müderris, şeyhülislam
Osmanlı Devletinin dördüncü şeyhülislamı ve Fatih Sultan Mehmet Hanın hocalarından. İsmi, Ahmed bin İsmail bin Osman Gürani olup, lakabı Şerefeddin ve Şihabeddin’dir. 1410 (H.813) yılında Suriye’nin Güran kasabasına bağlı bir köyde doğdu. Doğduğu yere nisbetle Gürani denildi. 1488 (H. 893) yılında İstanbul’da vefat etti. Kabri Aksaray-Topkapı arasındaki kendi yaptırdığı caminin önündedir.
Molla Gürani, daha küçük yaşta kendi memleketinde ilk tahsilini yaptı. Bundan sonra Bağdat, Diyarbakır, Hıms ve Hayfa şehirlerine ve on yedi yaşında da Şam’a gidip, tanınmış alimlerin derslerine devam ederek ilmini arttırdı. Şam’dan Kahire’ye gitti ve o devrin en meşhur alimi İbni Hacer Askalani’den hadis ve fıkıh ilmine dair eserler okudu. Bu hocasından okuduğu eserler arasında Sahih-i Buhari ve fıkıh ilminde meşhur eserler vardı. Molla Gürani bu minval üzere tahsilini tamamladıktan sonra; tefsir, kıraat, hadis ve fıkıh ilimlerinde değerli bir alim olarak yetişti. Yavaş yavaş tanınmaya ve Kahire’deki medreselerde ders vermeye başladı. Memluk Devleti hükümdar ve devlet ileri gelenlerinin kurdukları ilim meclislerine katılıp, münazaralara girdi. İlmi ve fesahati, güzel konuşmasıyla dikkat çekip tanındı. Hatta Kahire’de herkese açık bir ders de verdi. Dersini dinleyen alimler, onun ilimdeki üstünlüğünü taktir ettiler. Sahih-i Buhari’yi gayet güzel bir maharetle okuttuğunu bizzat görüp şahit olan hocası İbni Hacer Askalani ona icazet verdi. Bundan sonra hayatının bir bölümünü Kahire ve Şam taraflarında geçirip Anadolu’ya geldi. Anadolu’ya gelişi, hayatında başka bir safha olmuştur.
Molla Gürani’nin Anadolu’ya gelişi şu şekildedir: O devrin meşhur Osmanlı alimlerinden Molla Yegan, hacca gittiğinde, Kahire’ye uğradı. Orada Molla Gürani’yi tanıyıp, onun dine bağlılığını ve ilimdeki yüksek derecesini görünce, Anadolu’ya getirmek istedi. Lütuf ve iltifat göstererek beraber gelmesini söyledi. O da bu teklifi kabul ederek, Molla Yegan ile birlikte geldi. Meşhur alim Molla Yegan, hacdan döndüğünde Sultan İkinci Murad Hanın otağına gidip, bir sohbet yaptı. Sohbet sırasında Padişah; “Gezip gördüğün yerlerden bize ne armağan getirdin.” diye sordu. Bunun üzerine Molla Yegan; “Tefsir, hadis ve fıkıh ilminde iyi yetişmiş bir alim getirdim.” diyerek, hiçbir milletin kültür tarihinde görülmeyen durumu bildirdi. Sultan; “Şimdi nerededir?” deyince, “Dışarıda beklemektedir” cevabını verdi. Bunun üzerine Padişah, onu içeri getirmelerini söyledi. Molla Gürani içeri girip selam verdi. Sohbet sırasında Molla Gürani’nin konuşması ve hali, Padişah’ın hoşuna gitti. Onu hemen dedesi Murad-ı Hüdavendigar Gazi’nin eski kaplıcadaki medresesine müderris tayin etti. Daha sonra Yıldırım Medresesi’ne müderrislikle vazifelendirildi. Bir müddet bu vazifede kalan Molla Gürani, Sultan İkinci Murat Hanın oğlu Şehzade Mehmet’in, yani Fatih’in yetiştirilmesiyle görevlendirildi.
Fatih Sultan Mehmet Han’ın yetişmesinde, Molla Gürani’nin büyük emeği geçti. Bu bakımdan Fatih, şehzadeliğinden beri hocasını çok sever, saygı ve hürmette kusur etmezdi.
Babası İkinci Murat’tan sonra tahta geçen Fatih Sultan Mehmet Han, Molla Gürani’yi vezir yapmak istedi. Molla Gürani bu teklifi kabul etmeyip; “Huzurunuzda, size devlet işlerinde çok hizmet edenler vardır. Onların ciddi çalışmaları; vezirliğe, sadrazamlığa kavuşmak ideallerine bağlıdır. Veziriniz onlardan başkası olursa, kalbleri muğber olur ve sultanımıza zarar gelir.” dedi. Sultan bu sözü beğendi ve onu Kazasker yapmak istediğini bildirince, bunu kabul etti. Ayrıca müderrislik vazifesini de yürüttü. Daha sonra, evkaf idaresi ve kadılık vazifesi ile Bursa’ya gönderildi. Bursa’da bir müddet hizmet etti. Ancak bazı sebeplerle Anadolu’dan ayrılıp, Mısır’a gitti.
Molla Gürani Mısır’a vardığında, Mısır Sultanı Kayıtbay’dan tam bir kabul ve pekçok ikram, hürmet gördü. Bir müddet sonra Fatih Sultan Mehmet Han, Mısır Sultanı Kayıtbay’a, Molla Gürani’yi göndermesini rica etti. Kayıtbay, Fatih Sultan Mehmet Hanın bu ricasını Molla Gürani’ye bildirerek; “Gitme, ben sana onunkinden daha çok ikram ve ihtiram ederim.” dedi. Molla Gürani; “Evet inanıyorum, sizden çok fazla ikram gördüm. Ancak, benimle onun arasında baba ile oğul arasındaki gibi büyük bir sevgi vardır. Aramızdaki bu hadise ise, bir başka şeydir. Bu sebepten tabii olarak ona meyledeceğimi bilir. Eğer ona gitmezsem sizin tarafınızdan gönderilmediğimi zanneder ve aranıza düşmanlık girebilir” cevabını verdi. Bu cevabı çok beğenen Sultan Kayıtbay kendisine çok para ve yolda lazım olabilecek eşyaları verip, büyük hediyelerle Fatih Sultan Mehmet Hana gönderdi.
Molla Gürani İstanbul’a gelince, Sultan ona çok hürmet gösterip, ikinci defa Bursa Kadılığına, sonra yeniden Kazaskerliğe tayin etti. Müderrislik ve eser yazmakla meşgul olan Molla Gürani, 1480 (H. 885) yılında Şeyhülislamlık makamına getirildi. Fatih Sultan Mehmet Han ona; maaş, hizmetçi ve diğer yardımları yanında pekçok hediye vererek, ikram ve hürmet gösterdi. Sekiz sene Şeyhülislamlık yaptı ve hakka, adalete uymakta titizlik göstererek, gayet güzel bir şekilde vazifesini yerine getirdi.
Fatih Sultan Mehmet Hana çok nasihat eder, işlerinde yardımcı olurdu. Ona karşı duyduğu samimi sevgi ve alaka sebebiyle, yeri geldikçe tenkit etmekten, uyarmaktan çekinmezdi. Hatta giydiği ve yediği şeylere dikkat etmesinde, daima dinin emirlerine uygunluk isterdi. Nasihatlerini sert sözlerle söylemekten çekinmezdi.
Molla Gürani; heybetli, vakur, sarsılmaz bir ilim, haysiyet ve ahlaka sahipti. Uzun boylu, doğru ve açık sözlüydü. Vezirleri adlarıyla çağırır, Sultan’ın huzuruna girince, yüksek sesle selam verip müsafeha yapardı. Davet edilmedikçe ve bayram günlerinden başka zamanlarda saraya gitmezdi.
Müderrislikten resmen ayrıldıktan sonra da ilim öğretmeye devam etti. Pekçok alim yetiştirdi. Günlerini ders vermek, kitap yazmak ve ibadetle geçirirdi. Çok hayır ve hasenatta bulundu. Vakıf olarak; dört cami, bir darülhadis medresesiyle bir hamam ve binalar yaptırmıştır.
Molla Gürani, vefat ettiği senenin bahar mevsiminde bir bahçe satın aldı. Kışa kadar o bahçede kaldı. Vezirler haftada bir bu bahçeye ziyaretine gelirlerdi. Kış geldiğinde iyice halsizleşti. İstanbul’daki konağına göçtü. O günlerde sabah namazını kıldıktan sonra, kendisine bir yatak hazırlanmasını istedi. Yatak hazırlandı. Kuşluk namazını kıldıktan sonra kıbleye dönerek, sağ yanı üzerine yattı. O gün, kendisinden Kur’an-ı Kerim ve kıraat ilmini öğrenen hafızların, yanında toplanmasını istedi. Bu arzusu yerine getirildi. Yanına toplanan talebelerine; “Üstünüzde olan hakkımı ödeme zamanı bu gündür. İkindi vaktine kadar benim üzerime Kur’an-ı Kerim okumaya devam ediniz, ikindiden fazla uzamaz.” dedi. Talebeleri, Kur’an-ı Kerim okumaya başladılar. Durumu öğrenen vezirler de yanına geldi. Bunlar arasında bulunan Davud Paşa, Molla Gürani hazretlerini çok sevdiği için halini görünce dayanamayıp, ağlamaya başladı. Molla Gürani bu hali görünce; “Niye ağlar durursun ey Davud!” dedi. Davud Paşa; “Sizi böyle zayıf görünce kendimi tutamadım” cevabını verdi. Bunun üzerine; “Ey Davud! Kendi haline ağla! Ben dünyada rahat ve huzur içinde yaşadım. Allahu Teala’dan ümidim odur ki, ömrümün sonunda ve son nefesimde de selamet üzere olurum.” dedi. Sonra vezire dönüp; “Benden Beyazıt’e (İkinci Beyazıt Han) selam söyleyin, namazımı bizzat kendisi kıldırsın ve borçlarımı, defnimden önce ödesin.” dedi. Sonra; “Size vasiyetim olsun! Beni kabrin yanına koyunca, ayağımı tutun ve beni kabrin başına çekin, sonra kabre koyun.” buyurdu. Öğle namazını ima ile kıldı. Sonra; “İkindi ezanı ne zaman okunacak?” dedi. İkindi vakti gelince, müezzinin ezan okumasını bekledi. Müezzin, Allahu ekber, diye ezan okumaya başlayınca, Molla Gürani hazretleri; “Lailahe illallah...” diyerek vefat etti.
Sultan İkinci Beyazıt Han, namazında bulundu ve borçlarını ödedi. Cenaze namazı çok kalabalık olup, İstanbul ahalisi bu büyük alimin vefatına ziyadesiyle üzüldü. Cenazesi kabrin başına getirilince vasiyetine rağmen kimse ayağından tutup çekmeye cesaret edemedi. Cenazesini bir hasırla kabrin yanına çektiler ve kabre indirip defnettiler.
ESERLERİ:
1) Gâyet-ül-Emânî fî Tefsîr-i Seb'il-Mesânî,
2) El-Kevser-ül-Cârî alâ Riyâd-il-Buhârî; Hadîs-i şerîf kitaplarının en kıymetlisi olanSahîh-i Buhârî'ye yazdığı şerhdir.
3) Şâtıbiyye Kasîdesi'nin Ca'berî şerhine güzel bir hâşiye yazmıştır.
4) Keşf-ül-Esrâr an Kırâat-il-Eimmet-il-Ahyâr,
5) Şerh-i Cem'ul-Cevâmi': Usûl-i fıkha dâirdir.
6) Arûz ilmiyle ilgili bir kasîde.
Kaynak: http://www.biyografi.net/kisiayrinti.asp?kisiid=939
MOLLA GÜRÂNİ
(1410 - 1488m.)
Evliyalar Ansiklopedisi
Osmanlı âlimlerinden ve büyük velî. Dördüncü Osmanlı şeyhulislâmı. İsmi, Ahmed bin İsmâil bin Osman Gürânî, lakabı Şerefüddîn, Şihâbüddîn ve Molla Gürânî'dir. Daha çok Molla Gürânî lakabıyla tanınıp, meşhûr oldu. 1410 (H.813) senesinde, Sûriye'nin Gürân kasabasına bağlı bir köyde doğdu. Doğduğu yere nisbetle "Gürânî" denilmiştir.
Molla Gürânî, küçük yaşta Kur'ân-ı kerîmi ezberledi. Sarf, nahiv, beyân, meânî gibi âlet ve kırâat ilmini öğrendi. Sonra ilim öğrenmek için Bağdât, Diyarbakır, Hıns ve Hayfa şehirlerine gitti. On yedi yaşında iken de Şam'a gidip, bir müddet oradaki âlimlerden ders alıp, ilim tahsîl etti. Şam'dan Kâhire'ye gitti.Kâhire'de zamânın âlimlerinden ders alarak; kırâat, tefsîr, hadîs ve fıkıh ilimlerini öğrendi ve bu ilimlerde icâzet aldı. O devrin en meşhûr âlimi İbn-i Hacer Askalânî'den hadîs ve fıkıh ilmine dâir eserler okudu. Bu hocasından okuduğu eserler arasında, Sahîh-i Buhârî ve fıkıh ilminde meşhûr eserler vardı.Hadîs ilminde İbn-i Hacer Askalânî'den icâzet aldı. Molla Gürânî bu şekilde çalışarak tahsîlini tamamladıktan sonra; tefsîr, kırâat, hadîs ve fıkıh ilimlerinde değerli bir âlim olarak yetişti.Yavaş yavaş tanınmaya ve Kâhire'deki medreselerde ders vermeye başladı. Memlûk Devleti hükümdarları ile devletin ileri gelenlerinin kurdukları ilim meclislerine katılıp, münâzaralara girdi. İlmi ve fesâhati, güzel konuşmasıyla kısa zamanda tanındı. Hattâ Kâhire'de herkese açık bir ders verdi. Dersini dinleyen âlimler, onun ilimdeki üstünlüğünü takdîr ettiler. Hocası İbn-i Hacer Askalânî ona icâzet verdikten sonra, Sahîh-i Buhârî'yi gâyet güzel bir mahâretle okuttuğunu bizzat görüp, şâhid oldu. Bundan sonra hayâtının bir bölümünü Kâhire ve Şam taraflarında geçirip İstanbul'a geldi. İstanbul'a gelişi, hayâtında değişikliğe yol açtı. Önce Şâfiî mezhebindeydi. Sonradan Hanefî mezhebine geçti.
Molla Gürânî'nin İstanbul'a gelişi şöyle vukû bulmuştur: O devrin meşhûr Osmanlı âlimlerindenMolla Yegân hacca gittiğinde, Kâhire'ye uğradı. Orada Molla Gürânî'yi tanıyıp, onun dîne bağlılığını ve ilimdeki yüksek derecesini görünce, İstanbul'a getirmek istedi. Lütuf ve iltifât göstererek istanbul'a gelmesini söyledi. O da bu teklifi kabûl edip, Molla Yegân ile birlikte İstanbul'a geldi. Meşhûr âlim MollaYegân, hacdan dönüp İstanbul'a gelince, Sultan İkinci Murâd Hanın otağına gidip, bir sohbet yaptı. Sohbet sırasında Pâdişâh; "Gezip gördüğün yerlerden bize ne armağan getirdin?" diye sordu. Bunun üzerine Molla Yegân; "Tefsîr, hadîs ve fıkıh ilminde iyi yetişmiş bir âlim getirdim" dedi. "Şimdi nerededir?" deyince; "Bâb-üs-seâdede beklemektedir" dedi. Bunun üzerine Pâdişâh, onu içeri getirmelerini söyledi. Molla Gürânî içeri girip, selâm verdi, el öptü. Sohbet sırasında Molla Gürânî'nin konuşması ve hâli, pâdişâhın hoşuna gitti. Onu önce, dedesi Murâd-ı Hüdâvendigâr Gâzî'nin eski kaplıcadaki medresesine sonra da Yıldırım Medresesine müderris tâyin etti. Böylece bir müddet bu vazifede bulundu.Bundan sonra da Sultan İkinci Murâd Hân, Molla Gürânî'yi oğlu Şehzâde Mehmed'in yâni Fâtih'in yetiştirilmesi ile görevlendirdi.
Şehzâde Mehmed (Fâtih), bu sırada Manisa'da emîrdi. Babası İkinci Murâd Hân, oğlunun (Fâtih'in) yetişmesi ve eğitilmesi için pekçok âlimi ona hoca olarak göndermişti. Fakat Şehzâde Mehmed, zekî ve celalli olduğundan, giden hocalar onu bir türlü derse yanaştıramamıştı. Bu sebeple pâdişâh İkinci Murâd Hân, oğlunu yetiştirecek heybetli bir muallim arıyordu. Molla Gürânî'nin heybetli ve vakûr bir âlim olduğunu görerek, sert tutumunu duyup, bu iş için onu tâyin etti. Onun iyi bir eğitimden geçmesini istediğini söyleyip, gerekirse dövebileceğini de işâret etti. Bunun üzerine Molla Gürânî, Manisa'ya gönderildi. Molla Gürânî, Şehzâde Mehmed'in (Fâtih'in) yetişmesi için ona ders vermeye başladı. Gördüğü gevşeklik karşısında, vakûr ve sert tutumuyla, Şehzâde Mehmed'in hırçınlığını yatıştırdı. Hattâ ders sırasında; "Darabtühû te'dîben" Terbiye etmek, eğitmek için onu dövdüm mânâsındaki Arabca cümleyi dil bakımından incelettirdi, tahlîl ve tercüme ettirdi. Bu tutum karşısında Şehzâde Mehmed derslere devâm edip, kısa zamandaKur'ân-ı kerîmi hatmetti ve ilim öğrendi. Pâdişâh İkinci Murâd Hân, oğlu Şehzâde Mehmed'in Kur'ân-ı kerîmi hatmettiğini öğrenince, çok sevinip, hocasıMollaGürânî'ye fazla mikdârda mal ve parayı hediye gönderdi.
Fâtih Sultan Mehmed Hanın yetişmesinde, Molla Gürânî'nin büyük emeği geçti. Bu bakımdan Fâtih, şehzâdeliğinden beri hocasını çok sever, saygı ve hürmette kusûr etmezdi.
Babası İkinci Murâd'dan sonra tahta geçen Fâtih Sultan Mehmed Han, Molla Gürânî'yi vezîr yapmak istedi. Molla Gürânî bu teklifi kabûl etmeyip; "Huzûrunuzda, size devlet işlerinde çok hizmet edenler vardır. Onların ciddî çalışmaları, sonunda vezîrliğe, sadr-ı a'zamlığa kavuşmak ideallerine bağlıdır. Vezîriniz onlardan başkası olursa, kalbleri kırılır ve sultânımıza zarar gelir" dedi. Sultan bu sözü beğendi ve onu kadısker yapmak istediğini bildirince, bunu kabûl etti. Kâdılığa başlayınca, ayrıca müderrislik görevini de yürüttü. Daha sonra Bursa evkâf idâresi vazifesi ve kâdılık vazifesi ile Bursa'ya gönderildi. Bursa'da bir müddet bu vazifeleri yaptı. Sonra bâzı sebeplerle Anadolu'dan ayrılıp, Mısır'a gitti.
Molla Gürânî Mısır'a vardığında, Mısır Sultânı Kayıtbay'dan tam bir kabûl ve çok ikrâm, hürmet gördü. Bir müddet sonra FâtihSultanMehmed Hân, Mısır Sultânı Kayıtbay'a, Molla Gürânî'yi göndermesini ricâ etti. Kayıtbay, Fâtih Sultan Mehmed Hanın bu ricâsını Molla Gürânî'ye bildirerek; "Gitme, ben sana onunkinden daha çok ikrâm ve ihtirâm ederim" dedi. Molla Gürânî; "Evet inanıyorum, sizden çok fazla ikrâm gördüm. Ancak, benimle onun arasında baba ile oğul arasındaki gibi büyük bir sevgi vardır. Aramızdaki bu hâdise ise, bir başka şeydir. Bu sebepten o, tabiî olarak kendisine meyledeceğimi bilir. Eğer ona gitmezsem, sizin tarafınızdan gönderilmediğimi zanneder ve aranıza bir düşmanlık girebilir." cevâbını verdi. Sultan Kayıtbay bu cevâbı beğendi ve kendisine çok para ve yolda lâzım olabilecek eşyâları verip, büyük hediyelerle Fâtih Sultan Mehmed Hana gönderdi.
Molla Gürânî İstanbul'a gelince, Sultan ona çok hürmet gösterip, ikinci defâ Bursa kâdılığına tâyin etti. Sonra yeniden Kadıaskerliğe getirildi. Bu arada müderrislik ve eser yazmakla da meşgûl iken, 1480 (H.885) senesinde Şeyhülislâmlık makâmına getirildi. Fâtih Sultan Mehmed Hân ona; maaş, hizmetçi ve diğer yardımları yanında, çok hediyeler vererek, ikrâm ve hürmet gösterdi. Sekiz sene Şeyhülislâmlık yaptı ve hakka, adâlete uymakta, titizlik göstererek, gayet güzel bir şekilde vazifesini yerine getirdi.
Fâtih Sultan Mehmed Hana çok nasîhat eder, işlerinde yardımcı olurdu. Ona karşı duyduğu samîmi sevgi ve alâka sebebiyle, yeri geldikçe tenkid etmekten, uyarmaktan çekinmezdi. Hattâ giydiği ve yediği şeylere dikkat etmesini, dâimâ dînin emirlerine uygun olmasını isterdi. Nasîhatlerini sert sözlerle söylemekten çekinmezdi.
Molla Gürânî; heybetli, vakûr, sarsılmaz bir ilim haysiyetine ve ahlâkına sâhipti. Uzun boylu, gür sakallı, doğru ve açık sözlüydü. Vezîrleri adlarıyla çağırır, Sultanın huzûruna girince, yüksek sesle selâm verip, müsâfeha yapardı.Dâvet edilmedikçe ve bayram günlerinden başka zamanlarda saraya gitmezdi. Bir defâsında bir Arafe günü, Sultan, Molla Gürânî'ye bir haberci göndererek; "Yarın bayramı kutlamak üzere teşrif etsin, geç kalmasın." diye haber yollamıştı. Molla Gürânî, gelen haberciye; "Yağışlı günlerdir, her yer çamur. Gelirsek, kılık kıyâfet değiştirmek îcâb eder. Yarın bizi bağışlasınlar. Biz uzaktan duâ ederiz. Bayramı uzaktan kutlayalım." dedi. Haberci dönüp bu sözleri pâdişâha iletince, Pâdişâh; "Biz onların gelmesi ile bayram yaparız. Her şeye rağmen gelmelerini bekliyoruz." dedi.Üzerlerinin çamur olmaması için de, sarayın selâmlığına kadar at ile girmesine izin verildi. Bunun üzerine dâveti kabûl etti. Molla Gürânî, devrin âlimlerine mütevâzî davranır ve onlara karşı kıskançlık göstermezdi. Hattâ resmî vazifelerde kendinden daha üst makamlara çıkan âlimleri takdîr ederdi. Müderrislikden resmen ayrıldıktan sonra da ilim öğretmeye devâm etti. Pekçok âlim yetiştirdi. Osmanlı âlimleri arasında ahlâkının üstünlüğü, ilmî hususlarda tâvizsiz olan ve ilme çok önem veren bir âlim bilinip öyle tanındı. Günlerini hep ders vermekle, kitap yazmakla ve ibâdetle geçirirdi. Bir defâsında talebelerinden biri, bir gece onun konağında kalmıştı. Hocası Molla Gürânî, yatsı namazından sonra Kur'ân-ı kerîm okumaya başladı. Başından başlayıp devamlı okurken talebesi bir müddet sonra uyuyakaldı. Sabaha doğru uyanınca hocası Molla Gürânî'nin Kur'ân-ı kerîm okumaya devâm ettiğini gördü. Sabahleyin o talebe bu durumu hizmetçilere anlatınca, hizmetçileri; "O, her gece böyle Kur'ân-ı kerîm okur ve bunu hiçbir sebeple terk etmez." demiştir. MollaGürânî, ayrıca çok hayır ve hasenât yapmıştır. Dört câmi, bir Dâr-ül-hadîs medresesi, bir hamam ve binâlar yaptırmıştır.
Molla Gürânî, vefât ettiği 1488 (H.893) senesinin bahar mevsiminde bir bahçe satın aldı. Kışa kadar o bahçede kaldı. Vezîrler haftada bir bu bahçede ziyâretine gelirlerdi. Kış geldiğinde iyice hâlsizleşti. İstanbul'daki konağına göçtü. O günlerde bir sabah namazını kıldıktan sonra, kendisine bir yatak hazırlanmasını istedi. Yatak hazırlandı. Kuşluk namazını kıldıktan sonrakıbleye dönerek, sağ yanı üzerine yattı. O gün, kendisinden Kur'ân-ı kerîmi, kırâat ilmini öğrenen hâfızların yanında toplanmasını istedi. Bu arzusu üzerine, talebelerine haber gönderildi.Onlar da yanına toplandılar. Talebelerine; "Üstünüzde olan hakkımı ödeme zamânı bu gündür. İkindi vaktine kadar benim üzerime Kur'ân-ı kerîm okumaya devâm ediniz, ikindiden fazla uzamaz." dedi. Hâfız talebeleri, Kur'ân-ı kerîm okumaya başladılar. Vezîrler durumu öğrenince, yanına geldiler. Vezîrler arasındaki Dâvûd Paşa, Molla Gürânî hazretlerini çok sevdiği için, hâlini görünce dayanamayıp, ağlamaya başladı. MollaGürânî onun ağladığını görüp; "Niye ağlar durursun ey Dâvûd!" dedi. Dâvûd Paşa; "Sizi böyle zayıf görünce kendimi tutamadım." dedi. Bunun üzerine; "Ey Dâvûd, kendi hâline ağla! Ben dünyâda rahat ve huzûr içinde yaşadım. Allahü teâlâdan ümîdim odur ki, ömrümün sonunda da, son nefeste de selâmet üzere olurum." dedi.Sonra vezîrlere dönüp; "Benden Bâyezîd'e (İkinci Bâyezîd Hana) selâm söyleyin ve deyin ki, Adâlet üzere olsun, kulları himâye, beldeleri muhâfaza etsin. Namazımı bizzat kendisi kıldırsın ve borçlarımı, defnimden önce ödesin" dedi. Sonra; "Size vasiyetim olsun! Beni kabrin yanına koyunca, ayağımı tutun ve beni kabrin başına çekin, sonra kabre koyun." dedi. Öğle namazını îmâ ile kıldı. Sonra; "İkindi ezânı ne zaman okunacak?" dedi. İkindi vakti gelince, müezzinin ezân okumasını bekledi. Müezzin, Allahüekber diye ezân okumaya başlayınca, Molla Gürânî hazretleri; "Lâilâhe illallah" diyerek vefât etti.
Sultan İkinci Bâyezîd Hân, namazında bulundu ve borçlarını ödedi. Cenâze namazı çok kalabalık olup, İstanbul ahâlisi onun vefâtından dolayı gözyaşı döktü. Cenâzesi kabrin başına getirilince, vasiyetine rağmen kimse ayağından tutup çekmeye cesâret edemedi. Cenâzesini bir hasır ile kabrin yanına çektiler ve kabre indirip defnettiler. Kabri,Aksaray-Topkapı arasındaki eski tramvay yolunun sol tarafında bulunan kendi yaptırdığı câminin önündedir.
Arabca kaynaklarda "Diyâr-ı Rûm'un, Anadolu'nun âlimi" olarak zikredilen Molla Gürânî, kıymetli eserler yazmış olup, eserleri şunlardır:
1) Gâyet-ül-Emânî fî Tefsîr-i Seb'il-Mesânî,
2) El-Kevser-ül-Cârî alâ Riyâd-il-Buhârî; Hadîs-i şerîf kitaplarının en kıymetlisi olanSahîh-i Buhârî'ye yazdığı şerhdir.
3) Şâtıbiyye Kasîdesi'nin Ca'berî şerhine güzel bir hâşiye yazmıştır.
4) Keşf-ül-Esrâr an Kırâat-il-Eimmet-il-Ahyâr,
5) Şerh-i Cem'ul-Cevâmi': Usûl-i fıkha dâirdir.
6) Arûz ilmiyle ilgili bir kasîde.
Kaynaklar:
1) Mu'cem-ül-Müellifîn; c1. ,s.166
2) El-A'lâm; c.1, s.97
3) Tam İlmihâl Seâdet-iEbediyye; (49. Baskı), s.1112
4) Ed-Dav-ül-Lâmi; c.1, s.241
5) Şakâyık-ı Nu'mâniyye Tercümesi (Mecdî Efendi); s.102
6) Tabakât-üs-Seniyye fî Terâcim-il-Hanefiyye; c.1, s.280
7) Esmâ-ül-Müellifîn; c.1, s.135
8) Keşf-üz-Zünûn; c.1, s.553, 646, 899; c.2, s.1190, 1486
9) Tâc-üt-Tevârih (Ulemâ kısmı)
10) Osmanlı Müellifleri; c.2, s.1
11) İzâh-ul-Meknûn; c.2, s.92
12) Brockelmann; Sup-2, s.319
13) Devhat-ül-Meşâyıh; s.10
14) Rehber Ansiklopedisi; c.12, s.184
15) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.12, s.298
Kaynak: www.davetci.com.tr
Tarihin karanlığında kalmış bir gerçek!..
FATİH SULTAN MEHMED'İN HOCASI MOLLA GÜRANİ ERGANİLİ Mİ?
Uzun bir uğraşı ve çalışma sonucu Fatih'in Hocası, Osmanlı din ve devlet adamı Molla Gürani'nin Ergani'ye bağlı Hilar köyünde doğduğuna dair belgelere ulaşıldı.
Molla Gürani (1410-1488)
|
Fatih Sultan Mehmed'e hocalık yapan, Osmanlı İmparatorluğu'nda kazaskerlik, kadılık ve şeyhülislamlık gibi önemli devlet hizmetlerinde bulunan, İslam düşünürleri üzerinde çok büyük bir etki bırakan; bugün başta İstanbul olmak üzere birçok cami, medrese, cadde ve sokağa ismi verilen Osmanlı din bilgini ve devlet adamı Molla Gürani kimdir ve nerede doğmuştur?
Molla Gürani Kimdir, Nerede ve Ne Zaman Doğdu?
İslam düşünürleri arasında Molla Gürani'nin doğum tarihi ve doğum yeri tartışmalıdır. Bazı kaynaklar doğumunu 1406, bazı kaynaklar 1410 olarak vermektedir. Doğum yeri olarak da genellikle bugün İran sınırları içinde bulunan İsferâryin ile Kuzey Irak'ta bulunan Şehrezûr'u yazmaktadırlar. Bu yazılanlar hiç araştırılmadan, başka yazar ve düşünürlerce de hep nakledilerek tekrarlanıp durulmuştur.
Yaptığımız araştırmada ise, Molla Gürani'nin Ergani'ye bağlı Hilar köyünde doğduğuna dair çok ciddi kaynakların var bulunduğuna şahit olduk. Bu konuda en önemli kaynak; İslâm bilgini Burhânuddin Ebu'l-Hasan İbrahim el-Bikaî (ö. 885/1480)'nin Köprülü Kütüphanesi'nde 1119 numarada kayıtlı olan 'Unvânu'z Zamân adlı eseridir. el-Bikaî bu eserinde Gürani'nin Hilar'lı olduğunu nakletmektedir.
Ve yine yaptığımız araştırmada gördük ki, Türkiye Diyanet Vakfı tarafından yayınlanan İslâm Ansiklopedisi ve Doç. Dr. Sakıp Yıldız, Fatih'in Hocası Molla Gûrâni ve Tefsiri adlı doçentlik tezinde de el-Bikaî'nin naklettiği bilgiye yer vermekteler.
İslâm Ansiklopedisi , Molla Gürani'ni hakkında bilgi verirken şunları yazmaktadır:
"Asıl adı Şemseddin Ahmed b. İsmâil'dir. Bazı kaynaklar Şemseddin yerine Şerefeddin veya Şehâbeddin unvanını kullanır. Onun önce Şerefeddin, daha sonra Şehâbeddin diye anıldığını belirten hocası Makrîzî 13 Rebîülevel 809 (28 Ağustos 1406) tarihinde Şehrizor'da dünyaya geldiğini belirtir. Sehâvî bu bilgiyi nakletmekle beraber 813 (1410) yılında Gûrân'da (Kûrân) doğduğunu söyler. Hayatı hakkında bilgi veren kaynaklarda Gûrân'ın nerede bulunduğu konusunda farklı bilgiler vardır. Bazıları burasının İsferâryin'in bir köyü olduğunu kaydederken bir kısmı da Irak'ın kuzeyinde bulunan Şehrezûr'a (Şehrizor) bağlı bulunduğunu belirtmektedir. Diğer taraftan Bikaî, Molla Gürânî'nin kendisinin Diyarbakır civarındaki Hiler köyünde doğduğunu söylediğini nakleder." (TDV İslâm Ansiklopedisi , TDV Yayınları, İstanbul 2005, Cilt 30, s: 249.)
Doç. Dr. Sakıp Yıldız ise, Fatih'in Hocası Molla Gûrâni ve Tefsiri adlı doçentlik tezi kitabının önsözde; "Başlangıçta dikkatimizi çeken, çözülmesi gereken en önemli konu, Ahmed Gûrâni'nin doğum yeri oldu. Bu konuda bilgi vermeyen Osmanlı kaynakları dışındaki bütün eserler -günümüzdekiler de dahil- iki ayrı Gûran şehri üzerinde toplanmışlar, devrinde yaşayan Bikâ'î'nin eserini görmediklerinden, müellifimizi hem İsferâin, hemde Şehrezûr'daki Gûran'da dünyaya getirmişlerdir. Sağlamlığına inandığımız Bikâ'î'nin eseriyle ilk kez, aradaki farklılığı giderek bir neticeye bağladık, iki görüşün de isabetli olmadığını göstererek müellifimizin doğum yerini tesbit ettik" dedikten sonra, Molla Gürani ile ilgili şu bilgileri vermektedir:
"Şıhâbuddin Ahmed, Osmanlı tarihçileri ve ulemâsı arasında Molla Gûrânî adı ile şöhret bulmuştur. Kendisinden naklen, cedlerini teferruatıyla bildiren sahih bir nesebi mevcut değildir. Ayrıca muâsır ve sonraki kaynaklarda verilen neseblerde bazı farklı isimler bulunduğundan birbirine uymamakta, bu yüzden mevcutlar arasında en sahih nesebin hangisi olduğu, sahih olan veya olmayan isimlerin nasıl ayırt edileceği konusunda, elimizde bir ölçü bulunmamaktadır."
Yazar kitabında Molla Gürani'nin şeceresine ait Sehâvî, Bikâ'î', İbn Tağrîberdî, Suyûtî gibi bazı İslam bilginlerinin görüşlerini naklettikten sonra, Molla Gürani'nin doğum yeri konusunda ise şu tespitlerde bulunmaktadır:
"Şemsuddîn Ahmed'in doğum yeri hakkında çoğu kaynaklar, ittifakla Gûrân kasabası veya köyünde birleştikleri halde, bu kasabanın yeri ve bağlı olduğu şehir konusunda görüş ayrılığına düşmüşler; bir kısmı Gûrân'ı bugün İran hududları içinde bulunan İsferâî'nin bir karyesi olarak gösterirken, diğer bir kısmı da bugün Irak sınırları içinde mevcut Şehrezûr (veya Şehrizôr)a bağlı bir kasaba olduğunda birleşmişlerdir. Biz burada Gûrân'ın Isferâîn'de mi, yoksa Şehrezûr'da mı olduğu hususunu tartışarak, coğrâfı bir konuya girmek istemiyoruz. Şayet mevcutsa, iki görüşü ileri sürenler İsferâîn veya Şehrezûr'da demekte haklıdırlar, belki aynı adlı kasaba iki şehirde de bulunabilir. Haksız oldukları nokta, bu kasabayı çok uzaklarda aramalarıdır. Şu halde müellifler; bir diğer Gûrân'ı bu kadar uzaklarda aramışlardır. Halbuki, eskiden olduğu gibi bugün, Gûrân adlı bir kasabanın - Bazı haritalarda Ahmediye şeklinde şöhret bulan ismiyle - memleketimizde, Diyârbekir (Diyarbakır) il sınırları dahilinde varlığı bilinmektedir. Tarihî açıdan bakılacak olursa Gûrân kelimesi, Anadolu dışında veya Anadolu'da mevcut bir kasaba-köy ismi olmaktan çok, arya ırkından gelen dört büyük kabileden birine verilen ad olduğu görülür.
Bizim için mühim olan, Şemsuddîn Ahmed'in gerçekten bu şehirlerden birine bağlı Gûrân'da mı yoksa; şimdiye kadar yazılanların aksine bunların dışında bir yer de mi doğduğunu ortay koymaktadır.
Bu konuda; ister zamanında yazılmış, ister günümüze kadar gelen kaynaklarda olsun, kesinlik kazanmamış mahallî ihtilafı bir kenara bırakmayı, devrine ait bir eser sahibi, Şemsuddîn Ahmed'i yakînen tanıyan ve kendisiyle görüştüğünü kaydeden bir müellife itimâdı, en kesin yol görüyoruz. Çünkü hiçbiri, her an mümkün olduğu halde bu müellifin eserini görmemiş, beş asırdır sürüp gelen yanlışlığı ortadan kaldıramamıştır. Araştırmalarımız esnasında karşılaştığımız bir eserle, bunca zamandır bilinmeyen, şeklen önemsiz olsa bile gözden uzak, hatta gömülü kalmış bir hakikati aydınlığa kavuşturmuş olacağız. Gurânî ile konuştuğunu kaydeden bu müellif, Burhânuddîn Bikâî'dir (ö.885/1480) Köprülü Kütüphanesi 1119 numarada kayıtlı "Ünvânu'z-Zamân" adlı eserinde Bikâ'î aynen şu ibâreyi kullanır: "Vulide denete selâse 'aşara ve semâni mi'kemâ ahberanî fî karyeti Hiler, lâ min me'âmili-hî Gûrân" (Bana söylediğine göre 813 senesinde Hiler'de doğmuştur, ona bağlı olan Gûrân'da değil). Yaptığımız araştırmalarda Hiler ismini, güney illerimizden Diyarbakır'ın Osmaniye (Ergani) kazasına bağlı bir köy olduğunu, varlığını halen devam ettirdiğini tesbit ettik. Bu tesbit bizi, asırlardır yanlış nakledilen, aslında son derece önemli olan bir gerçeğe kavuşturdu. Artık Gûrânî, bölge itibariyle kesinlik kazanmamış bir Gûrân kasabasında doğmamıştır. Bikâ'î'nin kesin ifadesine göre, mevcut şüpheler tamamen ortadan kalkarak İsferâîn veya Şehrezûr'a bağlı Gûrân kasabası görüşleri düşüyor, yerine en eski vilâyetlerimizden Âmid (Diyarbakır)in Hilar köyünde doğduğu açıkça meydana çıkıyor.
Bu önemli noktanın çözümlenmesinden sonra, burada haklı olarak şöyle bir soru akla gelebilir. Ahmed Gûrânî eserlerinde ve padişahlara yazdığı mektuplarda niçin Gûrânî mahlasını kullanıyor, bütün biyografik kaynaklar niçin aynı mahlası tekrar ediyor? Bu soruya kesin bir cevap vermek imkânsızdır; çünkü ailesinin menşei hakkında hiç bilgimiz yoktur. Sadece bir faraziye olarak söylenebilecek şudur; Müellifin babası Hilar'a pek uzak olmayan, ona bağlı Diyarbakır'ın bir diğer köyü Gûrân'dan idi ve ailesi bu yere izâfetle Gûrânî lakabiyle şöhret bulmuştu. Bu yüzden aile ünvanı olan bu kelimeyi müellifimiz de tercih etmiş, ismiyle beraber kullanmayı âdet haline getirmişti." (Doç. Dr. Sakıp Yıldız, Fatih'in Hocası Molla Gûrâni ve Tefsiri , Doçentlik Tezi, Sahaflar Kitap Sarayı Yayınları:5, s: 12, 21,22.)
Bu belge ve bilgiler, Molla Gürani'nin Hilarlı olduğuna dair ciddi kanıtlardır. Bize düşen görev Molla Gürani'yi sahiplenmek ve ona dair başka kaynakları gün yüzüne çıkartmaktır.
Belgelerde Söz Konusu Edilen Güran Nerededir?
Güran, Ergani'de Gevran ovasında bulunan bir yerin adıdır. Ergani (Hilar)-Diyarbakır arasında Zengetil (Bereketli) köyünün güneyinde bulunmaktadır. Osmanlı belgelerinde, eski tapu kayıtlarında Güran ismi bolca geçmektedir.
Arifi Paşa Seyahatnamesi'nde, 1891'de seyahat ettiği Ergani ve Diyarbakır hakkında bilgiler verirken, Güran ile ilgili şunları yazmaktadır:
"Ferdâsı yani martın onyedinci Pazar günü saat ikide hareketle pek müstevi olan Ergani ve Güran ovalarından bi'l-mürür çayırlı çimenli bir mevki'de vâki' ve fakat ahurdan daha vâhim olan "Termil" hanında biraz müddet istirâhattan sonra Ergani'ye altı saat mesâfede ve nefs-i Diyârbekir kazasında (Tel-horan) karyesinde hanedândan Bektaş Ağa-zade Abdulgani Ağa'nın hânesine inildi. Ergani hanedânından izzetlü Sofi Paşa dahî oradaydı." (Müslüm Üzülmez, Çayönü'nden Ergani'ye Uzun Bir Yürüyüş , İstanbul 2005, s: 255.)
Molla Gürani'nin, Güran mahlasını kullanması büyük bir olasılıkla Gevran ovası içersinde bulunan Güran'dan kaynaklanmaktadır.
Ünlü Alman Türkolog ve Tarihçi Franz Babinger, II. Mehmed: Fatih ve Zamanı adlı kitabında, Molla Gürani'nin Kürdistan'da doğduğunu ve Kürt olduğunu yazmaktadır. (Franz Babinger, Mohomet II Le Conquérant et Son Temps (II. Mehmed: Fatih ve Zamanı), Trad. De L'Allemagne H. E. Del Medico, Payot, Paris-1954.)
Molla Gürani'nin Yaşamı
Molla Gürani'nin yaşam öyküsü ilginçtir.
İlköğrenimini Hilar'da tamamladıktan sonra Bağdat, Diyarbakır, Hasankeyf ve Şam'da çeşitli bilginlerden dersler aldı.
1432'de Kahire'ye giderek İbn Hacer el-Askalani'nin yanında hadis öğrenimi gördü. Memlûkların devlet yöneticileri önünde yapılan tartışmalarda ün kazandı, kısa süre sonra Berkukiye Medresesi'ne fıkıh müderrisi olarak atandı. Hanefi mezhebi konusunda Hamideddin el-Numani'yle girdiği tartışmadan dolayı görevinden alınarak Şam'a sürüldü. Daha sonra Molla Yeğân tarafından II. Murad'la tanıştırıldı. Padişah II. Murad'ın ısrarı üzerine Şafii mezhebinden ayrıldı. Mükâfat olarak Bursa Kaplıca Medresesi müderrisliğine, ardından da Şehzade Memed'in, yani Fatih Sultan Mehmed'in hocalığına getirildi.
Fatih tahta çıkınca, Gürani'ye Vezirlik önerdi. Fakat Molla Gürani bu görevi kabullenmeyip, Kazaskerliği yeğledi. 1453'te Fatih'in yanında İstanbul'un fethine katıldı. Kazaskerliği sırasındaki bağımsız kararları yüzünden Fatih tarafından Bursa kadılığına sürüldü. Bu görevi sırasında, 1454'te, Fatih'in bir fermanını Şeriat'a aykırı olduğu gerekçesiyle yırtınca Kadılık görevinden alındı. Bu olay üzerine Padişah Fatih'e gücenerek Kahire'ye gitti. 1457'de yeniden İstanbul'a davet edildi ve ikinci kez Bursa kadılığına getirildi. Bu sırada Gayetü'l-Mesânî fi't-Tefsiri Kelâmü'r-Rebbânî adlı ünlü tefsirini tamamlayarak Fatih'e sundu. Ardından, 1480 yılında Molla Hüsrev'in yerine Şeyhülislamlığa atandı.
893/1488 yılında vefat etti.
Arapça kaynaklarda " Diyâr-ı Rûm'un, Anadolu'nun âlimi " olarak zikredilen, Osmanlı din bilginleri arasında çok önemli bir yeri olan Molla Gürani daha çok tefsir, hadis ve fıkıh alanında eserler kaleme almıştır. Hadis alanında Sahih-i Buhari'nin bir yorumu olan Kevserü'l-Câri ilâ Riyâzı Sahihü'l-Buhârî ile Gâyet-ül-Emânî fî Tefsîr-i Seb'il-Mesânî ve İslam hukukuna ilişkin Levâidi'l-Dürer önemli eserlerinden birkaçıdır.
Molla Gürâni'nin Gâyetü'l-emânî fi tefsiri'l-kelâmi'r-rabbâni adlı eserinin ilk
iki sayfası (Süleymaniye Ktp., Damad İbrâhim Paşa, nr. 146)
iki sayfası (Süleymaniye Ktp., Damad İbrâhim Paşa, nr. 146)
Bikâi'nin 'Unvanu'z-zamân adlı eserinde Molla Gürani'nin Hilarlı oluşuna dair sayfa
(İlgili kısım 16. satırda geçmektedir) (Köprülü Kütüphanesi No: 1119, vrk: 12-13)
(İlgili kısım 16. satırda geçmektedir) (Köprülü Kütüphanesi No: 1119, vrk: 12-13)
2 Mart 2007 tarihli Ergani Haber gazetesinde birinci sayfada -haber olarak- yayınlandı.
14 Mart 2007 tarihli Yeniyurt gazetesinde birinci sayfada haber olarak yayınlandı.
18 Mart 2007 tarihinde http://www.gonulsitesi.net sitesinde yayına konuldu
14 Mart 2007 tarihli Yeniyurt gazetesinde birinci sayfada haber olarak yayınlandı.
18 Mart 2007 tarihinde http://www.gonulsitesi.net sitesinde yayına konuldu
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder