbas’ın isyanı HalepŞam kesiminde huzursuzluğa yol açtı. Basra ve dolayları ise Müntefiķ Arap kabilesi reisi Mâni‘ tarafından ele geçirilmişti. Dicle’nin doğusunda İran’a ait bataklık bir bölge olan Huveyze’nin hâkimi Ferecullah ile Mâni‘, Basra için sürekli mücadele halinde idiler. Ferecullah 1696’da Basra’yı almış, Mâni‘ de çöle çekilmişti. Halkın bir mahzar gönderip yardım istemesi üzerine Bağdat Valisi Daltaban Mustafa Paşa, Birecik’te Fırat üzerindeki tersanede inşa edilen donanmanın da desteğiyle Basra’ya doğru harekete geçince âsi Arap kabileleri kendisine katılmış ve 1112 Zilhiccesinde (Mayıs 1701) Kurna ve Basra ele geçirilmiştir. Bu arada Ziyâb suyu bölgesi tekrar Osmanlı idaresine girince bölgede sükûnet sağlanmış oldu. Karlofça Antlaşması’nın bazı maddelerinin uygulanmasında çıkan ihtilâf Kırım’da bir iç karışıklığa sebep oldu. Antlaşmaya göre Kırımlılar’ın Bucak’tan çıkarılarak Özi kıyılarındaki Kırım topraklarına iskânları gerekiyordu. Bunu istemeyen Gazi Giray, Kırım Hanı Devlet Giray’a baş kaldırmış, hadise Gazi Giray’ın Osmanlı hükümetince Rodos’a gönderilmesiyle yatışmıştır. Gürcistan beylerinden olan Açıkbaş meliki Osmanlı hâkimiyetini tanımayınca görevinden alınmış ve bölgede sükûnet sağlanmıştır. Sultan Mustafa’nın saltanatının ikinci yarısında Vezîriâzam Amcazâde Hüseyin Paşa’nın gayretleriyle askerî, idarî ve malî alanda düzenlemeler yapıldı. Yeniçerilerin ıslahı için Anadolu’ya üç koldan fermanlar gönderilirken timarlı sipahilere de el atıldı. Kaptanıderyâ Mezemorta Hüseyin Paşa’nın gayretleriyle yeni bir donanma kanunnâmesi çıkartıldı (BA, MD, nr. 113, s. 1-6). Bu arada Şeyhülislâm Seyyid Feyzullah Efendi’nin hazırladığı emr-i şerifle taşradaki din görevlileri uyarıldı (Anonim Osmanlı Tarihi, s. 165-166).

II. Mustafa savaş giderleri için önemli malî tedbirler almıştır. Bunların başında varlıklı kimselerin mallarını müsâdere, gelecek yıllara ait vergileri peşin olarak tahsil etme ile tütün ve kahve vergilerine yapılan zamlar gelir. “Bid‘at-ı kahve” adıyla yeni bir vergi çıkarılırken (Defterdar Sarı Mehmed Paşa, s. 632-633) cizyenin de Eşrefî adıyla bastırılan altınla ödenmesi kararlaştırıldı. Ayarı düzgün olan İstanbul altınının tüccarlar tarafından toplanıp Mısır’a götürülmesiyle Osmanlı tarihinde ilk defa üzeri tuğralı altın para bastırıldı (Râşid, II, 383-384). Bu sırada eski kuruş ve zolota tedavülden kaldırılarak tuğralı yeni kuruş ve zolota çıkarıldı. Karlofça Antlaşması’ndan sonra başlayan barış döneminde devlet bütçesi istikrar bulmaya başladı. Halkın üzerinden olağan üstü vergiler kaldırıldı; başta Belgrad ve Tımışvar olmak üzere sürekli savaş alanı olan yerler halkı bir yıl cizye vergisinden muaf tutuldu. Taşra idarecilerine gönderilen tenbihnâmelerle halktan “tekâlîf-i şâkka” adıyla vergi talebinde bulunulmaması istendi. Bu dönemde öteden beri hükümetin önemli meselelerinden olan aşiretlerin iskânı işiyle de meşgul olundu. Mamalu Türkmenleri Bozok yöresine, diğer bazı aşiretler İç-il ve Kıbrıs’a yerleştirildi (BA, MD, nr. 108, 114, tür.yer.). Râmi Mehmed Paşa’nın sadrazamlığı döneminde Selânik ve Bursa atölyelerinde kumaş dokunması emredilerek Avrupa’dan kumaş ithali yasaklandı.

Karlofça Antlaşması’nın ardından beş yıllık dönemde askerî, malî tedbirler alınırken II. Mustafa’ya karşı hem asker hem halk ve ulemâ arasında ciddi bir hoşnutsuzluk ortaya çıktı. Kantemir’e göre onun köşeye çekilmesi, vaktini Edirne’de geçirmesi, yeniçerilerde ve halkta tıpkı babası gibi davranmaya başladığı dedikodularına yol açıyordu. Sultan Mustafa ilk beş yılında kendini tamamıyla devlet işlerine vermişti, şimdi ise babasının yanlış hareketlerini taklit ediyordu. Ayrıca savaşlar sırasında tek başarısı sadece düşmanın imparatorluk sınırları içine girmesini önlemek olmuştu. Bu durum onun da babası gibi tahttan indirilmesine yol açabilirdi (Osmanlı İmparatorluğunun Yükseliş ve Çöküş Tarihi, III, 297).

Barış dönemine rağmen savaşlardaki başarısızlık ve kaybedilen topraklar dolayısıyla genel bir memnuniyetsizliğin padişahın doğrudan doğruya kendisini hedef alacak derecelere ulaştığı anlaşılmaktadır. Bu ortamda tepkiler Edirne Vak‘ası denilen olayların patlamasına yol açmakta gecikmemiştir. İsyanın hedefi görünürde, padişahın hocası olan ve devlet işlerine karışan Şeyhülislâm Seyyid Feyzullah Efendi idi. Amcazâde Hüseyin Paşa, Daltaban Mustafa Paşa ve Râmi Mehmed Paşa onun telkinleriyle sadrazam olmuşlardı. Bunlardan Karlofça Antlaşması’nın mimarı olan Amcazâde Hüseyin Paşa şeyhülislâmın tahakkümüne daha fazla dayanamayıp sadâretten ayrılmış, Daltaban Mustafa Paşa makamında kalabilmek için ona boyun eğmiş, ancak Feyzullah Efendi Kırım’da gelişen olaylar bahanesiyle onun idamında etkili olmuştu. Daha kurnaz olan Râmi Mehmed Paşa ise şeyhülislâmı azlettirmenin yollarını aramıştır. O sırada, Gürcistan’a gönderilmek istenen 200 kadar cebecinin gecikmiş ulûfelerini isteme bahanesiyle ayaklanması ona bu fırsatı vermişti. Sadrazamın el altından desteklediği bu hadise kısa sürede büyüyerek devlete yönelik bir mahiyet kazandı. İstanbul’a hâkim olan âsiler Edirne’ye isteklerini belirten bir mahzar gönderdiler. Şeyhülislâm Feyzullah Efendi’nin bu yazıyı padişaha ulaştırmamasını fırsat bilen Râmi Mehmed Paşa onu azlettirdi. Durumdan habersiz olan âsiler Edirne’ye doğru yürüyüp saltanat değişikliği yapmak istediler ve hocası İmâm-ı Sultânî Mehmed Efendi’nin teklifiyle Şehzade Ahmed’in tahta çıkmasını kararlaştırdılar. Edirne hükümetinin temsilcisi ikinci vezir Hasan Paşa ile İstanbul’un temsilcisi Ahmed Paşa’nın gayretleriyle çarpışma olmadan mesele halledildi. Edirne’den gelenlerin İstanbul’dan gelenlere katılmasıyla yalnız kalan II. Mustafa yanında saray halkı ve vezirler olduğu halde Edirne’ye döndü. 9 Rebîülâhir 1115’te (22 Ağustos 1703) kardeşi Ahmed’in bulunduğu yere varıp, “Birader, kul seni padişah istemişler” diyerek kendi rızasıyla tahtı ona bıraktı ve onun kaldığı yere gitti (Anonim Osmanlı Tarihi, s. 248). O sırada kardeşine kendisini serbest bırakmasını ve âsilerin bir gün onu da tahtından edeceklerini, bu bakımdan onları mutlaka cezalandırması gerektiğini söyledi (Kantemir, III, 316). Serbest bir mecburi ikamet hayatı geçiren II. Mustafa, annesi vasıtasıyla Silâhdar Ali Paşa’nın kubbe veziri ve rikâb kaymakamı tayininde etkili olduğu bilinmektedir. Sekiz yıl altı ay on yedi gün hükümdarlık yapan II. Mustafa ordularının başında sefere çıkan son Osmanlı padişahıdır. Yakalanmış olduğu istiska ve mesane hastalıklarına son gelişmelerin verdiği üzüntüler de eklenince tahttan indirilmesinden beş ay kadar sonra çok sevdiği Edirne’de muhtemelen 20 Şâban 1115 (29 Aralık 1703) tarihinde vefat etti. Bazı Batı kaynaklarında, halk arasında onun zehirletilmek suretiyle öldürüldüğü kanaatinin hâkim olduğu belirtilir. Teçhiz ve tekfiniyle Silâhdar Fındıklılı Mehmed Ağa’nın görevlendirildiği Sultan Mustafa’nın cenaze namazı Ayasofya vâizi Şeyh Mustafa Efendi tarafından kıldırıldıktan sonra Yenicami civarındaki Vâlide Turhan Sultan Türbesi’nde bulunan babasının ayak ucuna defnedildi.

II. Mustafa’nın saltanatının ilk yarısı sefer ve savaş faaliyetleriyle, son yarısı nisbeten barış ve sükûn içinde geçmiştir. 1697 Zenta yenilgisinden sonra babası gibi av eğlencelerine dalan II. Mustafa’nın İkbâlî ve Meftûnî mahlaslarıyla şiirler ve ilâhiler yazdığı (Tayyarzâde Atâ Bey, IV, 65-66), bunlardan bir kısmının bestelendiği bilinmektedir (Anonim Osmanlı Tarihi, s. 275-276). Mektep ilâhilerinden “yessir lenâ hayre’l-umûr” nakaratlı eviç ilâhinin güftesi ona aittir. Hat sanatıyla da uğraşmış, Hocazâde Mehmed Enverî ve Hâfız Osman’dan ders almış, özellikle sülüs, nesih ve celî yazılarda başarılı örnekler vermiştir (Müstakimzâde, s. 539). Mûsikiyle ilgilenen, özellikle ok atmada ve cirit oyununda usta olan II. Mustafa zeki, yumuşak tabiatlı, âdil ve zamanın ilimlerine vâkıf biri olarak nakledilir. Çağdaşı Kantemir onun karakter bakımından önceki padişahlardan daha sağlam, olgun ve ender görülen ölçülülüğe sahip bulunduğunu, devlet parasının toplanmasında ve dağıtımında bu ölçülü davranışını gösterdiğini, cimri ya da savurgan olmadığını, Karlofça barışı sayesinde şöhrete kavuştuğunu yazar (Osmanlı İmparatorluğunun Yükseliş ve Çöküş Tarihi, III, 317). Edirne’de Saraçhane Köprüsü’nü onartmış, İnebahtı’da II. Beyazıt Camii’ni yeniden inşa ettirmiştir. Onun zamanında Mescid-i Harâm’da Hacerülesved’in mahfazası, Kâbe tavanını tutan direkler ve yüzeye inen merdiven, Mescid-i Kubâ’da eskiyen duvar ve minare yenilenmiş, Mebrekü’n-nâka üzerine dört direkli bir kubbe, dışarıya bir sebil ve abdest alma yerleri yaptırılmış, derin su kuyuları kazdırılmıştır. Döneminin siyasî ve askerî olaylarını Fındıklılı Silâhdar Mehmed Ağa bizzat padişahın emri ve isimlendirmesiyle Nusretnâme’de anlatmıştır. II. Mustafa’nın onu erkek yirmi kadar çocuğu olmuş, bunların çoğu babalarından önce ölmüştür. Oğullarından I. Mahmud ve III. Osman padişah olmuştur. Kızlarından Ayşe Sultan, Emine Sultan, Safiye Sultan ve Emetullah Sultan bazı Osmanlı vezir ve paşalarıyla evlenmiştir.

BİBLİYOGRAFYA:

BA, MD, nr. 106, s. 3; nr. 108, s. 142; nr. 111, s. 457, 531, 617; nr. 112, s. 121; nr. 113, s. 1-6; nr. 114, s. 96; BA, Cevdet-Dahiliye, nr. 14093; BA, İbnülemin-Dahiliye, nr. 1475; Abdurrahman Abdi Paşa Vekāyi‘nâme’si (haz. Fahri Çetin Derin, doktora tezi, 1993), İÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü, s. 139-140, 390, 393; Mustafa Nedim, Zafernâme, Millet Ktp., Ali Emîrî, nr. 1343; Hasan Ağazâde Hacı Abdullah Efendi, Târihçe: Mustafa II’ye Dair Bir Risâle (nşr. Fahri Çetin Derin, TD, IX/13 [1958] içinde), s. 45-70; İbrâhim Sırrı, Târîh-i Sultan Mustafa, İÜ Ktp., TY, nr. 3488; Anonim Osmanlı Tarihi: 1099-1166/1688-1704 (nşr. Abdülkadir Özcan), Ankara 2000, s. 107-279; 
Defterdar Sarı Mehmed Paşa, Zübde-i Vekāyiât, 1656-1704 (nşr. Abdülkadir Özcan), Ankara 1995, s. 502-503, 517-837; P. Rycaut, The History of Turks Beginning with the Year 1679, London 1700, s. 522-523, 539, 540, 542, 553 vd.; D. Kantemir, Osmanlı İmparatorluğunun Yükseliş ve Çöküş Tarihi (trc. Özdemir Çobanoğlu), Ankara 1980, III, 242-317; Silâhdar, Nusretnâme (haz. Mehmet Topal, doktora tezi, 2001), MÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü, s. 1-629, 657-658; Nazmîzâde Murtaza Efendi, Târîh-i Seferü’l-Basra (nşr. Vahid Çabuk, TED, sy. 15 [1997] içinde), s. 326-380; a.mlf., İcmâl-i Sefer-i Nehr-i Ziyâb, Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 2064; P. Lucas, Voyages du sieur Paul Lucas au Levant, Paris 1704, II, 239-243, 267 vd., 314 vd., 390-409; A. de la Motraye, Travels, London 1732, I, 209, 218 vd., 230-248, 253; E. D. Chishull, Türkiye Gezisi ve İngiltere’ye Dönüş (trc. Bahattin Orhon), İstanbul 1993, tür.yer.; Şeyhî, Vekāyiu’l-fuzalâ, II-III, tür.yer.; Râşid, Târih, I, 71; II, 293 vd., 377 vd., 383-384, 403-416, 418-420, 422 vd., 433-438, 487 vd., 509-518, 525 vd.; III, 8 vd., 116-119; Sâlim, Tezkire, İstanbul 1315, s. 58-63; Ahmed Hasîb, Ravzatü’l-küberâ (nşr. Mesut Aydıner), Ankara 2003, tür.yer.; Müstakimzâde, Tuhfe, s. 539; Tayyarzâde Atâ Bey, Târih, İstanbul 1293, IV, 65-66; Hammer, HEO, XII, tür.yer.; Zinkeisen, Geschichte, V, 152-159, 178 vd., 187-195, 200-209, 210-217, 227-236; N. Jorga, Geschichte des Osmanischen Reiches, Gotha 1911, V, 269-272, 276-285, 286 vd.; Necati Tacan, Eski Osmanlı Seferlerinden Niş-Belgrad-Salankamen-Petervaradin-Lugoş-Temeşvar Kuşatma ve Meydan Muharebeleri 1690-1696 (1101-1108), İstanbul 1939, s. 86-90, 94-105; Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, III/1, s. 555-595; IV/1, s. 1-46; Nuri Pere, Osmanlılarda Mâdenî Paralar, İstanbul 1968, s. 185-187, lv. 30-31; Danişmend, Kronoloji2, III, 477-489; IV, 1-2; M. Çağatay Uluçay, Padişahların Kadınları ve Kızları, Ankara 1980, s. 73-79; Rifaat Ali Abou-el-Haj, The 1703 Rebellion and the Structure of Ottoman Politics, Istanbul 1984; a.mlf., “The Narcissism of Mustafa II (1695-1703): a Psychohistorical Study”, St.I, XL (1974), s. 115-131; A. D. Alderson, Bütün Yönleriyle Osmanlı Hanedanı (trc. Şefaettin Severcan), İstanbul, ts. (Yeni Şafak), s. 263, 330; H. G. Majer, “The Harem of Mustafa II, 1695-1703 (Turkish Sultan)”, Osm.Ar., XII (1992), s. 431-444; Cengiz Orhonlu, “Mustafa II”, İA, VIII, 695-700; J. H. Kramers, “Muśŧafā II”, EI² (Fr.), VII, 708-709; Abdülkadir Özcan, “Edirne Vak‘ası”, DİA, X, 445-446; a.mlf., “Karlofça Antlaşması”, a.e., XXIV, 504-507.

Abdülkadir Özcan
TDA  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder