Muhittin Şerif Targan (Arap dünyasında bilinen ismiyle Şerif Muhiddin Haydar, tam adı Fehametli Şerif Muhiddîn bin Ali Haydar) (d. 1892, İstanbul- ö. 1967,İstanbul), Türk besteci, ud ve çello virtüözü, portre ressamı. Türk müziğinin önemli şahsiyetlerinden birisidir. Batı müziği icra şekillerini ud sazına uygulamıştır. Bağdat Konservatuarı’nın kurucusudur.
Yaşamı
21 Ocak 1892 günü İstanbul’da doğdu. Annesi Sabiha Hanım; babası, Osmanlı İmparatorluğu’nun son Mekke Emiri (Şerifi) Vezir Ali Haydar Paşa’dır. SoyağacıMuhammed’e dayanmaktadır; kendi hazırladığı soyağacında peygamberin 37. kuşaktan torunu olduğu görülür. Ailenin yedi çocuğunun beşincisidir.
Muhittin Şerif, 18 yaşına kadar özel derslerle yetişti. Bu dönemde Farsça, Arapça, İngilizce, Fransızca öğrendi. Daha sonra Darülfünun'da hukuk ve edebiyatöğrenimi gördü, her iki alanda da diploma aldı. Evdeki müzikli toplantıların etkisiyle küçük yaşta müziğe ilgi duydu. Piano, ud çalmayı küçük yaşta öğrendi. Ali Rıfat Çağatay, Rauf Yekta Bey ve Ahmet Irsoy'dan Türk müziğine ilişkin dersler aldı. Ud’da virtüözlük seviyesine ulaşınca beste yapmaya başladı. Henüz 13 yaşındayken, klasik üsluptaki saz eserlerinden biri olan Hüzzam Saz Semaisi'ni besteleyecek olgunluktaydı. 14 yaşında amcası Ali Cabbar Paşa’nın önerisiyle çello öğrenmeye başladı ve bu enstrümanda da çok üst düzeye erişti. Başta ud ve çello olmak üzere, viyola, piyano, keman ve lavta enstrümanlarını da çaldığı anlatılmaktadır.
Yüksek öğrenimini tamamladıktan kısa bir süre sonra başlayan I. Dünya Savaşı sırasında çıkan Hicaz isyanı üzerine babası Mekke Emiri olarak görevlendirilince onunla birlikte Hicaz Bölgesi’ne gitti ve bu bölgede 9 yıl yaşadı. Ailesi, kendileri ile aynı sülaleden gelen Şerif Hüseyin’in çıkardığı isyana katılmamıştı. Aile, bununu bedelini servetini büyük ölçüde yitirerek ödedi. Savaştan sonra ortaya çıkan devletlerin sınırları içindeki gayri menkulleri kendilerine verilmemişti. Muhittin Şerif, ailesine yük olmamak ve kendi hayatını kazanmak üzere 1924 yılında New York’a gitti. Yakın arkadaşı şair Mehmet Âkif Ersoy, "Şarka Davet" adlı şiirini Targan’ın ABD’ye gidişi, müziğini Türkiye’de icra etmeyişinin üzüntüsü ile yazmıştır.
Sanat hayatı
Muhittin Şerif, yakın dostu Archibald Roosvelt'in (ABD Başkanı Theodore Roosevelt’in oğlu) himayesiyle gittiği ve 8 yıl yaşadığı New York’ta piyano dahisi Leopold Godowsky, ünlü Alman pedagog Prof. Auer, Ukrayna doğumlu efsanevi kemancı Mischa Elman, dünyanın en tanınmış kemancılarından Avusturya doğumlu Amerikalı sanatçı Fritz Kreisler gibi müzisyenlerle çalıştı. Bu ustaların konserlerinde onlarla beraber çaldı. New York’a varışından bir hafta sonra Leopold GodowskyMuhittin Şerif’in şerefine bir resepsiyon vermişti. Bu resepsiyon sırasında ud çalan Muhittin Şerif’in ustalığı, The New York Herald Tribune gazetesinde Leopold Godowsky ve Fritz Kreisler tarafından, dünyaca ünlü keman virtüözü Paganini ile kıyaslanmasına sebep olmuştur.
ABD yolculuğu sırasında gemide bestelediği Koşan Çocuk adlı eseri ve diğer besteleri Amerikan sanat çevresinde büyük beğeni kazandı. Sanatçı, bu ülkedeki ilk dört yılını vermeyi düşündüğü büyük konserin hazırlığı içinde geçirmişti. Bu yıllarda Verdi Vasyer adlı viyolonselciden ders aldı. Oldukça yokluk ve sıkıntı çekti. Nihayet 13 Aralık 1928 günü Town Hall konser salonunda viyolonsel ve ud resitalleri verdi. Bach, Debussy, Ravel ve Popper gibi batılı bestecilerin eserlerini ve kendi bestelerini seslendirdi; çok olumlu eleştiriler aldı. Şerif Mıuhittin, ABD’nin başka eyaletlerinde de konserler verdi ve sanatçı arkadaşlarının topluluklarında müzik yaptı. ABD’deki başarılı müzik çalışmaları, yurda dönüşünden sonra bizzat Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Atatürk tarafından tebrik edilmesini sağladı.
Sanatçı, sağlığının bozulması ve doktorun sahne heyecanından kaçınmasını tavsiye etmesi üzerine 1932’de İstanbul’a döndü ve ülkesinde 2 yıl yaşadı. Şerif Muhittin İstanbul’dayken, 1934 yılında Soyadı Kanunu çıktığında Tarhan veya Tarcan soyadlarını seçmeyi düşündüyse de bu isimlerden birisi şair Abdülhak Hamid, diğeri beden eğitimcisi Selim Sırrı Bey tarafından alınmış olduğundan Targan soyadını aldı. 4 Aralık 1934 günü Beyoğlu’ndaki İstanbul Fransız Tiyatrosu’nda, üzerinde yıllarca konuşulacak ve pek çok makale yazılacak bir resital verdi. Aynı dönemde, devlet başkanı Atatürk tarafından Dolmabahçe Sarayı’na çağrılarak kendisine udunu ve viyolenselini dinletme fırsatı buldu.
Türkiye’de aktif bir görevde bulunma şansı yakalayamayan Targan, 1934 yılın sonunda Irak hükümetinin daveti üzerine Bağdat Konservatuarı'nı kurmak üzereIrak’a gitti. 1936’da kurduğu konservatuarı 12 yıl boyunca yönetti. Selman Şükür, Münir Beşir ve Cemil Beşir gibi ünlü ud sanatçılarını yetiştirdi. Okulda tiyatro ve heykel bölümlerini de kurdu. Sağlık sorunları nedeniyle 1948 yılında yurda döndü. Yurda döndüğü sırada Hüseyin Saadet Arel’den boşalan İstanbul belediye Konservatuarı Şark ve Garp Mûsikîsi İlmi Kurulu Başkanlığı’na Targan getirildi ancak 2 yıl sonra bu görevinden istifa etti.
Özel yaşamı
Targan, İstanbul Konservatuarı’ndaki görevi sırasında tanıştığı ünlü şarkıcı Safiye Ayla ile 8 Nisan 1950’de evlendi. Bu evlilik Targan’ın vefatına kadar devam etti. Eşi ile beraber de hayır kurumları için çeşitli konserler veren Targan, son konserini 3 Mart 1953’te Saray Sineması’nda gerçekleştirdi. Bu son konserinden sonra çok sevdiği ve usta olduğu avcılık merakına zaman ayırdı. Sanatçı, 13 Eylül 1967 günü İstanbul’da hayatını kaybetti. Zincirlikuyu Mezarlığı’na defnedilmiştir.
1920’de hazırlamaya başladığı ud metodu ölümünden sonra yayımlandı. Günümüze kadar 20 entrümantal eseri, 3 şarkısı ulaşmıştır. Targan, müzisyenliğinin yanı sıra portre ve peyzaj ressamlığı yönü de olan bir sanatçıydı. Tabloları çeşitli koleksiyonlarda yer alır. Çizdiği Abdülhak Hamid portrelerinden birisi Topkapı Sarayı Müzesi’nde, diğeri İstanbul Üniversitesi’ndedir. Targan’ın devrinin şair ve yazarlarından Mehmed Akif Ersoy’un yanı sıra , Filozof Rıza Tevfik, Abdülhak Hamid,Behçet Kemal Çağlar, Münir Nurettin Selçuk, Mesut Cemil ile yakın dostluklar kurmuştu.
Besteleri
- Koşan Çocuk
- Çocuk Havası
- Etüdler
- Nihavend Saz Semaisi
- Dügah Saz Semaisi
- Kanatlarım Olsaydı
- Ferahfeza Saz Semaisi
- Irak Saz Semaisi
Akif'in saklı Kahire mektupları
26 Aralık 2005 / AYŞE ADLI
İstiklâl Marşı şairinin ünlü mûsikişinas Şerif Muhiddin Bey'e yazdığı ve ilk kez yayımlanan iki mektup, hem Akif'in içinde bulunduğu memleket hasretini aksettiriyor hem de iki dostun ayrılık hüznünü...
Mısır'da Abbas Halim Paşa Kasrı'nın odalarından biri. Millî mücadele yıllarında şehir şehir dolaşan Kurucu Meclis'in Burdur Vekili Mehmet Akif'in Mısır'da ikinci kışı. Safahat'ın altıncı kitabı Asım'ı yazmayı sürdüren ve memleketinden birkaç aylığına ayrılmış olsa da hasret çeken şair, dostlarından gelen mektuplarla teselli olmaktadır. Türkiye ile Mısır arasında yapılan bu yazışmalardan bir kısmı gün yüzüne çıktı. Pekçoğunun ise nerede olduğu bilinmiyor. Aksiyon, Şair'in 69'uncu vefat yıldönümü öncesinde yayımlanmamış iki mektubuna ulaştı. Şerif Muhiddin Targan'a yazılmış mektuplar, Kahire'den gönderilmiş. 81 yıl önce yazılan ve Targan'ın eşi Safiye Ayla'nın vefatından sonra çeşitli özel koleksiyonlara dağılan bu vesikalardan biri koleksiyoner Yusuf Çağlar'ın arşivinde, diğeri ise Mehmet Güntekin'in 2001 yılında hazırladığı 'Bir Peygamber Torununun Müziği, albümünün kitapçığında bulunuyor. Gözden kaçan bu mektup diğerinin devamı niteliğinde. Bunlar dışında tarihçi Murat Bardakçı'ya geçen evrak arasında iki mektup daha olduğu biliniyor. Prof. Dr. İsmail Kara'nın Latin harflerine çevirdiği satırlar, şairin Şerif Muhiddin'e duyduğu yakınlık ve o yıllarda içinde bulunduğu hissiyatı ortaya koyan ifadelerle dolu.
Akif, 1923'te Ankara'dan, geçici ikametgâhı Taceddin Dergâhı'ndan ayrıldıktan sonra, önce İstanbul'a ardından Mısır'a gider. 1923 ve 24 yıllarında kış aylarını Mısır'da geçirir. 1925'te çıktığı yolculuktan ise ancak 11 yıl sonra, vefatından birkaç ay önce döner. Bu yıllarda yazıştığı isimler arasında Mahir İz, Eşref Edip, damadı Ömer Rıza Doğrul gibi birkaç dostu vardır. Mithat Cemal Kuntay'ın "Mektup yazmayı sevmezdi, cevap yazmağa mecbur etmemek için ben de yazmıyordum." demesine rağmen, Türkiye'ye ulaşan mektuplara düşülen tarihlerden Akif'in, belki de yalnızlığını gidermek için, cevap alır almaz kaleme sarıldığı anlaşılıyor. Şerif Muhiddin'e gönderilen ve ilk kez Aksiyon'da yayımlanan biri 25 Mart diğeri 1 Nisan 1924 tarihli iki mektup da bu titizliği ortaya koyuyor.
Meclis-i Ayan ikinci reisi, Evkaf Nazırı ve son Mekke Emiri Ali Haydar Paşa'nın oğlu Şerif Muhiddin, Akif'in Darulfünun'dan öğrencisidir. Targan'ı ilk kez Çamlıca'daki köşkte dinledikten sonra aralarında kurulan dostluk, Akif'in vefatına kadar sürer. Midhat Cemal'in sözünü ettiği bir mektubunda Akif, Şerif Muhiddin'e duyduğu sevgi ve hayranlığı şöyle ifade eder: "Cedd-i muazzamınızın mukaddes namına yemin ederim ki hayatımda muhalled, maddiyattan mücerred bir zevk duydumsa onu sizinle geçen âlemlerde duydum."
Sözü edilen ceddi muazzam Allah Rasulü'dür ve Şerif Muhiddin, Rasulullah'ın 27. nesilden torunudur. Sanatçıyı dikkatle takip eden Akif, Safahat'ın 7. kitabını da "Şarkın Yegâne Dahi-i San'atine" diyerek ona ithaf eder. Safahat'a almadığı ve Şerif Muhiddin'e mektupla gönderilmiş bir şiirinde sanatçıdan, "Biçare Şark'ın Şark'a küsmüş gitmiş evladı" diye bahseder. Ve bir viraneye dönen şark, ses verebilmek için 'Peygamberin fevka'l-beşer evladı'ndan imdat beklemektedir.
Mektuplar, Akif'in Mısır'da geçirdiği ikinci kış, yani Şerif Muhiddin Amerika'ya gitmeden hemen önce yazılmıştır ve Targan'ın bu sefere hazırlanırken geçirdiği tereddütleri paylaştığı yakınlarından biri de Mehmet Akif'tir.
"Beyim, Efendim" hitabıyla başlayan mektuplardan Akif'in kararsızlık içindeki Şerif Muhiddin'i Amerika'ya gitmeye teşvik ettiği anlaşılıyor. Dostunu, "Azminiz, kararınız şüphe yoktur ki musîbdir. Bidayette tesadüf edilecek manialar tabii görülmeli. İnsan bir mahalleden diğerine göç edince bile değişiklik icabı az çok rahatsız oluyor, alışıncaya kadar sıkıntı çekiyor." diyerek yüreklendiriyor. Hilvan'dan Çamlıca'ya Hüzünllü Satırlar
Targan, mektuplarında bir çekingenlik gösteriyor olacak ki, bu tavrı yersiz bulan üstada göre kabiliyet ve kudret itibarıyla vasat insanlar bile muvaffak olurken Şerif Muhiddin'in de kendini bilme zamanı gelmiştir. Bunu, "...mahviyeti israf, tebzîr derecelerine götürmeyerek muazzam bir mevcudiyetiniz bulunduğundan haberdar olmalısınız." sözleriyle dile getiriyor. Akif'e göre Şerif Muhiddin her nedense hâlâ "teşcie muhtaç" görünmektedir: "Kendini bilmez evliyaullah varmış... Galiba onlardansınız. Siz artık âsâr-ı sanatınızı yalnız bir zata beğendirmek ihtiyacındasınız ki o da Şerif Muhiddin Bey'dir."
Akif, Targan'ı Amerika'ya gitmesi yönünde teşvik etmiş olsa da bu ayrılık onu çok üzmüştür. 25 Mart tarihli mektubunda bu seyahatin ona hissettirdiklerini; "Ah! Sizi garba doğru uçurmak isterken benim zavallı şarkımın mazhariyeti elîmesini düşünüyorum da beynimin sarsıldığını hissediyorum. Ne olurdu, yurdun âfâkı nida-yı sanatı sadalarla karşılayacak kısmet ve kabiliyette olaydı! ...Aramıza dünyalar kadar bu'd girmesini hiç istemezdim." diye ifade ederken, bir sonraki mektupta, muhtemelen gidiş kesinleştiği için "iltifatname-i kerîmânelerini okuduğum zaman fart-ı teessürümden saatlerce ağladım. Demek, artık aramıza koca bir Bahr-i Muhit girecek. Demek, artık ben istediğim zaman gelip sizin o lâhutî sânihâtınızı dinleyemeyeceğim." cümleleri ile üzüntüsünü dile getirmektedir.
Mısır'da vaktinin çoğunu geçirdiği odada birkaç parça eşya vardır: Demir bir karyola, masa, iki sandalye, seccade ve Josha Heifelz, Casals, Tanburi Cemil Bey ve Şerif Muhiddin plakları. Yani Akif İstanbul'dan uzak olsa da Şerif Muhiddin'i dinlemeye devam etmektedir.
Targan, sanatını icra etmekte zorlandığı için İstanbul'dan ayrılmak zorunda kalmıştır. Bu sebeple Akif, "Beni maskat-ı re'sime (doğduğum yere) bağlayan rabıtaların en asîli, en şerîfi şüphe yok ki sizsiniz..." dese de arkasından eklemektedir: "Artık birçok hodgâmlıklara veda etmek lazım. Siz hakkınız olan hayatı, refahı, mevkii istihlas edin; biz sizi eski dünyada da olsa gelir buluruz, yeni dünyada da..."
Mehmet Akif, dostunu bir kez daha görmek ve dinlemek istemektedir, ancak 'muhal kadar kavi müşkilâtı iktiham etmek' gerektiğinden buna imkân yoktur. Bu ifadeler hilafetin kaldırılması, tekke ve zaviyelerin kapatılması, Tevhid-i Tedrisat Kanunu gibi büyük inkılâplardan hemen sonra sarf ediliyor. Buradan da anlaşılıyor ki Akif henüz Mısır'a yerleşmek niyetinde değildir. Ancak ertesi yaz, yani 1925'te bir kez daha gider ve bu sefer 1936 yılına, hastalığı iyice ağırlaşana kadar dönmez.
Üstad'ın bu kararı neden aldığını kesin olarak tespit etmek mümkün olmasa da, akla "11 Şubat 1925'te meydana gelen Şeyh Sait isyanı ve sonrasında yaşananlar bu kararı etkilemiş midir?" sorusu geliyor. Zira bu olayı takip eden gün ve aylarda önce Şeyh Sait ve 46 arkadaşı idam edildi. Arkasından tekke ve zaviyelerin kapatılması, dinî kıyafetlere ve memurların başlıklarına ilişkin hükümet kararları yayımlandı. Aralarında Sebilürreşad'ın da bulunduğu dinî içerikli dergi ve gazeteler kapatıldı. Dava arkadaşı Eşref Edip hapse atıldı...
Bu adımlar, o tarihe kadar devam eden Akif ekolünün sonu anlamına geliyordu. Ve Akif, bu şartlar altında İstanbul'da yaşamayı göze alamadığı için Mısır'a, 'gönüllü sürgün' olarak gitti. Ancak bütün bunlar zandan öteye geçmiyor elbette, çünkü Akif Mısır'a gidiş sebebini (bilindiği kadarıyla) kimseye açıklamıyor.
UNUTULMUŞ BİR PEYGAMBER TORUNU
Şerif Muhiddin Targan, ünü dünyaya yayılmış ama Türkiye'de unutulmuş bir müzik dehası. Unutulmuş, çünkü musiki çalışmaları yapmak için gittiği Amerika'da dönemin otoriteleri tarafından "Paganini'nin kemanda yaptığını, udda yapan san'atkâr" diye tanımlanan Targan, Türkiye'de neredeyse keman virtüözü Paganini'den daha az tanınıyor.
Mehmet Akif, Abdülhak Hamid, Behçet Kemal Çağlar, Münir Nurettin Selçuk gibi önemli isimlerin dostluğunu kazanan Targan'ın Amerika'da en yakınındaki isim Başkan Roosvelt'in oğlu Archibald Roosvelt'dir. Ömrünü böyle bir çevrede geçiren sanatçı, soyu Allah Rasulüne uzanan Şerif ailesinden Ali Haydar Paşa'nın Osmanlı aristokrasisinin içinde yetişmiş oğludur. Daha küçük yaşlarda müziğe ilgi duyar. Başta amcası Ali Cabir Paşa olmak üzere Hacı Arif Bey, Ali Rıfat Çağatay ve Ahmet Irsoy'dan istifade eden Şerif Muhiddin, 13 yaşına geldiğinde iyi bir ûdîdir ve beste yapmaya başlamıştır. Daha sonra viyolonsel de çalan Targan, Darulfünun'da Hukuk ve Edebiyat eğitimi alır. Mehmet Akif'le dostluğu da buraya dayanmaktadır.
Yakın akrabaları Şerif Hüseyin Paşa ve oğulları Birinci Dünya Savaşı esnasında Osmanlı'ya başkaldırınca Mekke emirliğine Ali Haydar Paşa atanır. Savaş sonrasında Arap ülkelerinin Osmanlı'dan ayrılması, Paşa ve ailesi için büyük bir kayıp anlamına gelmektedir. Zira Şerif Muhiddin'in babasına ait pek çok gayr-ı menkul Osmanlı'dan koparılan topraklarda kalmıştır. Savaşın da etkisi ile aile maddi sıkıntı yaşamaya başlayınca Targan yakınlarının da teşviki ile Amerika'ya gitme kararı alır. Bu yolculuk Archibald Roosvelt'in desteği ile gerçekleşir.
Amerika'da bulunduğu 8 yıl boyunca büyük teveccühle karşılaşan Şerif Muhiddin, 1932 yılında rahatsızlanarak Türkiye'ye döner ve Bağdat Konservatuarı'nı kurmak için Irak'a gidene kadar iki yıl İstanbul'da kalır. Irak, Ürdün ve Suriye kralları ile yakın akraba olmasına rağmen sanatkâr olarak kalmayı tercih ederek 1948'de tekrar Türkiye'ye döner. İki yıl sonra dönemin şöhretli ses sanatçılarından Safiye Ayla ile evlenen Targan, 1967'de 85 yaşında vefat eder.
Hoş bir sada bırakıp göçen Targan'ın icralarını, vefatından sonra ilk kez 2001 yılında Mehmet Güntekin 'Bir Peygamber Torununun Müziği' albümünde topladı. Fakat Kaf Müzik'ten çıkan bu CD ve kitap artık piyasada bulunmuyor.
1. Mektup
Beyim, Efendim,
Kemâl-i isti'cal ile beklediğim iltifatnâmenizi dün aldım. Cevabını postaya yetiştirmek için şimdi karalıyorum. Azminiz, kararınız şüphe yok ki musîbdir. Bidayette tesadüf edilecek mânialar tabiî görülmeli. İnsan bir mahalleden diğerine göç ederken bile değişiklik icabı az çok rahatsız oluyor, alışıncaya kadar sıkıntı çekiyor. Bunların geçici olduğunu asla hatırdan çıkarmayarak istikbale kemâl-i itmînan ile yürümeli. Hayatta muvaffakiyetin sırrı bundan ibaret. Bendeniz kabiliyet, kudret itibariyle mutavassıt derecede birçok adamlar gördüm ki cüretleri, haybet ve hırmanî karşısında cesaretleri sayesinde pek büyük mevkiler kazandılar. Siz de artık kendinizi bilmelisiniz, mahviyeti israf, tebzîr derecelerine götürmeyerek muazzam bir mevcudiyetiniz bulunduğundan haberdar olmalısınız. Ah! Sizi garba doğru uçurmak isterken benim zavallı şarkımın mazhariyet-i elîmesini düşünüyorum da beynimin sarsıldığını hissediyorum. Ne olurdu, yurdun âfâkı nida-yı sanatı sadalarla karşılayacak kısmet ve kabiliyette olaydı!
Piyastro'nun¹ gösterdiği vefakârlık beni çok mühassis etti. Demek sanat bir çılgını bile yükseltiyor, derinleştiriyor. Âferin yahudiye! Allah İslam nasip etsin desem korkuyorum bize dönecek!
Halim Bila Efendi için yazdıklarımı tabiî okumuşsunuzdur. Tekrar görüştüm, vaadini hatırlatmak istedim. Katiyyen unutmadığını, müsait bir zaman gözetmekte olduğunu söyledi. İnşallah hayırlı bir netice zuhur eder. Mahmud Paşa'nın teşebbüsatından ne zuhur ettiğini Paşa'dan soracağım. Bir iki güne kadar tahkik ettirmek mümkün olur ise haftaya arz ederim.
Birader beyefendi için düşünüyordum, sonra Nis'e gideceklerini Paşa'dan öğrendim. Allah selametler versin. "Ve asâ en-tekrahû şey'en ve huve hayrun leküm... Vallâhu ya'lemu ve entüm lâ-ta'lemûn" [ "İhtimal ki hoşlanmadığınız şey sizin hayrınızadır... Allah bilir siz bilmezsiniz", Bakara, 2/216]
Profesör Viler'in² şu aralık İstanbul'a gelip sizi bulması çok isabet olmuş: Siz her nedense hâlâ teşcîe muhtaç görünüyorsunuz. Kendini bilmez evliyaullah varmış... Galiba onlardansınız. Siz artık âsâr-ı sanatınızı yalnız bir zata beğendirmek ihtiyacındasınız ki o da Şerif Muhiddin Bey'dir. Cenabı Hak afiyetler, saadetler, selametler versin. Aramıza dünyalar kadar bu'd girmesini hiç istemezdim. Lâkin artık birçok hodgâmlıklara veda etmek lazım. Siz hakkınız olan hayatı, refahı, mevkii istihlas edin; biz sizi eski dünyada da olsanız gelir buluruz, yeni dünyada da.
Vâkıa şöyle böyle söylenip duruyorum amma İstanbul'a dönüp sizi yola çıkmış bulmak bana pek ağır gelecek. Beni maskat-ı re'sime bağlayan rabıtaların en asîli, en şerîfi şüphe yok ki sizsiniz. Sizi tanımış olmaktan duyduğum saadeti meğer âhir vaktimde felek burnumdan getirecek imiş! Ne yapayım? Kaderin cilveleri önünde boyun kesmekten başka bir hareket kâbil değil. Bendenizin ne zaman dönebileceğim malum değil. Bununla beraber sizi teşyî edebilirim ümidindeyim. Yok yok, Cenabı hak hayırlısı hangi cihet ise onu göstersin. Demin arz ettiğim gibi artık hodgâmlık hislerini susdurmak zaruretindeyiz.
Peder Paşa hazretlerinin mübarek ellerini öperim. Teveccühât-ı sâmiyelerinin bekâsı aksâ-yı âmâlimdir. Kendilerine hiçbir hizmette bulunamamak beni cidden sıkıyor. Amca Paşa hazretlerine arz-ı tazimât ederim. Birader beyefendiye mektup yazarsanız ellerinden öptüğümü, selâmetlerinin, saadetlerinin duacısı olduğumu lütfen tebliğ buyurursunuz. Mehmet beyefendiye, Faysal beyefendiye, Nahit beyefendiye takdim-i tahiyyat ederim. Tilmizlerinizin her ikisine selâm.
Şayet bendeniz oraya gelmezden evvel yola çıkarsanız lütfen iki satırlık bir iltifatnamenizle kulunuzu haberdar buyurun ki merakta kalmayayım. Allah tevfikler, saadetler, refahiyetler, afiyetler, ömürler nasip etsin iki gözüm, beyim, efendim.
Fî 25 Mart [1]340, Salı
Mehmet Akif
2. Mektup
Beyim, efendim,
Zeylen takdim ettiğim arizama karşı inayet buyurulan 22 Mart [1]340 tarihli iltifatname-i kerîmânelerini okuduğum zaman fart-ı teessürümden saatlerce ağladım. Demek, artık aramıza koca bir Bahr-i Muhit girecek. Demek, artık ben istediğim zaman gelip sizin o lâhutî sânihâtınızı dinleyemeyeceğim. Demek benim şarkımın âfâkı hâlâ bir nida-yı sanata cevap verecek kabiliyette değil.
Ben de baykuş çığlığı gibi yeknesak, hevl-âver sözlerimle sizi iz'âc edip duruyorum. Siz bunların hiçbirinden müteessir olmayınız, azminize fütur gelmesin. Beşer değil miyim, hodgâmlıktan yakamı kurtaramıyorum. Yoksa kararınız, mülahazanız mahz-ı isabettir. Allah tevfikler versin. Sizin ilâhî teraneleriniz şu mavi kubbenin altında inleyip durdukça benim için, benim ruh u vicdanım için onları duymamak imkânı yoktur.
İnşaallah yolculuk gayet hoş geçer. İnşaallah bidayette [iki kelime okunamadı] hasaba aldığımız müşkilat çarçabuk zâil olur. İnşaallah huzur-ı deha ve sanatınızda kemal-i hayretle, fart-ı tazim ve hürmetle eğilen başlar milyonlara sığmayacak kemiyeti bulur. İnşaallah karihanıza alabildiğine inbisat gelir de biribirinden güzel, biribirinden vecd-âver olmak şartıyla ciltler dolusu muhalledât-ı sanat vücuda getirirsiniz. İnşaallah aile-i celilenize arz etmek istediğiniz muavenet ve hizmeti vicdanınızı, zevkinizi tatmin edebilecek surette ibrâza muvaffak olursunuz. Cenabı Hak vücud-ı muhteremenize afiyetler ihsan buyursun. Bendeniz istikbalinizden son derecede emin ve mutmainim.
Kulunuz tahkik ettirmiştim: Zannınız vechile Mahmud Muhtar Paşa'nın saha-i faaliyeti o kadar vâsi değilmiş. Ömer Bey de mektubu dayısına vermemiş. Niçin vermediğini pek bilemiyorum. Yalnız evvelce Şerif Abdülmecid Beyefendi tarafından kendisine bir müddet beklemek lüzumu bildirilmiş imiş. Öyle bir şey kulağıma çalındı. Yalnız hâlâ mektubun mürselun ileyhine verilmediğini biliyorum. Hatta yeni geldiğim zaman bilhassa gitmiş Ömer Bey'i görmüştüm ki bunu zan ederim size yazmıştım. Birader beyefendiye yazacağım ve icab edenlere bu tarafa gelmeleri[nin] neye mütevakkıf olduğunu soracağım.
Bu mektubunuzu alır almaz koşup gelmek için kalbimde büyük bir heyecan duydum. Lâkin muhal kadar kavi müşkilâtı iktiham etmek lazımdı. Aczimi bağrıma basarak oturmak, akıbete intizarda bulunmak ızdırarını duydum.
Evvelce de arz ettiğim vechile bu günlerde teşrif buyurulursa iki satır bir mektupla bendenizi haberdar buyurunuz.
Peder paşa hazretlerinin, amca paşa hazretlerinin mübarek ellerinden öperim. Mehmet beyefendiye, Faysal beyefendiye, Nahit beyefendiye arz-ı [bir kelime okunamadı] ederim.
Asım bitti. Artık onu arkanızdan gönderirim.
Sıyanet-i Huda'ya emanet olunuz iki gözüm, beyim efendim.
Fî 1 Nisan [1]340, Salı
Mehmet Akif
Akif, 1923'te Ankara'dan, geçici ikametgâhı Taceddin Dergâhı'ndan ayrıldıktan sonra, önce İstanbul'a ardından Mısır'a gider. 1923 ve 24 yıllarında kış aylarını Mısır'da geçirir. 1925'te çıktığı yolculuktan ise ancak 11 yıl sonra, vefatından birkaç ay önce döner. Bu yıllarda yazıştığı isimler arasında Mahir İz, Eşref Edip, damadı Ömer Rıza Doğrul gibi birkaç dostu vardır. Mithat Cemal Kuntay'ın "Mektup yazmayı sevmezdi, cevap yazmağa mecbur etmemek için ben de yazmıyordum." demesine rağmen, Türkiye'ye ulaşan mektuplara düşülen tarihlerden Akif'in, belki de yalnızlığını gidermek için, cevap alır almaz kaleme sarıldığı anlaşılıyor. Şerif Muhiddin'e gönderilen ve ilk kez Aksiyon'da yayımlanan biri 25 Mart diğeri 1 Nisan 1924 tarihli iki mektup da bu titizliği ortaya koyuyor.
Meclis-i Ayan ikinci reisi, Evkaf Nazırı ve son Mekke Emiri Ali Haydar Paşa'nın oğlu Şerif Muhiddin, Akif'in Darulfünun'dan öğrencisidir. Targan'ı ilk kez Çamlıca'daki köşkte dinledikten sonra aralarında kurulan dostluk, Akif'in vefatına kadar sürer. Midhat Cemal'in sözünü ettiği bir mektubunda Akif, Şerif Muhiddin'e duyduğu sevgi ve hayranlığı şöyle ifade eder: "Cedd-i muazzamınızın mukaddes namına yemin ederim ki hayatımda muhalled, maddiyattan mücerred bir zevk duydumsa onu sizinle geçen âlemlerde duydum."
Sözü edilen ceddi muazzam Allah Rasulü'dür ve Şerif Muhiddin, Rasulullah'ın 27. nesilden torunudur. Sanatçıyı dikkatle takip eden Akif, Safahat'ın 7. kitabını da "Şarkın Yegâne Dahi-i San'atine" diyerek ona ithaf eder. Safahat'a almadığı ve Şerif Muhiddin'e mektupla gönderilmiş bir şiirinde sanatçıdan, "Biçare Şark'ın Şark'a küsmüş gitmiş evladı" diye bahseder. Ve bir viraneye dönen şark, ses verebilmek için 'Peygamberin fevka'l-beşer evladı'ndan imdat beklemektedir.
Mektuplar, Akif'in Mısır'da geçirdiği ikinci kış, yani Şerif Muhiddin Amerika'ya gitmeden hemen önce yazılmıştır ve Targan'ın bu sefere hazırlanırken geçirdiği tereddütleri paylaştığı yakınlarından biri de Mehmet Akif'tir.
"Beyim, Efendim" hitabıyla başlayan mektuplardan Akif'in kararsızlık içindeki Şerif Muhiddin'i Amerika'ya gitmeye teşvik ettiği anlaşılıyor. Dostunu, "Azminiz, kararınız şüphe yoktur ki musîbdir. Bidayette tesadüf edilecek manialar tabii görülmeli. İnsan bir mahalleden diğerine göç edince bile değişiklik icabı az çok rahatsız oluyor, alışıncaya kadar sıkıntı çekiyor." diyerek yüreklendiriyor. Hilvan'dan Çamlıca'ya Hüzünllü Satırlar
Targan, mektuplarında bir çekingenlik gösteriyor olacak ki, bu tavrı yersiz bulan üstada göre kabiliyet ve kudret itibarıyla vasat insanlar bile muvaffak olurken Şerif Muhiddin'in de kendini bilme zamanı gelmiştir. Bunu, "...mahviyeti israf, tebzîr derecelerine götürmeyerek muazzam bir mevcudiyetiniz bulunduğundan haberdar olmalısınız." sözleriyle dile getiriyor. Akif'e göre Şerif Muhiddin her nedense hâlâ "teşcie muhtaç" görünmektedir: "Kendini bilmez evliyaullah varmış... Galiba onlardansınız. Siz artık âsâr-ı sanatınızı yalnız bir zata beğendirmek ihtiyacındasınız ki o da Şerif Muhiddin Bey'dir."
Akif, Targan'ı Amerika'ya gitmesi yönünde teşvik etmiş olsa da bu ayrılık onu çok üzmüştür. 25 Mart tarihli mektubunda bu seyahatin ona hissettirdiklerini; "Ah! Sizi garba doğru uçurmak isterken benim zavallı şarkımın mazhariyeti elîmesini düşünüyorum da beynimin sarsıldığını hissediyorum. Ne olurdu, yurdun âfâkı nida-yı sanatı sadalarla karşılayacak kısmet ve kabiliyette olaydı! ...Aramıza dünyalar kadar bu'd girmesini hiç istemezdim." diye ifade ederken, bir sonraki mektupta, muhtemelen gidiş kesinleştiği için "iltifatname-i kerîmânelerini okuduğum zaman fart-ı teessürümden saatlerce ağladım. Demek, artık aramıza koca bir Bahr-i Muhit girecek. Demek, artık ben istediğim zaman gelip sizin o lâhutî sânihâtınızı dinleyemeyeceğim." cümleleri ile üzüntüsünü dile getirmektedir.
Mısır'da vaktinin çoğunu geçirdiği odada birkaç parça eşya vardır: Demir bir karyola, masa, iki sandalye, seccade ve Josha Heifelz, Casals, Tanburi Cemil Bey ve Şerif Muhiddin plakları. Yani Akif İstanbul'dan uzak olsa da Şerif Muhiddin'i dinlemeye devam etmektedir.
Targan, sanatını icra etmekte zorlandığı için İstanbul'dan ayrılmak zorunda kalmıştır. Bu sebeple Akif, "Beni maskat-ı re'sime (doğduğum yere) bağlayan rabıtaların en asîli, en şerîfi şüphe yok ki sizsiniz..." dese de arkasından eklemektedir: "Artık birçok hodgâmlıklara veda etmek lazım. Siz hakkınız olan hayatı, refahı, mevkii istihlas edin; biz sizi eski dünyada da olsa gelir buluruz, yeni dünyada da..."
Mehmet Akif, dostunu bir kez daha görmek ve dinlemek istemektedir, ancak 'muhal kadar kavi müşkilâtı iktiham etmek' gerektiğinden buna imkân yoktur. Bu ifadeler hilafetin kaldırılması, tekke ve zaviyelerin kapatılması, Tevhid-i Tedrisat Kanunu gibi büyük inkılâplardan hemen sonra sarf ediliyor. Buradan da anlaşılıyor ki Akif henüz Mısır'a yerleşmek niyetinde değildir. Ancak ertesi yaz, yani 1925'te bir kez daha gider ve bu sefer 1936 yılına, hastalığı iyice ağırlaşana kadar dönmez.
Üstad'ın bu kararı neden aldığını kesin olarak tespit etmek mümkün olmasa da, akla "11 Şubat 1925'te meydana gelen Şeyh Sait isyanı ve sonrasında yaşananlar bu kararı etkilemiş midir?" sorusu geliyor. Zira bu olayı takip eden gün ve aylarda önce Şeyh Sait ve 46 arkadaşı idam edildi. Arkasından tekke ve zaviyelerin kapatılması, dinî kıyafetlere ve memurların başlıklarına ilişkin hükümet kararları yayımlandı. Aralarında Sebilürreşad'ın da bulunduğu dinî içerikli dergi ve gazeteler kapatıldı. Dava arkadaşı Eşref Edip hapse atıldı...
Bu adımlar, o tarihe kadar devam eden Akif ekolünün sonu anlamına geliyordu. Ve Akif, bu şartlar altında İstanbul'da yaşamayı göze alamadığı için Mısır'a, 'gönüllü sürgün' olarak gitti. Ancak bütün bunlar zandan öteye geçmiyor elbette, çünkü Akif Mısır'a gidiş sebebini (bilindiği kadarıyla) kimseye açıklamıyor.
UNUTULMUŞ BİR PEYGAMBER TORUNU
Şerif Muhiddin Targan, ünü dünyaya yayılmış ama Türkiye'de unutulmuş bir müzik dehası. Unutulmuş, çünkü musiki çalışmaları yapmak için gittiği Amerika'da dönemin otoriteleri tarafından "Paganini'nin kemanda yaptığını, udda yapan san'atkâr" diye tanımlanan Targan, Türkiye'de neredeyse keman virtüözü Paganini'den daha az tanınıyor.
Mehmet Akif, Abdülhak Hamid, Behçet Kemal Çağlar, Münir Nurettin Selçuk gibi önemli isimlerin dostluğunu kazanan Targan'ın Amerika'da en yakınındaki isim Başkan Roosvelt'in oğlu Archibald Roosvelt'dir. Ömrünü böyle bir çevrede geçiren sanatçı, soyu Allah Rasulüne uzanan Şerif ailesinden Ali Haydar Paşa'nın Osmanlı aristokrasisinin içinde yetişmiş oğludur. Daha küçük yaşlarda müziğe ilgi duyar. Başta amcası Ali Cabir Paşa olmak üzere Hacı Arif Bey, Ali Rıfat Çağatay ve Ahmet Irsoy'dan istifade eden Şerif Muhiddin, 13 yaşına geldiğinde iyi bir ûdîdir ve beste yapmaya başlamıştır. Daha sonra viyolonsel de çalan Targan, Darulfünun'da Hukuk ve Edebiyat eğitimi alır. Mehmet Akif'le dostluğu da buraya dayanmaktadır.
Yakın akrabaları Şerif Hüseyin Paşa ve oğulları Birinci Dünya Savaşı esnasında Osmanlı'ya başkaldırınca Mekke emirliğine Ali Haydar Paşa atanır. Savaş sonrasında Arap ülkelerinin Osmanlı'dan ayrılması, Paşa ve ailesi için büyük bir kayıp anlamına gelmektedir. Zira Şerif Muhiddin'in babasına ait pek çok gayr-ı menkul Osmanlı'dan koparılan topraklarda kalmıştır. Savaşın da etkisi ile aile maddi sıkıntı yaşamaya başlayınca Targan yakınlarının da teşviki ile Amerika'ya gitme kararı alır. Bu yolculuk Archibald Roosvelt'in desteği ile gerçekleşir.
Amerika'da bulunduğu 8 yıl boyunca büyük teveccühle karşılaşan Şerif Muhiddin, 1932 yılında rahatsızlanarak Türkiye'ye döner ve Bağdat Konservatuarı'nı kurmak için Irak'a gidene kadar iki yıl İstanbul'da kalır. Irak, Ürdün ve Suriye kralları ile yakın akraba olmasına rağmen sanatkâr olarak kalmayı tercih ederek 1948'de tekrar Türkiye'ye döner. İki yıl sonra dönemin şöhretli ses sanatçılarından Safiye Ayla ile evlenen Targan, 1967'de 85 yaşında vefat eder.
Hoş bir sada bırakıp göçen Targan'ın icralarını, vefatından sonra ilk kez 2001 yılında Mehmet Güntekin 'Bir Peygamber Torununun Müziği' albümünde topladı. Fakat Kaf Müzik'ten çıkan bu CD ve kitap artık piyasada bulunmuyor.
1. Mektup
Beyim, Efendim,
Kemâl-i isti'cal ile beklediğim iltifatnâmenizi dün aldım. Cevabını postaya yetiştirmek için şimdi karalıyorum. Azminiz, kararınız şüphe yok ki musîbdir. Bidayette tesadüf edilecek mânialar tabiî görülmeli. İnsan bir mahalleden diğerine göç ederken bile değişiklik icabı az çok rahatsız oluyor, alışıncaya kadar sıkıntı çekiyor. Bunların geçici olduğunu asla hatırdan çıkarmayarak istikbale kemâl-i itmînan ile yürümeli. Hayatta muvaffakiyetin sırrı bundan ibaret. Bendeniz kabiliyet, kudret itibariyle mutavassıt derecede birçok adamlar gördüm ki cüretleri, haybet ve hırmanî karşısında cesaretleri sayesinde pek büyük mevkiler kazandılar. Siz de artık kendinizi bilmelisiniz, mahviyeti israf, tebzîr derecelerine götürmeyerek muazzam bir mevcudiyetiniz bulunduğundan haberdar olmalısınız. Ah! Sizi garba doğru uçurmak isterken benim zavallı şarkımın mazhariyet-i elîmesini düşünüyorum da beynimin sarsıldığını hissediyorum. Ne olurdu, yurdun âfâkı nida-yı sanatı sadalarla karşılayacak kısmet ve kabiliyette olaydı!
Piyastro'nun¹ gösterdiği vefakârlık beni çok mühassis etti. Demek sanat bir çılgını bile yükseltiyor, derinleştiriyor. Âferin yahudiye! Allah İslam nasip etsin desem korkuyorum bize dönecek!
Halim Bila Efendi için yazdıklarımı tabiî okumuşsunuzdur. Tekrar görüştüm, vaadini hatırlatmak istedim. Katiyyen unutmadığını, müsait bir zaman gözetmekte olduğunu söyledi. İnşallah hayırlı bir netice zuhur eder. Mahmud Paşa'nın teşebbüsatından ne zuhur ettiğini Paşa'dan soracağım. Bir iki güne kadar tahkik ettirmek mümkün olur ise haftaya arz ederim.
Birader beyefendi için düşünüyordum, sonra Nis'e gideceklerini Paşa'dan öğrendim. Allah selametler versin. "Ve asâ en-tekrahû şey'en ve huve hayrun leküm... Vallâhu ya'lemu ve entüm lâ-ta'lemûn" [ "İhtimal ki hoşlanmadığınız şey sizin hayrınızadır... Allah bilir siz bilmezsiniz", Bakara, 2/216]
Profesör Viler'in² şu aralık İstanbul'a gelip sizi bulması çok isabet olmuş: Siz her nedense hâlâ teşcîe muhtaç görünüyorsunuz. Kendini bilmez evliyaullah varmış... Galiba onlardansınız. Siz artık âsâr-ı sanatınızı yalnız bir zata beğendirmek ihtiyacındasınız ki o da Şerif Muhiddin Bey'dir. Cenabı Hak afiyetler, saadetler, selametler versin. Aramıza dünyalar kadar bu'd girmesini hiç istemezdim. Lâkin artık birçok hodgâmlıklara veda etmek lazım. Siz hakkınız olan hayatı, refahı, mevkii istihlas edin; biz sizi eski dünyada da olsanız gelir buluruz, yeni dünyada da.
Vâkıa şöyle böyle söylenip duruyorum amma İstanbul'a dönüp sizi yola çıkmış bulmak bana pek ağır gelecek. Beni maskat-ı re'sime bağlayan rabıtaların en asîli, en şerîfi şüphe yok ki sizsiniz. Sizi tanımış olmaktan duyduğum saadeti meğer âhir vaktimde felek burnumdan getirecek imiş! Ne yapayım? Kaderin cilveleri önünde boyun kesmekten başka bir hareket kâbil değil. Bendenizin ne zaman dönebileceğim malum değil. Bununla beraber sizi teşyî edebilirim ümidindeyim. Yok yok, Cenabı hak hayırlısı hangi cihet ise onu göstersin. Demin arz ettiğim gibi artık hodgâmlık hislerini susdurmak zaruretindeyiz.
Peder Paşa hazretlerinin mübarek ellerini öperim. Teveccühât-ı sâmiyelerinin bekâsı aksâ-yı âmâlimdir. Kendilerine hiçbir hizmette bulunamamak beni cidden sıkıyor. Amca Paşa hazretlerine arz-ı tazimât ederim. Birader beyefendiye mektup yazarsanız ellerinden öptüğümü, selâmetlerinin, saadetlerinin duacısı olduğumu lütfen tebliğ buyurursunuz. Mehmet beyefendiye, Faysal beyefendiye, Nahit beyefendiye takdim-i tahiyyat ederim. Tilmizlerinizin her ikisine selâm.
Şayet bendeniz oraya gelmezden evvel yola çıkarsanız lütfen iki satırlık bir iltifatnamenizle kulunuzu haberdar buyurun ki merakta kalmayayım. Allah tevfikler, saadetler, refahiyetler, afiyetler, ömürler nasip etsin iki gözüm, beyim, efendim.
Fî 25 Mart [1]340, Salı
Mehmet Akif
2. Mektup
Beyim, efendim,
Zeylen takdim ettiğim arizama karşı inayet buyurulan 22 Mart [1]340 tarihli iltifatname-i kerîmânelerini okuduğum zaman fart-ı teessürümden saatlerce ağladım. Demek, artık aramıza koca bir Bahr-i Muhit girecek. Demek, artık ben istediğim zaman gelip sizin o lâhutî sânihâtınızı dinleyemeyeceğim. Demek benim şarkımın âfâkı hâlâ bir nida-yı sanata cevap verecek kabiliyette değil.
Ben de baykuş çığlığı gibi yeknesak, hevl-âver sözlerimle sizi iz'âc edip duruyorum. Siz bunların hiçbirinden müteessir olmayınız, azminize fütur gelmesin. Beşer değil miyim, hodgâmlıktan yakamı kurtaramıyorum. Yoksa kararınız, mülahazanız mahz-ı isabettir. Allah tevfikler versin. Sizin ilâhî teraneleriniz şu mavi kubbenin altında inleyip durdukça benim için, benim ruh u vicdanım için onları duymamak imkânı yoktur.
İnşaallah yolculuk gayet hoş geçer. İnşaallah bidayette [iki kelime okunamadı] hasaba aldığımız müşkilat çarçabuk zâil olur. İnşaallah huzur-ı deha ve sanatınızda kemal-i hayretle, fart-ı tazim ve hürmetle eğilen başlar milyonlara sığmayacak kemiyeti bulur. İnşaallah karihanıza alabildiğine inbisat gelir de biribirinden güzel, biribirinden vecd-âver olmak şartıyla ciltler dolusu muhalledât-ı sanat vücuda getirirsiniz. İnşaallah aile-i celilenize arz etmek istediğiniz muavenet ve hizmeti vicdanınızı, zevkinizi tatmin edebilecek surette ibrâza muvaffak olursunuz. Cenabı Hak vücud-ı muhteremenize afiyetler ihsan buyursun. Bendeniz istikbalinizden son derecede emin ve mutmainim.
Kulunuz tahkik ettirmiştim: Zannınız vechile Mahmud Muhtar Paşa'nın saha-i faaliyeti o kadar vâsi değilmiş. Ömer Bey de mektubu dayısına vermemiş. Niçin vermediğini pek bilemiyorum. Yalnız evvelce Şerif Abdülmecid Beyefendi tarafından kendisine bir müddet beklemek lüzumu bildirilmiş imiş. Öyle bir şey kulağıma çalındı. Yalnız hâlâ mektubun mürselun ileyhine verilmediğini biliyorum. Hatta yeni geldiğim zaman bilhassa gitmiş Ömer Bey'i görmüştüm ki bunu zan ederim size yazmıştım. Birader beyefendiye yazacağım ve icab edenlere bu tarafa gelmeleri[nin] neye mütevakkıf olduğunu soracağım.
Bu mektubunuzu alır almaz koşup gelmek için kalbimde büyük bir heyecan duydum. Lâkin muhal kadar kavi müşkilâtı iktiham etmek lazımdı. Aczimi bağrıma basarak oturmak, akıbete intizarda bulunmak ızdırarını duydum.
Evvelce de arz ettiğim vechile bu günlerde teşrif buyurulursa iki satır bir mektupla bendenizi haberdar buyurunuz.
Peder paşa hazretlerinin, amca paşa hazretlerinin mübarek ellerinden öperim. Mehmet beyefendiye, Faysal beyefendiye, Nahit beyefendiye arz-ı [bir kelime okunamadı] ederim.
Asım bitti. Artık onu arkanızdan gönderirim.
Sıyanet-i Huda'ya emanet olunuz iki gözüm, beyim efendim.
Fî 1 Nisan [1]340, Salı
Mehmet Akif
Kaynak: http://www.aksiyon.com.tr/aksiyon/haber-12937-34-akifin-sakli-kahire-mektuplari.html
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder