Uluğbey Kimdir?
Dünyaca ünlü Türk
matematikçisi ve astronomi bilgini olan hükümdardır. 22 Mart 1395 tarihinde
Semerkant´ta doğdu. Timurlenk´in torunlarından olup hükümdar Muînüddin Şah
Ruh´un oğludur. Asıl adı Mehmet Torgay´dır.
13 yaşında iken Horasan ve Maveraünnehir eyaletlerine hakan naibi oldu. 1446 yılında babasının ölümü üzerine hükümdar oldu. Saltanat yılları sırasında matematik ve astronomi ile yakından ilgilendi. Astronomiye ait tablosu yıllar sonra İngiltere ve Fransa´da basıldı. 1449 yılında kendisine isyan eden oğlu Abdüllatif Mirza tarafından 54 yaşında iken öldürüldü.
Uluğ Bey, babası Şah Ruh ölünce, 1446’da hükümdar
oldu. İlk işi olarak devletini güçlendirerek ülkesini parçalanmaktan
kurtardı.
Uluğ Bey hakan olunca, Osmanlı Devleti ile
münasebetlerini sıklaştırmaya ve geliştirmeye gayret etti. İki Türk ülkesi
arasında elçiler, bilim adamları gidip gelmeye başladı. O, savaştan çok
kendisini bilime adamış bir hükümdardı. Sarayına zamanın bilginlerini topladı
ve onları korudu. İnceleme için Çin’e kadar heyetler gönderdi. Uluğ Bey
Semerkant’ta bir medrese, bir de rasathane yaptırdı. Astronomi ilminin
gelişmesine çalıştı. Bu rasathane orta çağdaki astronomi bilgisini en yüksek
düzeye ulaştırdı.
|
Uluğ Bey, tarihe
adını “Asya Fâtihi” diye yazdıran Büyük Cihangir Timurlenk´in öz torunuydu. Ama
dedesinin askerlik ve savaşçılık açısından hiçbir huyu onda görülmüyordu.
Dedesi, çolak eli ve topal bacağına rağmen, at üzerinde kılıç sallayıp, ülkeler
fethetmişti. Fakat, Uluğ Bey´in yeryüzünde bir karış toprak bile fethetmek gibi
bir ihtirası yoktu. Onun bütün merak ve hevesi, yeryüzünde değil,
gökyüzündeydi. Ülkeler fethetmekten ziyade, gökyüzü âleminde araştırmalar
yapmayı, gök kubbenin sırrını çözmeye çalışmayı tercih ediyordu.
Uluğ Bey´in ilim adamı oluşunda, yaradılışının büyük
rolü olduğu kadar, babası şah Ruh´un da büyük payı vardı. Çünkü, Şah Ruh, güzel
sanatlara hayran bir kişiydi. İlme ve bilginlere büyük değer verirdi. Onun
Horasan´ın başkenti olan Meşhed´de yaptırdığı cami bir şaheserdi. Uluğ
Bey de, Herat´ta güzel bir köşk yaptırmış, bu köşkün duvarlarını ve
tavanlarını, birer sanat âbidesi niteliğindeki tablolarla süsletmişti. İktidarı
döneminde, Başta Semerkant ve Buhara olmak üzere tüm ülke, Türk mimarisinin
seçkin eserleriyle donatıldı.
Fen bilimleri ve astronomiye merakı, ileride
kendisini, dünya tarihinin en büyük astronomlarından biri haline getirdi. İlim
adamlığı yanında devlet adamlığı vasfı da yüksek olan Uluğ Bey,
Semerkant’ta 38 yıl hükümdarlık yaptı. Bir akademi haline getirdiği
sarayı, devrin meşhur alimlerinin toplanıp bilimsel tartışmalar yaptığı ve
eserler hazırladığı bir mekan oldu.
Matematikçi, astronom,
tarihçi ve şair olan Uluğ Bey, Mesud el-Kâşî, Bursalı Kadızade Rûmî, Ali bin
Muhammed (Ali Kuşçu) gibi bilginleri sarayına topladı. Semerkant medrese ve
rasathanesini büyüttü ve yeni aletlerle donattı.
Uluğ Bey zamanında yeni astronomi aletleri yapılmış,
eski aletler geliştirilmişti. IX. ve X. yüzyılda bir usturlab ile ancak 43
işlem yapılırken, Uluğ Bey zamanında geliştirilen usturlab, 1000’den fazla
işlem yapıyordu. Uluğ Bey’in usturlabının çapı 40 metre idi.
Uluğ Bey, bu arada gökyüzünün bir de haritasını yapmayı başarmıştı. Bu gökyüzü haritası, kendisinden sonra gelecek nesillere astronomi çalışmalarında ışık tutacak, onlara rehber olacaktı.
Uluğ Bey, astronomi çalışmalarının temelini teşkil
eden trigonometri ilmi üzerinde de geniş çalışmalar yaptı. Kendisinden önceki
Doğu ve Batı dünyasının tahmini bilgilerini bir kenara bırakıp, bilimsel
esasları tespit ederek, trigonometride yeni bir araştırma yolu açtı. Dünya onu,
astronomi alanındaki eseriyle tanıdı. Semerkant’taki rasathanesinde yapılan
çalışmalar, bugünkü astronomiye hala ışık tutmaktadır
Zîc-i Ulûgî denilen cetveli, diğer ilmî eserleri ve
rasatları, akademiden farkı olmayan sarayındaki çalışmalarının sonucudur. Zîc-i
Ulûgî, diğer adı “Gûrgânî Takvimi” olan bu cetvel, o devrin ilmî esaslara
dayanan yegâne takvimi sayılmaktadır.
Bu eser, daha önce yazılan ‘zîc’lerin yanlışlarını düzeltiyor ve yıldızların hareketini daha mükemmel gösteriyordu.Zîc-i Ulûgî, 1655 yılında İngiltere´de Oxford şehrinde İngilizce, 1853’te de Fransızca olarak basıldı. Daha sonra da çeşitli dillere tercüme edildi. Batı bilim dünyası, Uluğ Bey’e “XV. yüzyıl Astronomu” unvanını layık görürken, Milletrerarası Astronomi Derneği de Ay yüzeyindeki bir kratere onun adını verdi. Beş ülkenin astronomlarından ve özellikle Ay’a uydu gönderen ülkelerin uzmanlarından oluşan bir komisyonun hazırladığı Ay Haritasında, üç Türk astronomunun adları da yer alır. Büyük bir kratere Uluğ Bey adı verilmiştir. Ay atlasında adları bulunan diğer iki Türk bilgini, Bîrûnî ve Nasireddîn Tûsî’dir.
Bu eser, daha önce yazılan ‘zîc’lerin yanlışlarını düzeltiyor ve yıldızların hareketini daha mükemmel gösteriyordu.Zîc-i Ulûgî, 1655 yılında İngiltere´de Oxford şehrinde İngilizce, 1853’te de Fransızca olarak basıldı. Daha sonra da çeşitli dillere tercüme edildi. Batı bilim dünyası, Uluğ Bey’e “XV. yüzyıl Astronomu” unvanını layık görürken, Milletrerarası Astronomi Derneği de Ay yüzeyindeki bir kratere onun adını verdi. Beş ülkenin astronomlarından ve özellikle Ay’a uydu gönderen ülkelerin uzmanlarından oluşan bir komisyonun hazırladığı Ay Haritasında, üç Türk astronomunun adları da yer alır. Büyük bir kratere Uluğ Bey adı verilmiştir. Ay atlasında adları bulunan diğer iki Türk bilgini, Bîrûnî ve Nasireddîn Tûsî’dir.
Kozmografya konusunda yazdığı bir kitap da günümüze kadar, birçok ilmî araştırmalara kaynak olmuştur. Tarihin en âlim olduğu kadar en âdil bir hükümdarı olarak da tanınan Uluğ Bey, aynı zamanda kötü talihli bir hükümdardı. Oğlu Abdüllatif Mirza, babasına baş kaldırmış ve gözünü tahta dikerek işi bir iç savaşa kadar götürmüştü. Bu savaşta ağırlığını ortaya koyan Uluğ Bey, oğlu Abdüllatif Mirza kumandasındaki âsileri yenmeyi başarmıştı. Bu iç savaş sonunda Abdüllatif Mirza da esir düşmüştü. Uluğ Bey, dedesi Timurlenk gibi katı yürekli bir insan değildi. Asi evlâdını bağışladı, kendisine nasihatte bulundu. Bu konuda bir hükümdar olarak değil de, yüreği evlât sevgisiyle dolu hassas bir baba olarak düşünmüş ve ona göre hareket etmişti.
Fakat oğlu Abdüllatif Mirza, o iyi yürekli, âlim ve kâmil babanın oğlu değilmiş gibi, Uluğ Bey ile taban tabana zıt karakter taşıyan bir insandı. Babasına baş kaldırıp yenilmesinden sonra, onun verdiği manevî dersi alamamıştı. Serbest kalır kalmaz derhal yeni bir darbenin hazırlıklarına koyuldu. Bu kez geçen seferkinden daha kuvvetli bir ordu toplayıp başarı kazanmak için ne gerekirse yaptı. Ve bütün hazırlıklarını tamamladıktan sonra babası Uluğ Bey´e tekrar baş kaldırdı ve onun üzerine tekrar saldırdı.
Bu ikinci iç savaşta şans hiç de Uluğ Bey´e gülmedi. Doğrusunu söylemek gerekirse, affettiği oğlunun kendisine karşı yeniden bir hücuma girişeceğine ihtimâl vermiyordu âlim baba.Uluğ Bey fena halde gafil avlanmıştı. Emrindeki kuvvetler yenildi. Her şey tamamen tersine gelişti; bu kez 54 yaşındaki baba, âsi oğlunun eline esir düştü.Uluğ Bey, oğluna göstermiş olduğu anlayış ve merhameti ne yazık ki ondan göremedi. İsyankâr evlât, savaşın galibi kumandan olarak, babasını 25 Ekim 1449 tarihinde ölüme mahkûm etti.
Dünyanın en ünlü matematikçisi ve astronomi bilgini olan Uluğ Bey, bir hükümdardan ziyade bir baba için en acı son ile hayatını kaybetti ve dedesi Timur Han’ın yanına defnedildi.
Kaynak:http://mebk12.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/06/01/964308/icerikler/ulugbey-kimdir_273064.html
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder