21 Ekim 2014 Salı

Muhammed Hüseyin Şehriyar


Şehriyar 


Güney Azerbaycanlı Şair
Tam adı Doktor Seyyid Muhammed Hüseyin Behcet Tebrizî'dir. Bunlardan Muhammed Hüseyin şairin küçük adı, Behcet Tebrizî soyadı, (Seyyid) peygamber soyundan geldiği için) lakabı, Doktor muhtemelen tıp fakültesinde okuduğundan dolayı söylenen bir hitab sözü, Behçet aynı zamanda ilk mahlası, Şehriyar ise daha sonraki mahlasıdır. Şair ülkesinde ve dünyada mahlası olan Şehriyar olarak tanınmaktadır.
Doğum tarihi kaynaklarda çok çeşitli olmakla beraber 1904 yılında Tebriz'in Bağmeşe mahallesinde doğmuş olmalıdır. Babası Tebriz'in ünlü avukatlarından kemal ve faziletle şöhret bulmuş Hacı Mir Ağa, annesi ise Kövkeb hanımdır.
Şehriyar'ın çocukluk yılları Tebriz'deki Meşrutiyet devrine rastlamaktadır. Tahsil hayatı ile ilgili bilgiler karışıktır. İlk tahsilini babasından almış ve küçük yaşlardan itibaren şiire yatkınlık gösterdiğinden. o devirde okutulması adet olan Kuran-ı Kerim, Sadi'nin Gülistan'ı ve Ebu Nasri Ferahi'nin Nisab adlı Arapça Farsca manzum lugatiyle öğrenimine devam etmiştir. Daha sonra Molla İbrahim'den daha altı yaşında iken Gülistan ve Hafız dersi almıştır.
İlk resmi öğretimine Tebriz'deki Medrese-yi Müttehide'de başlamıştır. Yaz mevsimininde ise Kayışkurşak'da aydın bir zat olan Molla İbrahim Halil'de eğitim ve öğretimine devam etmiştir. Orta tahsiline ise Füyuzat ortaokulunda başlamış ve dokuzuncu sınıfa kadar devam etmiştir. Ayrıca Tebriz'deki Talibiyye Medresesi'nde Arap dili ve edebiyatı okumuş, daha sonra 1921'de darülfünuna kaydolmuş ve 1923'de tıp fakültesine girmiştir. Ama tıp fakültesini maddi zorluklar yüzünden bitirememiştir. Şehriyar'ın sevdiği kızın adının Süreyya olduğunu biliyoruz. 1973 yılında yaptığı Tahran radyosunda yaptığı bir konuşmada Süreyya ile son defa Behcetabad'da buluşacaklarını ancak onun gelmediğini, ertesi sabah ise fakülteyi bitirmesine iki üç ay kala Tahran'dan sürgün edildiğini, Behcetabad Hatiresi şiirini bu buluşmaya hasrettiğini söylemiştir.
Şairin devlet memurluğuna 1932 yılında başladığında bütün kaynaklar müttefiktir. Daha sonra Tahran'dan sürülmüş ve 1935 yılında tekrar Tahran'a dönmüş ve Ziraat Bankası'nda memuriyetine devam etmiştir.
Şehriyar'ın hayatının önemli olaylarından biri de babasının ölümüdür. Babasının ölümümden ve 1935'de Tahran'a dönüşünden sonra şairin buhranlı bir döneme girdiğini görüyoruz. Şair bütün sevdiklerinden ve dostlarından uzaklaşır. Ruh çağırma seanslarına katılır, tasavvufa meyleder, hatta Zehebiye tarikatına intisab eder. Bu arada 1937 yılında dört ay süren bir Tebriz seyahati yapar. Şehriyarın bu bunalımlı durumu uzun sürer.
Şair annesinin de ölümüden sonra uzun zaman kaldığı buhranlar ve hastalıklar geçirdiği Tahrandan aniden ayrılarak 1953 ortalarında anayurduna Tebriz'e döner. Buradaki Ziraat Bankası'nda çalışmaya başlar ve buradan emekli olur. Şehriyar, Tebriz'de en mühim eserini "Haydarbaba'ya Selam" ı yazar ve bastırır (1953).
Şehriyar Tebriz'e yerleştikten sonra akrabalarından ilkokul öğretmeni ve kendisinden 35 yaş küçük Azize adlı bir kızla evlenir (20 Ağustos 1953) ve bir ev alır. Bu evliliğinden dört çocuğu olmuştur.
Şehriyar 1964 yılında Hoşginab'a gider ve ikinci.Heyderbaba'yı yazar ve bastırır. 1976 yılında Tahran'a gider ve misafirlikte iken eşi Azize Hanım kalp krizinden vefat eder.
Şairin Türkçe şiirlerinin büyük kısmı 1982'de Yahya Şeyda tarafından Tahran'da neşredilmiş 1984 yılında ise Tebriz Üniversitesi'nde yapılan bir törenle 80. yaş günü görkemli bir şekilde kutlanmıştır.
Şehriyar ömrünün son yıllarında yaşlılığın verdiği zaafiyetle birçok kez hastalanmış ve nihayet 18 Eylül 1988'de vefat etmiş ve Tebriz'in ünlü Makberetü'ş-Şuara'da toprağa verilmiştir. Şehriyar'ın hatırasına hürmeten Tebriz'de hiçbir dükkan açılmamış ve bütün halk matem işareti olarak karalar giyinmiştir.
Şehriyar anadili Türkçeden başka mükemmel derecede Farsca ve Arapça , iyi derecede Fransızca bilirdi. Gençliğinden beri musiki ile yakından ilgilenmiştir. Çok güzel tar çalan Şehriyar'a İran'ın meşhur musikişinaslarından Ebulhasan Seba, Dervişandan kalma kıymetli bir tar hediye etmişti. Şehriyar, İran'ın ünlü hanende ve sazendelerinden Ebulhasan Han İkbal, Kamer, Kerimağa Safi ile dost olmuş, Ebulhasan Seba dahil bir çoğunaölümleri vesilesiyle Farsca ve Türkçe mersiyeler yazmıştır. Şair emekliliğinden sonra Tebriz'de sade bir hayat sürmüştür. Küçük çocuklarını sevip okşayarak onlarla Tebriz sokaklarında gezintiye çıkan Şehriyar'ın bir zevkinin de güzel hattıyla Kuran ayetlerini istinsah edip dostlarına hediye etmek olduğu bilinir.
Şehriyar usta şairliğinin yanında seyit (peygamber soyundan gelen) olması yönüyle de halk arasında büyük saygı ve sevgi görmüştür. Şair emeklilik günlerinde maddi sıkıntılar içinde olmuş, 1976'da bulunduğu Tahran'da Ettelaat gazetesine verdiği demeçte 22 yıldan beri aynı elbiseyi giydiğini söylemiştir.
İran edebiyatındaki yeri dolayısıyla birinci dereceli Maarif nişanı ile taltif edilmiş, Tebriz Üniversitesi edebiyat fakültesinin en büyük anfisine ve Tebriz'deki okullardan birine onun adı verilmiştir. Ayrıca daha sağlığında 16 Mart günü şehriyar günü olarak kabul edilmiş, ölümünden sonra da evi müze haline getirilmiştir.
İran'ın ileri gelen şair ve yazarları tarafından da övülen Şehriyar'ın Kitapça'sında yazdığı önsözde Şehriyar'ı "Yalnız İran'ın değil, bütün şark aleminin iftiharı" olarak takdim etmiştir.



ESERLERİ
1- Heyderbaba'ya Selam (yazılışı 1953, basılışı 1954)
2- Türkün Dili (1969)
3- Memmed Rahim'e Cevab (1967)
4- Sehendim (1970)
5- Behcetabad Hatiresi
6- El Bülbülü
7- Süleyman Rüstem'e Cevaplar
8- Döyünme ve Söyünme
9- Getme Tersa-Balası
10- Naz Eylemisen
11- Türk Evladı Gayret Vahtıdır
12- Derya Eledim
13- Türkiye'ye Heyali Sefer


EMİNE AKDÜZEN


KAYNAK: http://www.biyografi.net/kisiayrinti.asp?kisiid=4268

ŞEHRİYAR VE TÜRK EDEBİYATI
Hasan Almaz
Halk ve gönül şairi Muhammed Hüseyin Şehriyâr, adeta halkının gören gözü, işiten kulağı, konuşan dili olmuş bir gönül ve aşk eridir. Gönülleri söylediği şiirleriyle dolduran, insanlığın  yüce duygularını günlük hayata güzelim dizeleriyle aktaran bir halk adamıdır.


Bir milletin kültürü, yetiştirdiği büyük adamların diliyle ve kabiliyetiyle değerlendirilir ve evrensel bir nitelik kazanır. Bu kültür içinde yeni fikir adamları, yeni büyük şahsiyetler filizlenir ve bu olay zincirleme bir şekilde devam ederek genel kültür yapısını oluşturur.
İşte bu zincirin her bir halkası, yaşadıkları döneme damgasını vuran, önceki ve sonraki halklarla da ilişkisini devam ettirenler, abide şahsiyetlerdir.
Her kültürde, her edebiyatta binlerce düşünür, yazar ve şair ürün verir. Ancak bunlar içinde çağlarını aşabilen, zaman sürecinden geçerken büyüyebilenlerin sayısı fazla değildir. Bu unutulmayanların bir kısmı yeni bir konu, bir kısmı yeni bir tür, bir kısmı yeni başka şeyler üreterek unutulmaz abide şahsiyetler arasına girer.
Bu abide şahsiyetlerden birisi de bulunduğu coğrafyada hem Fars edebiyatında hem de Türk edebiyatında eşsiz eserler veren Muhammed Hüseyin Şehriyâr-ı Tebrîzî'dir.
Şehriyâr'ı abide bir şahsiyet haline getiren yönü, yaşamından çok onun dile getirmiş olduğu ölümsüz şiirleridir.
Halk ve gönül şairi Muhammed Hüseyin Şehriyâr, adeta halkının gören gözü, işiten kulağı, konuşan dili olmuş bir gönül ve aşk eridir. Gönülleri söylediği şiirleriyle dolduran, insanlığın  yüce duygularını günlük hayata güzelim dizeleriyle aktaran bir halk adamıdır.
Şehriyâr'ın bir şiirinin, bütünlüğü içinde her kıtanın, her beytinin, her mısraının bir ayrı dili, bir ayrı güzelliği ve şiiriyeti vardır. Bu özellik Şehriyâr'ın birçok şiirinde göze çarpmaktadır.
Şehriyâr, başta İran olmak üzere Türkiye, Azerbaycan ve diğer Türk cumhuriyetlerinin tümünde tanınan bir şahsiyettir. Elbette ne derece tanındığı tartışılabilir ama gün geçtikçe hakkettiği konumu alacağından şüphemiz yoktur.
Şairin dil ve sanatı, özellikle de Haydar Baba'ya Selâm isimli manzumesi üzerinde bugüne kadar birçok araştırmalar yapılmış bundan sonra da çeşitli çalışmaların ve incelemelerin yapılacağı muhakkaktır. Şehriyâr, vermiş olduğu eserler açısından ölümsüz bir söz ve sanat adamıdır.
Şehriyâr, şiirlerinde kendi devrinin tüm sıkıntı ve eziyetlerine yer veren, halkın karşılaştığı zorluklara sözleriyle katkıda bulunan bir şairdir. Yaşadığı dönemde gerek İran’ın içinde gerekse dışında meydana gelen her olay karşısında sessiz kalmamış duygularını şiir diliyle ifade etmiştir. Bu yönüyle de Türk ve Fars edebiyatının ileri gelen şairlerindendir. Onun eserlerindeki konu, şekil ve motifler, zaman zaman kendinden sonra gelen şairler tarafından sevilmiş, araştırılmış, taklit edilerek nazireler yazılmıştır.
Şehriyâr, elbette Fars diliyle şöhret bulmuş bir şairdir. Fakat onun Türk diliyle kaleme aldığı eserler onun ününe ün katmış, onun isminin tüm Türk dünyasında ölümsüzleşmesine yol açmış bir şairdir. Şayet onun Türkçe şiirleri, özellikle de Haydar Baba'ya Selâm manzumesi olmamış olsaydı onun adı belki de Türk dünyasında hiç anılmayacak ve İran Edebiyatında da bu kadar meşhur olmayacaktı. Oysa şair, bunu gerçekleştirmiş ve sesini İran, Türkiye, Azerbaycan ve diğer Türki cumhuriyetler olmak üzere dünyanın bir çok yerine duyurmuş, şiirleri özellikle de Haydar Baba'ya Selâm isimli manzumesi birçok dünya diline tercüme edilmiştir[1]. Hatta buna birçok nazireler yapılmış, şairler isimlerini yaptıkları bu nazirelerle duyurmuşlardır. Dolayısıyla Şehriyâr, bu tür şairlerin ünlü olmasına da vesile olmuştur.
Türkiye'de Şehriyâr üzerine yapılan çalışmalar
Şehriyâr, Türkiye'de ilk defa 1954 yılında ismini duyurmuştur. Haydar Baba'ya Selâm manzumesinin birinci kısmı 1954 yılında Azerbaycan isimli dergide yayımlanmıştır. Derginin Eylül-Ekim 1954 tarihli 30-31. sayılarında yayımlanmaya başlanan şiir, Temmuz-Ağustos 1955 tarihli 40-41. sayılarına kadar devam etmiştir.
Şiir, aynı dönemlerde Türk Yurdu dergisinin Ocak-Ekim 1955 tarihli sayılarında da yayımlanmıştır.
Daha sonra Ahmed Ateş tarafından Şehriyâr ve Haydar Baba'ya Selâm adıyla 1964 yılında Ankara'da basılmıştır.
1971 yılında Muharrem Ergin bu şiirin iki kısmını da ona yazılan nazirelerle birlikte Azeri Türkçesi ismiyle yeniden yayımlamıştır. Bu eserin baskısı daha sonra yeniden yapılmıştır.
 1990 yılında “Haydar Baba'ya Selâm” şiiri Türk Yurtları dergisinde de yayımlanmıştır.
Şiir, Selahattin Kılıç ve İlhan Şimşek tarafından da 1991 yılında Haydar Baba'ya Selâm ismiyle üç alfabeyle (Türkçe, Farsça ve Kril alfabeleri) verilerek yayımlanmıştır.
Bu baskılardan da anlaşılıyor ki Türkiye'de Şehriyâr'ın eserleri adıyla sadece “Haydar Baba'ya Selâm” şiiri yayımlanmıştır. Yusuf Gedikli dışında, şairin diğer şiirleri üzerinde duran pek olmamıştır. Oysa bu yönüyle Şehriyâr’ın tam olarak tanınması mümkün değildir.
Türkiye'de ilk defa Yusuf Gedikli, Şehriyâr'ın bütün Türkçe şiirlerini yayımlamış ve onu Türkiye'de tanıtmaya çalışmıştır. Gedikli'den önce yapılan çalışmalar “Haydar Baba'ya Selâm” ile sınırlı kalmıştır. Fakat Gedikli, Şehriyâr’ın bugüne kadar mevcut olan tüm Türkçe şiirlerini yayımlamakla birlikte hayatını, kişiliğini ve sanat anlayışını da kaleme almış, şiirlerinin yaptığı etkiyi dile getirmiştir. Bu eser mükemmel olmakla birlikte şairin Türkçe şiirleriyle sınırlıdır. Şairin Farsça şiirlerinin, onun asıl çehresini daha güzel bir şekilde ortaya sereceği kesindir.
Yusuf Gedikli'nin Şehriyâr ve Bütün Türkçe Eserleri isimli çalışması, bugüne kadar Şehriyâr üzerine yapılmış çalışmaların en kapsamlısı olup birinci baskısı ilk defa 1990 yılında; ikinci baskısı 1995 yılında; en son üçüncü baskısı da yeniden gözden geçirilmiş ve önemli açıklamalar ve sözlük eklenerek 1997 yılında yayımlanmıştır. Sözkonusu eser şairin toplam 92 Türkçe şiirini içermektedir.
Şehriyâr'ın Türkiye coğrafyası üzerinde etkisinde kaldığı şahsiyetler
Şehriyâr'ın etkilendiği şahsiyetlerin başında hiç şüphesiz ki İstiklâl Marşı şairi Mehmet Akif Ersoy gelir.
İstiklâl Marşı'mızın büyük şairi, fikir, inanç, ahlâk ve mücadele adamı Mehmet Akif de tıpkı Şehriyâr gibi zulme rıza göstermemiş ve düşman güçlere karşı gerekirse cephede savaşmaya dahi hazır bir edayla halkının gönlüne taht kurmuş ve dillerine tercüman olarak destanlar yazmıştır. Halkının karşı karşıya bulunduğu tehlikeleri ve bu tehlikelere karşı alınması gereken tedbirleri şiirleriyle dile getirmiştir. Elbette Mehmet Akif ve Şehriyâr'ı kıyaslamak ayrı bir makalenin konusudur. Örnek olması açısından her iki şairin de bir kaç benzer yönlerini vermekle yetinelim.

Mehmet Akif, “Sanat sanat içindir düsturu ölmüştür. Cemiyete, hayata yaramayan sanat yerin dibine batsın!”[2] derken, Şehriyâr da aynı ifadelerle, “Sanat, eğer içinde Allah'ın rızası varsa faydalıdır. Sanat, sanat ile fakat toplum için yapılmalıdır[3].” diyerek sanatın sanat için yapılmasına karşı çıkarlar.
Akif'in İstiklâl Marşında dile getirdiği kelimeleri Şehriyâr da sıklıkla kullanmıştır. Örneğin Mehmet Akif'in, İstiklâl Marşının ilk beyti:
Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;
Sönmeden yurdumun üstünde en son ocak.
Buna karşılık Şehriyâr şu dizeleri dile getirir:
Görüm ay nazlı hilalim sancag
Parlasın gét géde bu sönmez ocag[4]
Şehriyâr'ın “Türkiye'ye Hayali Sefer” adlı şiirinde Mehmet Akif'ten esinlenerek dile getirdiği bu ve buna benzer kelimelerle sık sık karşılaşırız. Bu şiirin Farsça olarak kaleme alınan dizelerinde de aynı kelimeleri görmemiz mümkündür.
Şehriyâr, “Türkiye'ye Hayali Sefer” isimli şiirinde (hem Türkçe hem de Farsça ayrı ayrı iki şiirinde) Mehmet Akif ile birlikte Yahya Kemal ve Tevfik Fikret'i de zikrederek onları övmektedir:
Gelmişem nazlı hilâl ülkesine
Fikret'in ince hayal ülkesine
Akif'in marşı yaşardıp gözümi
Bahıram Yahya Kemal ülkesine[5].
Bu şiirinin bir başka beytinde de bu üç şairi şu şekilde zikretmektedir:

Déyirem Akif ile gâh cumalım
Ufugun cilve-i maviyyetine
Gah Kemal'den gol alıp yükselelim
Bahayım Fikret'in ulviyyetine[6].
Şehriyâr'ın Farsça olarak kaleme aldığı şiirinde de aynı ifadelerle benzer övgülere rastlamaktayız.
Şehriyâr, İran edebiyat ve sanat şahsiyetlerini zikrettiği uzun şiirinde de Akif ve Tevfik Fikret’i İranlı şair ve sanatçılar üzerinde tesir bırakan biri olarak zikreder. Bu iki şairin ismini zikrettikten sonra onları şu şekilde tanımlar:
مذاق اين دو به افكار تازه أي پرداخت            يكــي ترانه ملي يكـــــي نمايش ساخت
به شهر ما پس از  آنگاه  انقلاب  ادب     شروع شد كه نه چندان به اصل بود و نسب
Bu ikisinin zevki, fikirlere yenilik getirdi,
Biri Milli Marş, diğeri gösteriyi yaptı
Bizim memleketimize ondan sonra edebiyat devrimi
Fazla temelli ve geçmişli olmasa da başladı[7].
Şehriyâr,
“Bir hilal parlayarak oldu güneş
Bir saçaklı güneş, ehlam adlı"[8] dizelerini dile getirirken de büyük bir ihtimalle Tevfik Fikret'in “Çınar” isimli şiiri ile Yahya Kemal'in “Açık Deniz” isimli şiirinde Osmanlı İmparatorluğunun yükselme ve çöküş dönemlerini sembolize eden ifadelerinden etkilenmiştir. Zira her üç şair de Türk milletinin tekrar kendine geleceğini Çınar ağacı, deniz ve güneş ile benzetmeye çalışmışlardır[9].
Şehriyâr, Mehmet Akif'in emperyalist güçlerin Türklere neler ettiğini, ne zararlar verdiğini, İslâm'a dönüldüğü takdirde Türklerin hem dünyalarını hem de ahiretlerini kurtaracaklarını “Türk Evlâdı Gayret Vaktidir” isimli şiirinde şöyle dile getirmiştir:
Akif'in şi'rine bah gör, neler etmiş bize küfr
Her gedemde guyu kazmış ne de salmış derine
Biz de İslam'a gayıttıgda gelin elbir olag
Türklerin her iki dünyası gayıtsın yerine[10].
Şehriyâr, ırkçılık konusunda da Mehmet Akif ile aynı düşünceleri paylaşmakta hiçbir ırkın bir başka ırka üstün olamayacağını dile getirmektedir.
Şairin bu şiirlerinden anlaşılan odur ki Türk diline karşı olduğu gibi Türkiye'ye karşı da büyük bir özlem içindedir. Türkiye'yi hiç görmediği halde görüp dolaşan birinden çok daha güzel tasvir etmiştir. Birçok vilâyeti özellikleri ile birlikte vasfederken ünlü kişileri de anmadan geçmemiştir. Fatih Sultan Mehmed Han ile Mustafa Kemal Atatürk gibi büyük Türk şahsiyetlerini de anarak layık oldukları övgüde bulunmuştur. Mevlâna Celâleddin'i de Türkiye'de biri olarak zikretmiş ve övgüde bulunmuştur.
Türkiye'de Şehriyâr'ın etkisinde kalarak şiir yazan şairler
Şehriyâr'dan, özellikle de “Haydar Baba'ya Selâm” manzumesinden etkilenerek şiir yazan şairlerin sayısı çok fazladır. Türk dünyasının her tarafından bu sese kulak verip de ona özenerek şiir kaleme alan şairlerin sayısı fazladır. Özellikle Azerbaycan, Türkiye ve Irak'ta birçok şair “Haydar Baba'ya Selâm” şiirine nazireler yazmıştır. Burada yalnızca Türkiye'de nazire yazanları zikretmekle yetineceğiz.
“Haydar Baba'ya Selâm” şiiri yayınlandıktan sonra bu kadar yankı uyandırmasının Türkiye'de edebiyatçılar üzerinde etki yapmaması elbette ki düşünülemez. Her taraftan, selâm adeta kendilerineymiş gibi bir nidayla yankılar yükseldi ve nazireler yazılmaya başlandı. Bu nazirelerin hala sürmekte olduğu da bir gerçektir.
Türkiye'de şairden etkilenenler ve onun “Haydar Baba'ya Selâm” manzumesine nazireler yazan şairler arasında Cenani Dökmeci'nin Elazığ ve Harput yöresini anlatan “Bizim Dilden Bizim Köy” isimli 79 dörtlüklü, Hayrettin Tokdemir'in Şavşat yöresindeki Kocabey köyünü tasvir eden “Kocabey” isimli 108 beşlikli şiiri, Zeynelabidin Makas'ın Iğdır'da geçen çocukluğunu anlattığı “Hoş Hatıralar” isimli şiiri, Fahri Unan'ın “Çiçekli'ye Selâm” isimli 72 beşlikli şiiri birer nazire olarak kaleme alınmışlardır[11].
Bu şairler dışında Şehriyâr'dan etkilenerek şiir ve nazireler kaleme alan şairlerimiz arasında Verdi Kankılıç, Aydın Erol, Ali Korkut Akbaş, Hüseyin Perviz Hatemi, Servet Gürcanhan, Tuncer Gülensoy, Nihat Yücel, Mustafa Kayabek, Esat Kabaklı, Emin Güzelsoy, Fırat Kızıltuğ gibi şairleri de zikretmek mümkündür[12].
Türkiye'de Kaleme alınmış olan bu nazireler Osman F. Sertkaya tarafından “Haydar Baba'ya Selam şiirinin Türkiye'deki Akisleri” başlığı altında Türk Kültürü ve Azerbaycan Türkleri isimli dergilerde yayımlanmıştır.
Ayrıca Şehriyâr'ın vefatı nedeniyle de Türkiye'den şaire şiir yazanlar olmuştur. Ali Korkut Akbaş, Süleyman Büyükdağ ve Arasoğlu bunlardandır[13].
Türkiye'de Şehriyâr hakkında müspet fikirler dışında değişik sesler yükselten pek kimse olmamıştır.
Edebiyat dünyamızın ileri gelenlerinin Şehriyâr üzerine söylemiş oldukları birkaç sözü zikretmeden geçemeyiz.
Ahmet Ateş, Şehriyâr'la ilgili yaptığı çalışmanın başında şunları söyler:
"Bu şiir okunurken ilk önce şairin şiir soluğunun uzunluğuna ve ilhamının bolluğuna hayret edilir... Haydar Baba'ya Selâm şiiri mahalli olduğu kadar insani oluşu ile yalnız Türk edebiyatının en sevimli şaheseri sayılacak bir eser değil, belki bütün dünya edebiyatında mevki almaya layık bir eserdir[14].”
Muharrem Ergin de Şehriyâr ile ilgili düşüncelerini şu şekilde açıklamaktadır:
“Büyük şair dilin dehasına ulaşmış olan şairdir. Şehriyâr bu bakımdan ulu bir şair mertebesindedir. Bugünkü Azeri Türkçesinin, Tebriz Türkçesinin bütün dehasını Şehriyâr'ın eserinde görüyoruz[15].”

Ahmet Bican Ercilasun da Şehriyâr'ı “Som altından bir mücevher” olarak tanımlarken şu ifadeleri kullanmaktadır:
“Türk edebiyatı uçsuz bucaksız bir hazine. Işte bu uçsuz bucaksız hazine içinde, 1954 yılından beri biri vardır ki, onu yüzlerce sandık içinde saklasanız da parıltısını yok edemezsiniz. Onun ışıltısını İstanbul’dan, Bakü'den gözlerimiz kamaşarak seyrettik[16].”
Şairin Türkiye’yi önemsediğini gösteren şu dizeleri ile bu yazımızı bitirelim:
يا رب اين رويت فيروز فر نجم و هلال      تا ابد دار ظـــفرمند و فروزان اختر
همچنان ملت تــركيه و ايــران  يا رب             تا ابد الفتشان الفت جان با دو جگر
"Ya Rabb, bu kutlu ay yıldızlı görüntüyü
Ebede kadar zaferli ve parlak yıldız kıl.
Aynı şekilde Türkiye ve İran milletini ya Rabb,
Aralarındaki ülfeti ebede dek iki ciğerdeki can ülfeti kıl[17].
-------------------
[1] Zekeriya Terzemi, “Şehriyâr”, Âşinâ, S. 2., Ankara Yaz 1995,  s. 18
[2] Mehmet Akif Ersoy, Safahat, İstanbul 1987, s. XXXVI.
[3] Muhammed Huseyn Şehriyâr, Dîvân (Farsça), 16. bs., Tahran 1374/1995, C. 2., s. 1170.
[4] Muhammed Huseyn Şehriyar, Dîvân (Türkçe), 8. bs., Tahran 1373/1994, s. 324.
[5] Dîvân (Türkçe), s. 317.
[6] Dîvân (Türkçe), s. 318.
[7] Dîvân (Farsça), C.3. s. 397.
[8] Dîvân (Türkçe), s. 318.
[9] Yusuf Gedikli, Şehriyâr ve Bütün Türkçe Şiirleri, 3. b.s., İstanbul 1997, s. 95.
[10] a.g.e., s. 174.
[11] a.g.e., s. 125.
[12] a.g.e., s. 125.
[13] a.g.e., s. 129.
[14] Ahmet Ateş, Şehriyâr ve Haydar Baba'ya Selam, Ankara 1964, s. 11.
[15] Muharrem Ergin, Azeri Türkçesi, 3. bs., İstanbul 1986, s. 297.
[16] Ahmet Bican Ercilasun, “Muhammed Hüseyin Şehriyâr”, Türk Kültürü, S. 308, Ankara 1988, s. 778.
[17] Divan (Farsça), C. 3., s. 198.

Bkz: http://www.gunaskam.com/tr/index.php?option=com_content&task=view&id=258

HAKKINDA TV VERİLİŞİ:

http://www.youtube.com/watch?v=CzvjpZ09kbk


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder