29 Haziran 2011 Çarşamba

Bilgiç, Emin

EMİN BİLGİÇ(08 Ocak 1916- 20 Ocak 1996)
Necmettin SEFERCİOĞLU
Tanıdığım Ünlü Türkçüler. İstanbul: Ötüken Neşriyat, 2005
O, Türk toplumunca yadırganan bir alanda milletlera­rası üne ulaşan bir bilim adamı; Türk kültür hayatının yönetilmesi ve yönlendirilmesi çalışmalarının başında bulunmuş, önemli hizmetler yapmış değerli bir düşünce ve kültür önderiydi. Fakat; en seçkin niteliği, kuşkusuz, milliyetçiliği idi. Milletinin kültürünü korumak ve yükseltmek yolunda birçok başarıları gerçekleştiren bir Türkçüydü. Aynı zamanda değerini kanıtlamış iyi bir yönetici idi.
* * *
Mehmet Emin Bilgiç, 08 Ocak 1916 günü Isparta ili­nin Şarkîkaraağaç ilçesinde doğdu. Kuşaklar boyunca din bilginleri yetiştirmiş bir aileden geliyordu. O ailenin seç­kin bir üyesi olan müderris ve müftü Sâdık Bilgiç Bey’in dört oğlunun en büyüğü idi.1
İlkokulu 1929'da Şarkîkaraağaç'ta, ortaokulu 1932'de Yalvaç'ta, Afyonkarahisar ve Ankara'da okuduğu liseyi de 1935'te Ankara Erkek (Atatürk) Lisesi’nde bitirdi. Ardından, Ankara'da o yıl açılan Dil ve Tarih-Coğrafva Fakültesi'nin ilk öğrencilerinden biri oldu. Fakültenin en zor ve o sıralarda çok yadırganan dallarından biri olan "Sümeroloji"yi seçti. 1940'ta, bitirdiği o kürsüye 'ilim yardımcı' olarak girdi. 1943'te Sümeroloji dalında 'edebiyat doktoru' sanını kazandıktan sonra, aynı kürsünün asistanlığına alındı. Kasım 1948'de de 'doçent' oldu ve Ocak 1949'da 'eylemli doçent'liğe atandı. 07.11.1949-30.01.1950'de askerlik görevini yaptı. 1952-54'te İngiltere'de bilimsel araştırmalarda bulundu. 1955 yılında pro­fesör, 1956'da da ‘Sümeroloji Kürsü Profesörü (başkanı)’ oldu.
27 Mayıs 1960 askerî darbesinin ardından, 147 öğretim üyesi arasında, üniversitedeki görevinden uzaklaştırıldı. Bilimsel çalışmalarını bir yıl süre ile Almanya' da sürdürdükten sonra, uzaklaştırma yasasının yürürlükten kaldırılması üzerine, Mayıs 1961'de yurda ve DTCF’deki görevine döndü. 1966-68'de DTCF dekanlığı ve ıızun yıllar Ankara Üniversitesi Senatosu üyeliği yaptı. 1975-77 ve 1979-80 yıllarında da, ek görev olarak, Kültür Bakanlığı müsteşarlığı görevini yürüttü. 1980 başında oluşturulan Eskiçağ Dilleri ve Kültürleri Bölümü' nün başkanlığını yaparken, 1983 yılında 'yaş haddinden' emekli oldu. AÜDTCF' nin Sümeroloji Anabilim Dalı'nda gönüllü olarak sürdürdüğü lisansüstü derslerini ve bilim çalışmalarını uçmağa vardığı 20 Ocak 1996'ya kadar bırakmadı. 22.01.1996'da Gülveren (Cebeci) Asri Mezarlığı'nda vatan toprağına emanet edildi.
* * *
Emin Bilgiç Bey’i 1956 yılında, Osman Turan Hoca ile birlikte, Ankara Türk Ocağı'nda tanıdım. O sırada Turan Koca başkan, Bilgiç Hoca başkan yardımcısı yetkisinde yönetim kurulu üyesi idi. Ocağın memurları olarak daha çok Emin Bey ile muhatap olurduk. Osman Hoca'nın bize biraz sertçe gelen tabiatına karşılık Emin Bilgiç Hoca yu­muşak huylu idi. Biz gençlerle senli-benli konuşmayı se­verdi. Kusurlarımızı azarlayarak değil; öğütleyerek açıklardı. Bu yüzden onu kendimize daha yakın bulur­duk.
1957 yılında ocak memurluğundan ayrıldım. Emin Bilgiç Bey, 1958'de Osman Turan Bey başkanlığındaki Türk Ocakları Merkez Heyeti'nde Genel Başkan Yardımcısı oldu. Ben de onların bıraktığı Ankara Türk Ocağı Yö­nelim Kurulu'nun üyeliğine seçildim. Böylece ortak çalış­malarımız, bu kez âmir-memur olarak değil, aynı kurulu­şun üst ve alt yönetimlerinde görevli üyeler olarak Mayıs 1960 sonuna kadar sürdü. O tarihte öteki DP milletvekil­leri ile birlikte tutuklanıp Yassıada' ya götürülen Osman Turan Bey’e yönelik olarak merkez heyetince girişilen çirkin uygulamalara karşı çıkmak yüzünden ocaktaki gö­revimden ayrılmak zorunda bırakıldım. Fakat; Bilgiç Ho­ca, merkez heyeti içinde, ocak darbecilerine karşı müca­deleyi, Galip Erdem ile birlikte sürdürdü (Sonunda, o iç darbeciler, 1961 kurultayında, aklanamadan, yönetimden uzaklaştırıldılar).
Ben 1956 yılında DTCF Kütüphanecilik Bölümü'ne öğrenci olmuş, 1957'de de Türkçü ağabeylerin kurduğu 'Hür Basım ve Yayınevi'ni çalıştırmağa başlamıştım. Bun­lar Bilgiç Hoca ile ilişkilerimi pekiştirmeme yardımcı ol­du. Fakültede onu sık sık görüp konuşabiliyordum. Ho­ca, bir gün bir dosya ile basımevimize geldi. O dosyada saygıdeğer babası Sâdık Bilgiç Bey’in öğretici nitelikteki manzumelerinden oluşan iki kitabının müsveddeleri vardı. Onların basılmasını istiyordu. Bu öneriyi severek üstlendim. O iki kitabın akıcı bir üslûpla yazılmış metin­lerinin dizgi işini, dizgiciye bırakmayarak, kendim ger­çekleştirdim. Bu dizgi-düzenleme ve basma sürecinde Emin Hoca, özellikle düzeltmeler için, sık sık basımevine geldi. Bu ziyaretler sırasında çok güzel, benim için çok yararlı sohbetlerimiz de oluyordu. Hoca, bir-iki kez de saygıdeğer babasını getirmiş; bana onu da tanımak, tatlı sohbetlerinden yararlanmak fırsatını kazandırmıştı2.
Emin Bilgiç Hoca ile ilişkilerimiz, benim DTCF'ye asistan olarak girişimden sonra daha da sıklaşarak sürdü. Kültür Bakanlığı'nda müsteşarlık yaptığı sıralarda ise, Türk Kütüphaneciler Derneği’nin Genel Başkanı olarak, kendisi ile meslekî konularda işbirliğinde bulunduk. O dönemlerin ilgi çekici bir olayı da, yayınlanması İsmail Arar' ın bakanlığı sırasında (1972) kararlaştırılıp bas­kıya verilmiş olan, fakat araya ilk Ecevit iktidarının (1973-74) da girmiş olması yüzünden basılması durdurulan, Weingast' tan çevirdiğim Komünizmin İç Yüzü adlı kitabın yayınlanmasının, onun ilk müsteşarlığı sırasında, ancak 1977'de gerçekleştirilmiş olması idi3.
Hoca ile ilişkilerimiz emekli oluşundan sonra da ak­samadan sürdü. 1980'li yıllarda, merkez hars heyetinin üyeleri olarak, Türk Ocağı çalışmalarına ve etkinliklerine birlikte katıldık.
* * *
Prof. Dr. Emin Bilgiç, Ankara Üniversitesi ile Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi'ndeki milliyetçi etkinlikleri da­ima desteklerdi. O, etkinliklerde milliyetçi öğretim ele­manlarına ve öğrencilere öncülük eder, yol gösterirdi. Fa­külte kurullarında da milliyetçi olarak tanınan öğretim elemanlarının önderliğini yapardı.
Bilgiç Bey’in müsteşarlık dönemleri, Kültür Ba­kanlığı’nın gelişmesine yönelik önemli adımların atıldığı bir süreç oluşturdu. O yıllarda Bakanlığın örgütlenmesi tamamlandı, Devlet Türk Musikisi Konservatuvarı kurul­du. Y. Mimar Ekrem Hakkı Ayverdi başkanlığındaki bir kurulun yüzyıllarca Osmanlı egemenliğinde yaşamış Av­rupa ülkelerinde4 bulunan (nasılsa bugünlere kalabil­miş) Türk mimarlık anıtlarının belirlenmesi, incelenme­si, bilimsel kayıtlarının yapılması ve bu kayıtlara ilişkin dört ciltlik bir eserin5 hazırlanması çalışmaları da Bilgiç' in öngörüsü, gayretleri ve mücadeleleri sonunda ger­çekleşti. Klasik Türk Musikîsi ile Türk Halk Musikîsi ve oyunlarının koro ile ekipleri de bu süreçte oluşturuldu. Yine o süreçte bakanlıkça Millî Kültür, Kültür ve Sanat, Dünya Edebiyatı’ndan Seçmeler dergilerinin çıkarılması ya­nında çok sayıda eserin yayınlanması da sağlandı. Kısacası; Kültür Bakanlığı, birçok yeniliği Emin Bilgiç Bey’in önderliğinde gerçekleştirdi.
Onun, Türk Ocağı'ndaki çalışmaları da önemlidir. 1956 yılından başlayarak, bu gönüllü kuruluşun Ankara Ocağı ve merkez heyetinde yönetim kurulu üyesi, başkan yardımcısı (1956-59), genel başkan yardımcısı (1959-60), genel başkan (1973-74) ve denetleme kurulu başkanı (1984-86) olarak hizmet etti. 1980-90 arasında ise bu hizmetini hars heyeti üyesi olarak sürdürdü. Ocak çalışmalarına görüş ve düşünceleri, yönlendirmeleri ile önemli katkılarda bulundu. Türk Ocağı'nın yayın organı Türk Yurdu ile de yayın kurulu başkanı ve yazar olarak il­gilendi.
Prof. Dr. Emin Bilgiç'in gönüllü kuruluşlara yönelik önemli çalışmalarından biri de, 1966 yılında, ünlü bilim ve kültür adamları ile birlikte "Selçuklu Tarih ve Medeni­yeti Enstitüsü" nün kuruluşuna katılması ve uçmağa varı­şına kadar başkanlığını yapmasıdır. Enstitü onun teklif ve çabaları ile Malazgirt'te bir 'Fetih Abidesi'nin yaptırıl­ması, ‘Alparslan Hatıra Altınları’ nın bastırılması tasarım­larını gerçekleştirmiş; yazık ki kısa ömürlü olan Selçuklu Araştırmaları Dergisi ile birlikte Selçuklu tarih ve kültürüne ilişkin bilimsel ve edebî birtakım eserler yayınlamıştır.
* * *
Prof. Dr. Emin Bilgiç, bir bilim adamı olarak 'Sümero­loji' alanının Türkiye'deki tartışmasız ilklerinden ve öncülerindendi. O, alanın dünyadaki ender ve saygı duyu­lan bilginlerinden biri idi. Sümeroloji alanında ilgi gören, takdir edilen kitaplar, yerli ve yabancı bilim dergilerinde yer alan bilimsel yazılar yayınlamıştı. Onlar, tabiî olarak, alanla ilgili olmayanların veya ona özel ilgi duymayan­ların yadırgayabilecekleri yayınlardı. Bu tür bilimsel ve meslekî yazıları AÜDTCF Dergisi, DTCF Yıllık Araştırmalar Dergisi, Belleten, Türk Arkeoloji Dergisi, Anatolia gibi dergiler ile Türk Ansiklopedisi ve Türk Tarih Kurumu'nun değişik kongrelerine ilişkin kongreye sunulan tebliğler başlıklı ya­yınlarında yer almıştır. Onun eğitim, kültür, siyaset ağır­lıklı düşünce yazıları ise Türk Yurdu, Ülkemiz, Selçuklu Araştırmaları, Önasya, Millî Kültür gibi dergilerde ve bazı gazetelerde çıkmıştır. Bunların bir bölümü Maarif Dâvamız (1986) ve Milli Kültür Dâvamız (1986) adları ile yayınlandı. Ayrıca; A.J. Toynbee' den aktardığı Dünya ve Garb = The World and the Wesl (1965) adlı bir de çevirisi bulunmak­ladır.
Prof. Dr. Emin Bilgiç'in bilim çalışmaları ve yöneticiliği daima anılacak değerdedir. Türk kültürü, milleti ve milliyetçiği onun çabaları ile pek çok değer kazan­mıştır.
Archivum Anatolicum = Anadolu Arşivleri adlı bilim der­gisi 1997'de yayınlanan 3. sayısını, "Emin Bilgiç Anı Kita­bı" adı ile, özel sayı olarak yayınladı. İslâm Tarih, Sanal ve Kültür Araştırmaları Vakfı (İŞAR) da bir Emin Bilgiç: Hatıra Kitabı (2000) çıkardı.
1.       İkinci oğlu Sait Bilgiç hem ünlü 'Irkçılık-Turancılık Dâvâsı'nın 24 sanığından biri, hem başka bir devlet terörü sonunda kapatılan Türk Milliyetçiler Derneği'nin genel başkanı, hem DP Isparta milletvekili olarak ünlü Yassıada Dâvaları’nın sanığı, hem de iyi bir avukat ve ya­zardı. Üçüncü oğlu Saadettin Bilgiç, kadın-doğum hastalıkları uzmanı bir hekim ve uzun süre milletvekilliğinin ardından bir süre ulaştır­ma bakanı olarak hizmette bulunmuş önemli bir siyasetçidir. Türk Milliyetçiler Derneği Dâvası’ nın sanıklarından olan dördüncü oğlu Süreyya Bilgiç'i ise, hayata genç bir hukukçu olarak adım attığı bir dö­nemde uçmağa uğurladık.
2.       Basımevimizde dizip bastığımız o iki kitabın adlarını şimdi hatırlamıyorum. Bende olan nüshalarını da, kitaplarım kutular için­
de, depoda saklama zorunluluğundan ötürü, bulamıyorum. Bu yüzden adlarını verme imkânım yok.
3.       Kitap 30.000 (otuz bin) adet basılmış, sol basının hayli tepkisini çek­miş; kısa bir sürede de tükenmişti.
4.       Yunanistan, Bulgaristan, Romanya, Yugoslavya ve Macaristan.
5.       Bu eserin ilk cildi E. Bilgiç'in ikinci müsteşarlığı sırasında basılırken, 1977'de iktidarın değişmesi ile basılması durdurulmuştu. Eserin basılıp yayınlanması, sonraki yıllarda, İstanbul Fetih Cemiyeti’nce gerçekleştirildi.
6.       Bu yatıyı hazırlarken bu eserlerdeki bilgilerden çok yararlandık. Hazırlayanların himmeti var olsun!
KAYNAKÇA:
SEFERCİOĞLU, N. (2005). Tanıdığım Ünlü Türkçüler. İstanbul: Ötüken Neşriyat

Gökdemir, Ayvaz

AYVAZ AĞABEYİM
Cezmi BAYRAM
Türk Yurdu Dergisi, Mayıs 2008, Cilt:28, Sayı:249
          1973 yılı Eylül ayında Ankara’ya, Yüksek Öğretmen Okulu’na geldim. Okuduğum Yeni İstanbul Gazetesi, Toprak ve Orkun dergilerinden tanıdığım ve Ankara’da olduğunu zannettiğim şahsiyetleri aramaya başladım. Millî Kütüphanede rahmetli Necdet Sançar’ı bir Çarşamba günü öğleden sonra ziyaret ettim. Beni Üniversiteliler Kültür Kulübüne yönlendirdi. Ankara’nın yabancısı olduğum için Millî Kütüphane’nin çok yakınında olmasına rağmen, biraz da çekingenliğimden, bulamadım. Ertesi hafta Hocayı tekrar ziyaret ettim. Kulübü bulamadığımı söyledim. Felçli ve bastonla yürümesine rağmen beni kendisi götürdü ve o gün nöbetçi olan Kerkük’ün büyük şehidi Nejdet Koçak Ağabeyime teslim etti. Nejdet Ağabey Yüksek Öğretmenli olduğumu öğrenince, hemen Ayvaz’ı tanıyor musun dedi. Tanımıyordum. Onunla tanış dedi. Kulübün faaliyet günlerini söyledi. Hazırlık Sınıfları - bizim kısmımız- ile Fakülteler ayrı binalardaydı. Ancak yemeklerde beraber olma şansımız vardı. Bir hafta uğraşmama rağmen Ayvaz Ağabeyimi tanıyamadım. Bir hafta sonra Kulüpteki seminere geldim. Yeni olmama rağmen bir kaç kere söze girip konuştum. Ben güzel konuştuğum için tekrar tekrar söz verildiğini düşünüyordum. Meğer bu ağabeylerimin bir taktiği imiş. Beni kazanmak için öyle yapıyor, beni adam yerine koyuyorlarmış. Nede olsa 17 yaşındayım ve daha küçük görünüyordum.  Sohbet sonunda henüz tanışmadığımız Ayvaz Ağabey’im ilk defa gördüğü, fakat oranın eski bir müdavimi gibi davranan, çok konuşan çocuğun kim olduğunu öğrenmek istemiş.  Böylece tanıştırıldık. 1973 yılı Ekim ayıydı. O günden bu yana tam kırk beş yıl, hem ağabeyim, hem yol hocam oldu. Ben onun kardeşiydim. Hem de kan kardeşinden daha yakın. Hem Ayvaz Ağabeyimin, hem de ilk tanıştığımda yanında gördüğüm, uçmağa varana kadar da yanında olan Sevgi Ablamın...

Geçen 45 yılı anlatmak kolay değildir. İlk günden itibaren güzel konuşuyordu. Sarih bir mantık silsilesiyle olayları yorumlayışına gıpta ederdik. Henüz 21 yaşındaydı ama ölçüleri sağlamdı. O yaşta bilgisi kitabî değildi. Okunmuş, yoğrulmuş, şahsîleştirilmişti. Güzel ve hiç gramer hatası yapmadan konuşurdu. Muhataplarının hatasını da hemen düzeltirdi. Biz küçükler, konuşmamıza dikkat ettiğimiz gibi, yaşıtları da onun ağabeyleri de ifadelerine dikkat ederdi. Edebiyat öğretmenliği sadece sınıfta değil, hayatının her safhasında, tabii bir hal olarak yaptığı işti. Söylediklerimiz hakkında aferin almak bir yana, tenkidine mâruz kalmamak bahtiyarlıktı. Ben bugün mümkün olduğu kadar az hata ile konuşuyor ve yazıyorsam, bunu ondan çekinmeme ve Galip Ağabeyime borçluyum.

Mezuniyetine kadar Yüksek öğretmenli milliyetçi öğrenicilerin lideriydi. Kendisinden sonra bayrağı ben devraldım. İlk öğretmenliğini Kayseri’de yaptı. Okul dönemimiz iki yıl sürmüştü. Kayseri’deyken mektuplaşırdık. Orada ziyaret de ettik. İlk defa hayretle müşahede ettim ki uzun süre fiziken ayrı kalmamıza rağmen olayları değerlendirmede tam bir uyum içindeydik. Bu hal diğer ağabeyler için de geçerlidir. Her birimiz ayrı şahsiyetler olmamıza, farklılıklara önem vermemize rağmen, temel meselelerde hiç de farkı düşünmüyor ve tavır koymuyorduk. Bu durum bizim dışımızdakilerin de hayranlık ve gıpta ile hatta biraz da kıskançlıkla takip ettikleri güzel hallerimizden biri idi.

Önce Yüksek Öğretmende, sonra Dernek’te –Kulüp artık Üniversiteliler Kültür Derneği olmuştu- neşrettiğimiz OCAK Dergisi’ne Kayseri’den gönderdiği “Erken Kifayet Duygusu” b.aşlıklı yazı büyük yankı yaptı, çok etkili oldu. Bugün de tazeliğini ve önemini muhafaza eden bir yazıdır. Bir kaç kitap okuduktan sonra kendini büyümüş hisseden gençlerin düştüğü hâli anlatır.

Liderlik karizması olduğu için gittiği her yerde kutup yıldızı gibi olmuştur. Gazi Eğitim Enstitüsüne öğretmen olarak gelmesiyle fiziki ayrılığımız son buldu. Gönül birliği hiç kopmayan dostlarıyla artık fiziken de beraberdi. Memleketimizin sıkıntılı dönemi idi. Fikir münakaşalarının yerini silâhlar almıştı. Biz fikir faaliyetlerinin aralıksız devam etmesi gerektiği inancıyla gayretimize devam ettik. Birinci MC hükümeti kurulunca ben Ülkü-Bir’in Genel Başkan Yardımcısı, o yönetim kurulundaydı. Dernek olarak onun Öğretmen Okulları Genel Müdürü olmasını kararlaştırdık. Uzun v e zorlu bir mücadele ve gayretin sonunda, maksadımız hâsıl oldu. Ancak belki bunun gerçekleşme hikâyesini de ayrıca yazmak mümkün olur. Çok ibretlidir.

Henüz 33 yaşındaydı ve kısa bir lise müdür yardımcılığı dışında idarecilik tecrübesi yoktu. Bu durumu onun aleyhinde kullandılar. Ancak hizmetlerini, başarılarını görünce hemen hepsi mahcup oldu. Onun yaptıkları sonunda Türk Millî Eğitiminin öğretmen çehresi değişti. Kendisi ve ekibi büyük bir inançla, heyecanla hizmet verdiler. Düşmanları ona “Komando” lâkabını taktı. Bu kelimenin ilk plânda çağrıştırdığı hiçbir eylem içinde olmadı ama tam v e kâmil mânâda fikir ve düşünce mücahidi idi.  Öğretmen Okulları Genel Müdürlüğü Millî Eğitim tarihinde bir dönüm noktasıdır v e kelimenin gerçek mânâsıyla tam bir ihtilâl v e inkılâp etkisi yapmıştır. Doğrudan ilgi alanına girmemesine rağmen Türk Musikisinin mektepleşmesini de ilgili bütün bürokratların muhalefeti sebebiyle, o gerçekleştirmiştir.

Genel Müdürlüğünden sonra başka görevlerde de bulunmuştur. Çok kıymetli kitaplar yazmıştır. Bakanlık yapmıştır. Hayallerinin ve ideallerinin bakanlığını yapmıştır. Türk Dünyasından sorumlu olmuştur. Ancak, hiçbiri Genel Müdürlüğü kadar zihinlerde yer almamıştır. Bu bakımdan büyük Hakan 2. Mehmet’e benzer. O da genç yaşında v e saltanatının ilk yılarında İstanbul Fâtihi olmuştur ve sonra 28 yıl Büyük Hâkan olarak saltanat sürmüştür. Ama o hala İstanbul Fâtihidir. Ayvaz Ağabeyim de Genel Müdürlüğünde takılan lâkabı ile hâlâ  “Komando Ayvaz”dır.

Benim için yokluğuna ve fırçasından mahrumiyetine katlanmak zor. O Kürşad’ın, bütün büyük Türklerin ve en önemlisi “Kutlu “ bir doğumla dünyaya rahmet olarak gelen Peygamberin yanında yerini aldı.

Nur içinde yatsın ve mekânı cennet olsun.
*Dr. Türk Ocakları İstanbul Şubesi Başkanı

İleri, Tevfik

TEVFİK İLERİ’Yİ ANIYORUZ…
İskender OKUDAN
Demokrasi ve eğitim tarihimizin önde gelen bakanlarından Tevfik İleri’nin bu gün ölümünün 46. yıldönümü.
İleri, 1911 yılında Rize’nin Hemşin ilçesinde doğmuş, babası Hafız Celal Efendi, annesi Fatma Hanım’dır.
İleri, küçük yaşta ailesiyle birlikte İstanbul’a taşınarak, çocukluk ve gençlik yıllarını dedesinin yanında geçirmiştir.
Büyük Türk milliyetçisi İleri, hayatını ülkesi ve ülkülerine adamış, korkusuz bir dava adamıydı.
Özellikle üniversite yıllarındaki Türk milliyetçilik adına giriştiği mücadeleler takdire şayandır. Üniversite gençliğinin Tevfik Ağabeyi olarak ün yapmıştır.
O dönemdeki ülke sorunlarına dikkat çekmek için gençlik hareketlerini organize etmiş ve kendiside ön saflarda yer almıştır.
Demokrat Parti’den Samsun Milletvekili olarak TBMM’ye girdikten sonrada ülkesi ve milleti adına giriştiği mücadelelerine siyasi alanda da devam etmiştir.
Tevfik İleri, özellikle Milli Eğitim Bakanlığı dönemlerindeki çalışmalarıyla hep gündemde kalmıştır.
İleri, biri asil, ikisi vekil olmak üzere 3 dönem Milli Eğitim Bakanlığı görevinde bulunmuştur.
Eğitim alanındaki görüşleri ve yaptığı çalışmalarla eğitim tarihimizde önemli bir döneme damgasını vurmuştur.
Gerçekleştirdiği önemli çalışmalardan bazıları şunlardır.
            Şehir İlk Öğretmen Okulları ile Köy Enstitüleri “İlk Öğretmen Okulları” adı altında birleştirilmiştir.
İlköğretimin yaygınlaştırılması için yatılı ilkokullar ile korunmaya muhtaç çocuklar için yetiştirme yurtları açılmıştır.
Köylünün belini büken kendi okulunu yapma mükellefiyetine son verilerek, liselerin 4 yıla çıkarılması kararı uygulamaya konulmuştur.
Öğrenimlerini yarım bırakanlar ile çalışanlar için Akşam Liseleri ve Akşam Sanat Okulları açılmıştır.
Modern matematik ve fen programlarının geliştirilmesi çalışmaları yapılarak, liselerde Fen ve Edebiyat kolları ayrımına gidilmiştir.
İlk Öğretmen Okulu mezunlarına lise bitirme sınavlarına girme hakkı verilerek, alanları dışındaki yüksek öğretim kurumlarından tercih yapmaları sağlanmıştır.
Daha önceki dönemde program dışı okutulan din dersleri program içine alınarak, çok sayıda İmam Hatip Okulu açılmıştır.
Atatürk’ünde isteği olan doğu bölgesinde üniversite kurulması fikri, Erzurum Atatürk Üniversitesi olarak hayata geçirilerek, Orta Doğu Teknik Üniversitesinin kuruluşu gerçekleştirilmiştir.
Üniversitelere, daha nitelikte öğrenci almaları yönünde verdiği tercih yoklaması, Türkiye’deki üniversiteye giriş sınav sisteminin başlangıcı olmuştur.
Ders kitaplarının yazımı, ilan edilen bir program çerçevesinde serbest şahıslara bırakılmış, Türk kültür eserlerinden Türk klasikleri, Türk kültür eserleri serilerinin yayımı yapılmıştır.
Türk gençliğine önerilen kitap ve eserlerin yayımı yapılarak, Türk dilinin ilim dili olması yönünde büyük çaba harcamış, okul kitaplarındaki uydurma kelimelerin ayıklanması yönünde çalışmalar yapmıştır.
Tevfik İleri, 27 Mayıs 1960 tarihinde Türk Silahlı Kuvvetlerinin yönetime el koymasıyla, Demokrat Partinin diğer mensuplarıyla birlikte tutuklanarak önce Harp Okuluna oraradan Yassıada’ya gönderilmiştir.
Burada yapılan yargılama sonucunda idam cezasına çarptırılmış, ancak daha sonra hafifletici nedenler göz önünde bulundurularak cezası müebbet hapse çevrilmiştir.
Yassıada’dan Kayseri Cezaevine nakledilen İleri, burada hastalanmış ve tedavisi yapılmak üzere Ankara Hastanesine nakledilmişse de kurtarılamayarak 31.12.1961 tarihinde hayata veda etmiştir.
Büyük Türk milliyetçisi, Tevfik İleri’yi rahmet ve minnetle anıyoruz…


Milli Eğitim Bakanı Tevfik İLERİ - İskender OKUDAN
* Kitabını bilgisayarınıza indirebilirsiniz. (Sağ tıklayıp, gelen seçeneklerden "hedefi farklı kaydet"i tıklayınız.)
* E-kitabı görüntüleyebilmek için bilgisayarınızda
Adobe Reader programı olmalıdır. Yoksa, buraya tıklayarak indirebilirsiniz.

Kırımer, Cafer Seydahmet

CAFER SEYDAHMET KIRIMER’İN TÜRKÇÜLÜK ÜZERİNDEKİ GÖRÜŞLERİ
Doğu KARAOĞUZ
TÜRK YURDU, Cilt: 27, Sayı : 239, Temmuz 2007Dergimizin Ekim 2006 tarihli sayısında, 1940’lı yıllarda Zonguldak’ta yayınlanan ve bir sanat, edebiyat ve kültür dergisi olan “Doğu”yu okurlarımıza tanıtmıştık (1). Bu dergide, bir “Türkçülük Nedir?” anketi yapılmış ve zamanın bazı ünlü düşünürlerinin bu konudaki fikirleri alınmıştır (2). Ankete katılanlar, “Cafer Seydahmet Kırımer, Hamdullah Suphi Tanrıöver, Prof. Dr. Z. Fahri Fındıkoğlu, Prof. İsmail Hakkı Baltacıoğlu ve İsmail Habip Sevük’tür. Biz burada, okurlarımıza ilginç geleceği düşüncesiyle öncelikle, Cafer Seydahmet Kırımer’in bu konudaki görüşlerini sunmak istiyoruz.
Cafer Seydahmet Kırımer (1889–1960), uzun yıllar Türkiye’de yaşamış Kırım’lı bir Türkçü düşünür ve yazardır. Kırım’ın bağımsızlığının kazanılması yolunda yürütülen mücadelenin önderlerinden biridir. Doğum yeri, Kırım’ın Yalta şehrinin Kızıltaş köyü olup, İstanbul’da yaşama gözlerini kapamıştır.


Cafer Seydahmet Kırımer
Aslında zengin bir aileye mensup olan Kırımer, ilkokulu Kırım’da, orta ve liseyi ise İstanbul’da okudu. İstanbul’daki tahsili sırasında, bazı Türk milliyetçisi yazarların etkisi ile genç yaşta siyasetle ilgilenmeye başladı. II. Meşrutiyet’in ilânından (1908) sonra, üç arkadaşı ile İstanbul’da Kırım Talebe Cemiyeti’ni kurdu. Daha sonra Kırım’a giderek (1910) Kırım Türklerinin bağımsızlığı için çalıştı. Bir süre Paris’te, Hukuk Fakültesi’nde okuduktan (1911) sonra İstanbul’a döndü. İstanbul’da, Şahab Nezihi takma adıyla Türkçülük üzerine yazılar yazdı. O sırada yayınladığı bir kitap yüzünden, Babıâli tarafından hakkında kovuşturma açılınca, Paris’e kaçmak zorunda kaldı.1917 devriminden sonra, Akmescit’te, Kırım Müslümanları Merkez Komitesi’nin kurulmasına önderlik ett ve Moskova’da toplanan Rusya Müslümanları Kurultayı’na Kırım temsilcisi olarak katıldı. Kırım Halk Cumhuriyeti’nin kuruluşunda (1917) ve anayasasının hazırlanmasında etkin görevler aldı ve bir süre bu ülkede Dışişleri ve Millî Savunma Bakanlığı görevlerini yürüttü. Rusya’nın Kırım’ı işgâli üzerine tekrar İstanbul’a döndü; ancak buradan da Damat Ferid Paşa hükümetince sınır dışı edildi. Almanya’nın Kırım’ı işgâlinden sonra yurduna dönen Kırımer’in, 1921–22 kıtlık yıllarında, çalışmaları ile çeşitli ülkelerden yurduna yardım sağladığı bilinmektedir.
Daha sonra, yeniden İstanbul’a gelen ve uzun yıllar İstanbul’da kalan Kırımer’in, Kırımlı göçmenlerin Türkiye’ye alınmasında büyük etkisi olmuştur.


Cafer Seydahmet Kırımer (1932)
Cafer Seydahmet Kırımer, Kırım’ın bağımsızlığı ve Türkçülük yolunda büyük hizmetler vermiştir (3). Başlıca eserleri arasında, “Unutulmaz Gözyaşları” (1908), “Yirminci Asırda Tatar Millet-i Mazlûmesi” (1912) ve “Gaspıralı İsmail Bey” (1934) sayılabilir (4). Kırımer, ayrıca yurdumuzun çeşitli illerinde Türkçülük konusunda verdiği konferanslarla da tanınmaktadır (3). “Doğu” dergisinde de iki yazısı yayınlanan (5, 6) Kırımer’in 1920 yılından itibaren tuttuğu anı notlarının 1954–1960 yılları arasındaki bölümü, ölümünden 43 yıl sonra yayınlanmıştır (7).

Cafer Seydahmet Kırımer
Doğu dergisinde, “Türkçülüğün, Türkçülük esaslarının ve büyük ülkümüz için çalışma yollarının her yönden aydınlatılmasına hizmet etmek üzere bu anketin yapılmasını gerekli buluyoruz” önyazısı ile başlanan “Türkçülük Nedir?”  anketine, Cafer Seydahmet Kırımer’in, Mart 1943 tarihinde gönderdiği yazıyı aşağıda sunuyoruz  (Yazıdaki bazı eski sözcükler, günümüz Türkçesine çevrilmiştir):
“Türkçülük hakkında düzenlediğiniz faydalı ve lüzumlu ankete, benim de cevap vermekliğimi arzu etmişsiniz. Konunun önemi açıktır. Bana, bu ağır ve nazik suallere yetkili zatların verdikleri cevapları okumak düşerdi. Israrlarınızı kıramadığımdan, ben de bazı düşüncelerimi kısaca yazıyorum:”
Türkçülükten anladığınız nedir?
“Bu soruya, Türkçülüğün geçirdiği gelişime uygun olarak şöyle cevap verebiliriz: Türkçülük, Türklerin kendi ulusal benliklerini bulmalarıdır. Türkçülük, Türklerin kültür birliklerini kavramaları ve kuvvetlendirmeleridir. Türkçülük, Türklerin kültürel ve siyasî birlik ülküleridir. Türkçülük ülküsünü, iş ve amaç bakımından daha açık olarak, “Büyük Türk milletinin kurtulmasını, birleşmesini, yükselmesini sağlamaya temel olan ulusal bir fikir akımıdır” diye tanımlayabiliriz.”
En eski Türkçülük izleri hangi tarihte görülür? En bilinçli Türkçülük hareketi ne zaman başlamıştır?
“En eski Türkçülük izleri ve tarihi kesinlikle kestirilemez. Fakat kanımca, milattan 201 yıl önce Çin Sındığı savaşını kazanmış olan Mete’yi ilk Türkçü kahraman olarak tanıyabiliriz. General Ömer Hâlis Bıyıktay’ın, 1935 yılında yayınlanan “Mete’nin Çin Sındığı Savaşı” kitabında, Mete’nin şu sözlerine yer veriliyor: “Bütün Türkleri bir devlet hâlinde, bir bayrak altında toplamak, her Türk’ü sağlam, bilgili ve zengin yapmak (8)”. İşte hepimizin benliğini sarsacak ve yolumuzu aydınlatacak biricik ülkü budur, bu olacaktır.  
Göktürklerden, VIII. yüzyıldan kalma Orhun ve Tola kitabelerini de, Prof. Rashony’nin  “Dünya Tarihinde Türklük” (1942) kitabında belirttiği gibi, “Her satırında ulusal duygular akseden” (9)  ve yurdu, ulusu, imparatorluğu korumak, Türk ulusunun mahvolmayacağına kutsal bir imanla inanmak amacını canlandıran bu eserleri de Türkçülük ülküsünün ebedî abideleri saymak yerinde olur.
Türkçülüğün tarihî gelişimi incelenirken de, Türkçülükle Türkoloji’nin veya Türkiye’nin karıştırılmaması gerekir. Ne kültür ve ne de bunun incelenmesi Türkçülük demek değildir. Bunların ulusal endişe ile yoğrulmaları, ulusal ülküye bağlanmaları ile Türkçülük canlandı. “Ulusal ülküye” diyoruz, çünkü Türkçülük ülküsünün geniş ve kapsamlı olması, yâni bütün Türk milletini kavraması şarttır.
Türkçülük, kabileciliği ve bölgeciliği reddeder. Yalnız siyasî bakımdan değil, bilhassa kültür bakımından da Türk milletinin en sağlam, en yüksek gelişimi ancak Türkçülükle sağlanabileceğinden, Türkçülük, ulusal varlığı, ulusal bünyeyi parçalamayı amaçlayan bölgeciliği kendi ruhuna ve amacına karşı giden en kötü düşman olarak tanır. Ancak, ilim sahasında kalmayan, bir bölge çerçevesi içinde bocalamayan, tüm Türklerin bir millet olduğuna inanarak bunun yazgısı üzerinde endişe ile titreyen Türkçülük ülküsünün XIX. yüzyılın sonlarında canlandığını kabul edebiliriz.”
Bizdeki Türkçülük hareketiyle ırkçılık cereyanı aynı mıdır, farkları nedir?
“Bence, anketin en önemli ve bu sıralarda bilhassa üzerinde duyarlıkla durulması gereken sorusu budur.
Türkçülük cereyanını baltalamak isteyen hareketler, sırasıyla, bizde İslâmcılık, Osmanlıcılık, kuzeyde Tatarcılık, Başkurtçuluk gibi cereyanlardır. Türkçülerin amacı, bütün Türklerin bir millet olduğunu veya olması gerektiğini kanıtlamak ve bunu sağlamaktı. Buna karşı dün din ve kabile esaslarına dayananlar, nasıl dış düşman kuvvetlerine dayanmaksızın tutunamamışlarsa, bugün de Türkçülüğü ırkçılığa sürüklemek isteyenler öylece tutunamayacaklardır.
Türklerin bir ırk olduğunu kanıtlamaya, ırk birliği için bir ülküye ne gerek var? Irk, kana ve anatomiye dayanan bir özellik olduğuna göre, bu, tarihin yarattığı, yürüttüğü bir şeydir. Fikrin, ülkünün bu işteki rolü, bunu bir îmana bağlamaktır.   
Bütün Türklerin hem kültürlerini tam olarak geliştirmeleri ve hem de yazgılarını en
sağlam iktisâdi ve siyasî bir temele dayandırmaları hangi esasla sağlanır? Irkla mı, milletle mi?.
Eğer Türkler arasındaki bağlılığı yalnız ırk birliğinde görürsek, Türk âleminin İslavlar gibi ayrı milletlere bölünmelerine yol açmış olmaz mıyız?.
Acaba, Türkler arasındaki kültür yakınlığı, dil birliği, bunlardan da daha önemli olarak, yazgısını ve geleceğini temin endişesinin bulunması, bütün Türklerin bir millet olmalarına esas olmaz mı?.
Irkçılık yapan bazı milletler, ulusal birliklerini kurmak için ve hatta bunun büyük bir kısmını başardıktan sonra gelişimlerini sürdürmek için, ulusal benliklerini kurmuş ırkdaşları ile bağlılıklarını kuvvetlendirmek üzere, ırkçılığı bir esas olarak tanıdılar ve bunu işliyorlar.
Daha ulusal birliğimizi kurmamış olduğumuz bir sırada bizim ırkçılık cereyanına kapılmamız, hem büyük Türkçülüğü ve hem de her bölgedeki ulusal bünyemizi parçalamaktan, sarsmaktan başka hiç bir sonuç veremez.
Eğer ırkçılık esas olarak alınırsa, her Türk ilinin iç bünyesi de çözülür. Kan kavgaları ile gereksiz ve zararlı parçalanmalara yol açılır. Bu, olumlu  işten ayrılmamıza, olumsuz  çekişmelere düşmemize neden olur.
Irkçılıkla ancak bilimsel bir konu olarak uğraşmak, Türk ırkının antropoloji bakımından orta ve güney Avrupa’daki, İran, Afganistan, Çin, Hindistan ve Moğolistan’daki etkilerini incelemek elbette faydalıdır. Irkçılık bu sahada kaldıkça, Türk milliyetçiliğine kuvvet verir, ufuk açar.
Türkçülük, Türk milliyetçiliğidir. Dili dilime uyan ve bir millet olarak yükselmek isteyen bütün Türklerin, bir millet olmalarını dilemekten başka amaçları yoktur. Hangi bakımdan incelenirse incelensin, Türklüğün kültürel ve siyasal yazgısı ancak ulusal temelde birliğe götürülmekle tam gelişimini bulabilir ve Türkler nicelik ve nitelikçe tarihlerine lâyık bir varlık olabilirler.”    
Türkçüye göre, batılılaşmaktan amaç nedir? Din terbiyesi hakkındaki düşünceleriniz?
“Bu iki soruyu birleştirmekte yarar gördüm. Ne batılılaşmak, ne de din bize Türklüğümüzü unutturmamalıdır. Ulusal ülkümüz, ne Batı ve ne de İslâm kozmopolitliği ile kuvvetinden, özelliğinden fedakârlıkta bulunmamalıdır.
Batının tekniğini almamız zorunludur; başka türlü yaşayamayız. Bir millet olabilecek bütün Türklerin büyük kısmının İslâm dininde olması, dinimize karşı olmamamızı emreder. Dinsiz bir toplum olamaz.
Türk inkılâbının laikliği kabûlü, Türkçülük bakımından da en zorunlu bir işti. Bu, Türkler arasındaki mezhep farklarının, zararlarının önüne geçmeye de olanak verecek bir esastır. Dini devletten ayırmak, taassuba (bağnazlığa) karşı amansız bir mücadeleye girişmek, Türklüğü dinsizliğe karşı sürüklemek dinsizlik değildir. Devlete ve Türkçülüğe zarar getirmemek şartıyla, Türklüğün dine bağlılığının sağlanması gereklidir.”
Milletimizi çağdaş medeniyetin üstüne çıkaracak olan Türkçülüğün ne gibi esaslar üzerine kurulması gerekir? Bir Türkçünün esas görevleri nelerdir?
“Çağdaş medeniyetin üstüne çıkmak değil de atbaşı beraber gitmek için de her millette olduğu gibi bizde de ilk şart, ulusal birliğimizin gerçekleştirilmesidir. Bu kurulmadıkça, nicelik ve nitelikçe medeniyet ve siyaset terazisinde ağır basmamız mümkün değildir. Hatta var olup, kalmamız da güçtür.
Bunun için de bugünkü Türkçü neslin görevi, Türk milletinin birliğini dileyen Türkçülük idealini canlandırmak ve benimsetmektir.
Her ideal gibi Türkçülük de bilime ve karaktere dayanır. Bu idealin yolcusu, yalnız iyi niyetle olumlu bir iş göremez. Yalnız Türk’ü, Türklüğü sevmek ve onun selâmetini dilemek yeterli değildir. Yalnız “Türk efendi millettir” demekle de, milletimiz her sahada “efendi” mevkiine yükselemez. Bunun için, bilim, feragat, sebat ve cesaret ister.
Bütün Türklük dünyasında, Türkçülük ideali için, her ilimizde böyle hazırlıklı, manevî bir kadro bulunursa, milletimizin ulaşamayacağı hiç bir hedef yoktur.”


“Türkçülük Nedir?” anketinin yapıldığı “Doğu” dergisi (1942–1950)
KAYNAKLAR:
1.       Doğu Karaoğuz: “Türkçülüğün Zonguldak’tan Yükselen Sesi: 1940’lı Yılların Doğu Dergisi”; “Türk Yurdu” dergisi, Sayı:230, Eylül 2006, s.59.
2.       “Doğu” dergisi: “Türkçülük Nedir Anketine Cafer Seydahmet Kırımer’in Karşılığı”, Sayı:7-8, Mayıs-Haziran 1943, s.17.
3.       Ömer Özcan: Cafer Seydahmet Kırımer’in Günlüğünde Zonguldak”; “Emel’imiz Kırım” dergisi, Sayı:54, Şubat 2006, s.4.
4.        Cafer Seydahmet Kırımer: Anabritannica Ansiklopedisi: Cilt:13, s.263.
5.       Cafer Seydahmet Kırımer: “”Harp ve Türkçülük”, Doğu dergisi, Sayı:1, İlkteşrin 1942, s.17.
6.       Cafer Seydahmet Kırımer: “Bizde İdeal ve İdeoloji Buhranı Var Mıdır?”, Doğu dergisi, Sayı: 16-17, Şubat-Mart 1944, s.5.
7.       İsmail Otar - Ömer Özcan: “Cafer Seydahmet Kırımer’in Günlüğü”, Polatlı Kırım Türkleri Kültür ve Dayanışma Derneği Yayını, 2003.
8.       Ömer Halis Bıyıktay: “Mete’nin Çin Sındığı Savaşı”, Askerî Matbaa, İstanbul, 1935.
9.       Prof. Rashony: “Dünya Tarihinde Türklük”, Ankara, 1942. s.89.
http://www.turkocagi.org.tr/modules.php?name=Izbirakanlar&pa=showpage&pid=17

Ülkütaşır, Mehmet Şakir

MEHMET ŞAKİR ÜLKÜTAŞIR (1894-.30 Mayıs 1981)
Necmeddin SEFERCİOĞLU
TÜRK YURDU, Cilt: 27, Sayı : 239, Temmuz 2007
Ülkemizin en çalışkan halkbilimci ve yazarlarından biri idi. Genç yaşında başlayan araştırma ve yazı hayatı aynı düzenlilikle ömrünün sonuna kadar sürdü. Bir Türkçü olarak yetişmiş ve bu ülküyü taşımaktan daima mutluluk duymuştu.

* * *
Mehmet Şakir Ülkü taşır, 1894, İstanbul doğumludur. Babası Simkeşhane Başkâtipliği yapmış olan Hüsnü efendidir. Küçük yaşlarında babasını, ilk gençlik yıllarında da annesini yitirdi.
Numûne-i Terakki İlk mektebinden sonra lise düzeyinde eğitim veren ve ‘tabip muavini (sağlık memuru)’ yetiştiren bir okulu bitirdi. I. Dünya Savaşının sonlarına doğru, İstanbul Dârülfünunu’nda açılan serbest tarih, felsefe, ruhiyat ve edebiyat derslerini izledi.
Çalışma hayatına öğretmenlikle başladı: 1915-18’deki Maraş İdadisi öğretmenliği sırasında yörenin halkbilimine ilişkin araştırmalarda bulundu. Mondros Ateşkes Anlaşmasından sonra İnebolu yoluyla Anadolu’ya geçti ve kurtuluş mücadelesine katıldı. 1928 yılında İstanbul’da kurulan Türk Halk Bilgisi Derneği’nin muhabir üyeliğine seçildi ve o derneğin yayın organı Halk Bilgisi Haberleri dergisine yazılar yazdı. O arada Sinop ve Samsun’da memurluk yaptı. 1933 yılı başında kurulan Türk Dili Tetkik Cemiyeti (Türk Dil Kurumu)’nda ‘Derleme Kolu yardımcısı’ olarak görev aldı ve Ankara’ya yerleşti. Emekli olduğu 1963 yılına kadar TKD’ de uzman olarak çalıştı. Uçmağa 31 Mayıs 1981 günü, emekli olduktan sonra göçtüğü İstanbul’da vardı.

* * *
Onunla 1950’li yıllarda tanıştığımı hatırlıyorum. Uzunca boylu, zayıf biriydi. Konuşmaktan çok hoşlanırdı. Coşkulu konuşurdu; konuşurken de sesini yükseltirdi. Bu durum, özellikle Türk Dil Kurumunda hoş görüntüler ortaya çıkarırdı. Derleme Kolu Odasındaki ziyaretlerimde bu duruma sıklıkla tanık olurdum. Aynı odada birlikte çalıştıkları Abdülkadir İnan Hoca onun konuşmalarına sessizce güler, kol şefi gözlüğünün üstünden hayretle bakardı. Kendisini birkaç kez de Cebeci Stadyumunun yakınındaki evinde ziyaret etmiştim. Çok konuksever, mükrim bir insandı. Olayları Türkçü gözüyle değerlendirir, aksine tavırları şiddetle eleştirir, o tavırları sergileyenleri zarif biçimde kalaylardı.
* * *
Gençliğinden başlayarak toplum çalışmalarına büyük ilgi göstermiş ve katılmıştı. 1913’te Türk Ocağı’na girdi O dönemde Türk Derneği, Türk Yurdu, İkdam, Türk Sözü gibi gazete ve dergilerin, Ocak’taki etkinliklerin etkisi ile “Türkçülük” ülküsünü benimsedi. Daha sonraki yıllarda Türk Folklor Araştırmaları Kurumu’nun, Türk Dil Kurumu’nun, Halkevlerinin, Türk Folklor ve Etnografya Derneği’nin kurucu ve etkin üyelerinden oldu.
Çok verimli bir yazı hayatı vardı. On dört gazete ve Halkbilgisi Haberleri, Türk Folklor Araştırmaları Dergisi, Türk Etnografya Dergisi, Sivas Folkloru, Kemalizm, Eğitim-Öğretim, Millî Kültür, Türk Kültürü’nün de aralarında bulunduğu altmış dergide; yıllıklarda; İslâm-Türk, Aylık, Türk, Türk Dili ve Edebiyatı
adlı ansiklopedilerde birçok yazısı yayınlandı.
Başlıca eserleri: Sinop’ta Candar Oğulları Zamanına ait Tarihî Eserler (1934), Türk Halkbilgisine ait Araştırmalar (1938), Cevdet Paşa: Hayatı, Şahsiyeti, Eserleri (1945), Uluğ Bey (1946), Babür Şah (1946), Büyük Türk Dilcisi Kaşgarlı Mahmud: Hayatı, Şahsiyeti, Divanü Lûgat’ı (1946, 1972), Kaşgarlı Mahmut  (1962), Nasreddin Hoca (1946), Meşhur Türk İmparatoriçeleri (1948), Sivastopol Harbi (1948), Türk ve İslâm Geleneğinde Ağaç (1963), Atatürk ve Harf Devrimi (1973, 1981, 1991, 2000), Cumhuriyetle
Birlikte Türkiye’de Folklor ve Etnografya Çalışmaları (1973).

* * *
Eser ve yazıları ile milletimize değerli hizmetlerde bulunmuş, alçak gönüllü bir Türkçü olan Mehmet Şakir Ülkütaşır’ı Tanrı’nın yarlıgamasını diliyorum.
http://www.turkocagi.org.tr/modules.php?name=Izbirakanlar&pa=showpage&pid=16

Karauğuz, Tahir Akın

TAHİR AKIN KARAUĞUZ
Ömer ÖZCAN
Taşrada yaşamasına rağmen çalışmalarıyla Türkçülük tarihinde önemli bir yer işgal eden mümtaz simalardan biri de Tahir Akın Karauğuz'dur. Uzun ömrünün son demlerine kadar muhafaza ettiği heyecanı ile Türkçülük vadisindeki çalışmalarını sürdüren Karauğuz eskilerin hezarfen tabir ettikleri şahsiyetlerdendir.
Hayatı, Ailesi ve Tahsil Dönemi
Resmi nüfusa kayıtlı adıyla Tahir Karauğuz 1898 yılında bugünkü idari bölünme ile Karabük'e bağlanan Safranbolu ilçesinde doğmuştur. Babası , 'Karakullukçuoğlu ' namıyla bilinen bir aileye mensup olan saraç ustası Mehmet Hilmi Gürol, annesi ise aynı mahallin tanınmış ailelerinden Emin Efendi'nin kızı Şükriye Hanım'dır. Bugün bazıları hayatta olmayan üç kız ve iki erkek kardeşi daha vardır. Kız kardeşlerinden Melahat Hanım orman mühendisi olan Kayserili Fazıl Hisarcıklılar ile evlenmiştir. Fazıl Hisarcıklılar 1944 Milliyetçilik Olayı'nda yedek subay olarak görev yapmakta iken tutuklanarak yargılanan isimlerden biridir. Annesini çok küçük yaşta kaybetmiştir. İlkokulu ve ortaokulu Safranbolu'da tamamladıktan sonra lise öğrenimi için ailesi tarafından Kastamonu'ya gönderildi .(1) O sırada Anadolu'da bulunan az sayıdaki liselerin arasında temayüz etmiş bulunan Kastamonu Sultanisi'nin öğretim kadrosu içinde Türk fikir hayatının seçkin kalemleri bulunmakta idi. Öğretmenleri arasında, Çankırılı Ahmet Talat (Onay) , İsmail Hakkı (Uzunçarşılı) , Hasan Fehmi(Turgal) , İsmail Habib (Sevük)  gibi gelecekte yazar ve tarihçi olarak ünlenecek önemli isimler vardır. Ahmet Talat, Kastamonu'daki görevi esnasında Tiraje isimli haftalık bir edebiyat dergisi neşretmiştir. (2) Edebiyat öğretmeni İsmail Habib'in edebiyat kültürünün gelişmesinde önemli tesiri olmuştur. Arkadaşlarının birer ikişer askere alınması üzerine 1916 yılında gönüllü olarak askere gitti. İhtiyat Zabitleri Talimgâhı’nı tamamladıktan sonra yedek subay olarak Karadeniz bölgesindeki 5. Kolordu, 14. Fırka, 526 sayılı Sahil Muhafaza Piyade Taburu'nda emir subayı ve bölük kumandan vekilliği görevlerinde bulundu. Firari ve eşkıya takibinde bulunan birliği ' Yıldırım Bey Müfrezesi'  unvanı ile anılmaya başlandı. 1918'de ihtiyat mülazimisani rütbesi ile terhis olundu. (3)Lise son sınıfta yarım kalan tahsilini tamamlamak üzere Kastamonu'ya dönerek 1919'da edebiyat şubesinden mezun oldu. (4) Zonguldak'ı daimi ikametgâh olarak seçerek yerleşip ve önde gelen simaları arasına girdikten sonra,  müstakbel eşini de aynı yerden seçti. Şehrin tanınmış sakinlerinden Mustafa Barlı'nın kızı Hacer Hanım'la (1907 d. ) 1928 yılında evlenmiştir. Çağlayan (1929-1992) ile Doğu (d. 1941)  isimli iki erkek çocuk sahibi olmuştur.  İTÜ Mühendislik Fakültesi mezunu olan Çağlayan İTÜ’den Petrol Yüksek Mühendisi olarak mezun olan Doğu Karauğuz bütün meslek hayatını Türkiye Petrolleri A. Ş.’de geçirmiş, 2002 yılında emekli olmuş, halen sağ bulunan annesi ve ailesiyle birlikte Ankara'da ikamet etmektedir. Tahir Karauğuz’un her iki oğlundan birer erkek torunu bulunmaktadır. 4 Haziran 1982 tarihinde İstanbul'da vefat etmiştir. Cenazesi 6.6.1982 günü Şişli Camii'nde kılınan öğle namazını müteakip Aşiyan Kabristanı’nda toprağa verilmiştir. (5) Ölümü üzerine İstanbul ve taşra basınında hayatı ve çalışmaları hakkında bilgi verilen çok sayıda yazı ve haber çıkmıştır. (6)  Şehre yaptığı hizmetlerden dolayı yayınevinin bir zamanlar bulunduğu caddeye Zonguldak Belediyesi tarafından 'Tahir Karauğuz Caddesi' adı verilmiştir.
Çalışma Hayatı 
Liseden mezun olduktan bir süre sonra memuriyete intisap edip bugün Bartın'a bağlı bir ilçe olan Ulus’a Nahiye Müdürü olarak tayin edildi. Nahiyeye bağlı 67 pare köyü tek tek dolaşarak halkın milli mücadeleyi desteklemesi yolunda çalıştı. Zonguldak'ta madencilik yapmakta olan dayısı Maksut Çivi’nin sürekli olarak yaptığı davet üzerine memuriyetten istifa etti. Dayısının Zonguldak ve Kozlu'da bulunan dört kömür ocağının mesul müdürü olarak çalışmıştır. Bu görevi ile birlikte Garp Cephesi Komutanlığı'na bağlı bulunan Zonguldak ve Kozlu bölgeleri Askeri Polis Müdürlüğü görevini de üstlenmiştir. Kısa bir süre de Akçakoca İskele ve Limanlar Kumandanlığı'nda görev yapmıştır. Yeni Türkiye'nin mimarlarından Yusuf Akçura Nisan 1921'de Mehmet Emin Yurdakul ile birlikte Karadeniz ve İnebolu yoluyla Ankara'ya gidip Kemalist harekette yerini almıştı. Birkaç ay sonra ihtiyat subayı olarak vazife alan Akçura'nın himayesine giren Karauğuz, Garp Cephesi Kumandanlığı'nın Matbuat ve İstihbarat Şubesi'nde teğmen olarak göreve başladı. Halide Edip(Adıvar) , Yakup Kadri (Karaosmanoğlu)  ve Yusuf Akçura'nın da içinde bulundukları   'Düşman Mezalimini Tespite Memur Edebi Heyet’te görevlendirildi. Heyetin hazırladığı kitapların Ankara'da basımını takip etmenin yanında istihbarat biriminin basınla ilişkilerini yürüttü. Vazifesinin bitiminde tayin olduğu Zonguldak’ta istihbarat subaylığını 1925 'e kadar sürdürdü. İlde aynı zamanda sivil idarenin Matbuat ve İstihbarat Müdürlüğü görevini de yerine getirmişti. Dayısının yardımlarıyla şehirde ilk matbaayı , ' Zonguldak Karaelmas Yazım ve Basımevi'ni kurmuştur. Bundan sonra serbest hayatta gazetecilik ve basım işleri ile uğraşmaya başlamıştır. Ticari hayatı yanında ortaokul Türkçe öğretmenliğinde de bulunmuştur. (7)  Yayıncılık faaliyeti sırasında değişik yıllarda irili, ufaklı çeşitli dergi ve kitapların yanı sıra gazeteciliği Zonguldak'ın çevresine yaymak istedi. Safranbolu, Amasra için uzun ömürlü olmayan gazeteler neşretti. Maddi menfaat beklemeden büyük bir gazetecilik sevgisi yürüttüğü bu çalışmalar sonucunda 1960'lı yıllarda ekonomik sıkıntılarla karşılaştı. Büyük borç yükü altına girmesi sonucunda matbaasını devrederek 1962 yılında, öğrenimleri dolayısıyla daha önce İstanbul’a giden çocuklarının yanına yerleşti. Burada da boş durmayarak daha önce eski harflerle neşredilen bazı kitapların yeni basımlarını yaptı. Kurduğu dernekler vasıtasıyla anma günleri tertipledi. Ailesinin geçimine katkı sağlamak gayesiyle sözleşmeli olarak 7.3.1975 ile 11.2.1977 tarihleri arasında o sırada İstanbul Topkapı'da bulunan Başbakanlık Osmanlı Arşivleri’nde görev yaptı.
Fikir ve Cemiyet Hayatı
Tahir Karauğuz, ilk şiirini küçük yaşta kaybettiği annesi için yazmıştır. Lise öğrenimi için gittiği Kastamonu’da canlı bir fikri ve edebi ortam bulmuştur. İsmail Habib'in tesiri altında kalmıştır. Lisede dil bilgisini güçlendiren, sanat anlayışını geliştiren öğretmenleri onun gelecekte takip edeceği fikri çizginin temellerini atmışlardır. Hayatı boyunca akide haline getirdiği fikri muhteva ile milli kültüre bağlı kalmış, bu yolda neşriyatta bulunmuştur. Kastamonu'da İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin bünyesinde kurulan Türk Gücü'ne kaydolduktan sonra vatan ve millet sevgisi ile yüklü şiirler terennüm etmeye başlamıştır. Gökalp’in üzerindeki tesiri sadece şiirle kalmamış, dilde yenileşmenin hararetli takipçisi olmuştur. Ömür boyu dilde Türkçecilik akımına sadık kalmıştır. O dönem münevverlerini izleyerek Abdülhak Hamid 'in Sardanapal'ında gördüğü  'Akın' mahlasını (8) seçmiş, babasından ayrı olarak, Türkçülüğünün tesiri ile Oğuz’un kendi yorumuna uygun şekilde  'Uğuz'  imlası ile ve yanına beldesinin sembolü olan kömürün rengi karayı eklemek suretiyle 'Karauğuz'u soyadı yazdırmıştır.    23 Aralık 1913 tarihli Kastamonu’da İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin organı olarak çıkan 'Köroğlu' gazetesinde basılan ilk makalesini, Safranbolulu hemşehrilerinin donanmaya yardımda gösterdikleri fedakârlığını övmek gayesiyle kaleme almıştır. I. Dünya Savaşı’ndan dönerek tahsiline devam ettiği Kastamonu’da kendini ateşli bir ortamın içinde buldu. Mustafa Kemal'in Samsun'a çıkmasından sonra milli mücadeleyi desteklemek gayesiyle iki genç arkadaşı Hüsnü (Açıksöz)  ve Ahmet Hamdi (Çelen)) ile birlikte Açıksöz gazetesini neşretmeye başladılar. Merkezi yönetime bağlı ve  'Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nın denetimi altındaki Kastamonu’da o sırada böyle bir gazetenin neşri oldukça güçtü.  Dayısının arkadaşı olan Vali İbrahim Hakkı Bey gerekli ruhsatın verilmesinde kolaylık gösterdi. Gazete İstanbul Hükümeti’nin taraftarı olan Zafer Gazetesi ile birlikte Vilayet Matbaası’nda basılarak 15 Haziran 1919 tarihinden itibaren çıkmaya başladı. İlk nüshada bulunan yazıların büyük çoğunluğu Tahir Karauğuz tarafından hazırlamıştı. Lise müdürü edebiyatçı Mehmet Behçet Yazar'ın da bir yazısı bu nüshada çıkmıştı. Gazete açıktan milli mücadeleyi desteklediğini belli etmişti. Gazetenin neşriyatı sonucunda şehrin milli mücadeleyi destekleyenler arasına katıldığı gazetenin 16 Eylül tarihli nüshasında duyurulmuştur.
Ulus'ta Nahiye Müdürlüğü görevi esnasında bütün köylerde 'Müdafaa-i Hukuk-u Milliye Cemiyeti’nin şubelerinin kurulmasını sağlamıştır. Zonguldak'ta çalışmaya başladığında gençleri etrafına toplayarak aynı cemiyetin şubesinin kurulmasını sağladı. Şehrin müftüsü ve gençlerle birlikte açtığı kampanya ile yerli ve yabancı maden şirketlerinin Maden İdaresi’nin tartısından geçen kömürlerden ton başına 2 lira bağış kesilerek Ankara Hükümeti’ne verilmesi sağlandı. Kömür havzasının meseleleri ile ilgili yazılarını Açıksöz'e göndermeye başladı. Hatta gazetenin 22 Ocak 1921 tarihli nüshası 'Zonguldak'a Mahsus Nüsha-i Mümtaze' olarak çıktı.
Vatan ve millet sevgisini ihtiva eden şiirleri Anadolu'nun çeşitli gazete ve dergilerinde neşredilmeye başlanmıştı. Çeşitli şiirlerini kitap haline getirerek, 1922 yılında 'Orduya Armağan' adıyla yayınladı. Kitabın sonunda bulunan 'Destan' adlı şiiri ,'Garb Cephesi Kumandanlığı'nca ayrıca bastırılarak birliklere dağıtılmıştı. 1922 yılında 'Orta Anadolu'da Yunan Faciaları' isimli kitabından sonra, 9 Mayıs 1922 tarihli bir mektup gönderen Mustafa Kemal  ;'Hissiyatı-i vataniyyelerinize teşekkür eder, hidemat-i milliyede mazhar-ı muvaffakiyet olmanızı temenni ederim.' demiştir. Karauğuz'un ilk kitaplarının neşrinden itibaren, başta Mustafa Kemal, İsmet İnönü, Fevzi Çakmak olmak üzere askeri erkân ile Türk edebiyatının seçkin simalarının kendisine gönderdikleri mektuplar ile her türlü muhavere notları oğlu Doğu Karauğuz'un nezdinde muhafaza edilmektedir.
Tahir Karauğuz'a , 'Mücadele-i Milliye'de Asar-i Hamaset ve Fedakarisinden'  dolayı, TBMM 'nin 23 Mayıs 1926 tarihli oturumunda alınan kararla 'beyaz şeritli' İstiklal Madalyası verildi. Daha sonra ,'Zonguldak Müdafaa-i Hukuk Aza-i Sabıkasından' dolayı, TBMM 'nin 26 Mayıs 1930 tarihli kararı ile İstiklal Madalyası'nın şeridi ' kırmızı'ya çevrildi.
Dayısının katkılarıyla ve onun 69 nolu maden ocağında şehrin ilk matbaasını 'Zonguldak Karaelmas Yazım ve Basımevi' adıyla kurdu. Türk basın tarihinde Zonguldak’ın ilk süreli yayını olan 'Zonguldak' gazetesi 23 Mart 1923 tarihinde bu basımevinde basıldı. 1923-953 yılları arasında 30 yıl süre iye yayın hayatında bulunan gazete kömür havzasının tarihini ihtiva etmenin yanında şiir ve sanata tahsis ettiği sahifelerinde Orhan Şaik Gökyay ve Behçet Kemal Çağlar’ın ilk edebi ürünlerine yer vermiştir.
Zonguldak Maden İşletmesi'nde çalışmaya gelen mühendisler arasında bulunan yabancıların 'Saint Barbe' gününü  'Madencilik Günü ' olarak kutlama temayülü belirmişti. Karauğuz Türk'e has bir kutlama günü tesis edilmesinden yana idi. Zamanın İşletme Müdürü Hüseyin Fehmi İmer ve yazar Ahmet Naim Çıladır 'ın katılımlarıyla üçlü bir komite teşkil edildi. Yapılan inceleme sonucunda Türkiye'de kömürün ilk olarak 1829 yılında Ereğli'nin Kestaneci Köyü’nde 'Uzun Mehmet ' tarafından bulunduğu ve  ' 8 Kasım ' gününün Zonguldak'ta 'Kömür Bayramı' olarak kutlanacağı valilik tarafından açıklandı. Bayram ilk defa 1932 yılında kutlanmaya başlandı.
Karauğuz Zonguldak'a ilk geldiğinde şehir Fransızların işgali altında idi. İşgal güçleri idari işlere karışmamakla birlikte yabancıların madenler üzerindeki çıkarlarını korumakla vazifeli idiler. Kömür işletmesi Fransız askeri gücünün kontrolü altındaydı. 21 Haziran 1921'de şehri terk etmişlerdir. Zonguldak Halkevi başkanı olduğu sırada Halkevleri Müfettişliği görevini yürüten Behçet Kemal Çağlar ile birlikte bir teklif hazırlayarak 21 Haziran tarihinin 'Kurtuluş Günü' olarak kutlanması talep edildi.  Teklifin kabul edilmesi üzerine şehrin kurtuluş günü halkevi tarafından düzenlenen şölenlerle ilk defa kutlandı.
Karauğuz yaptığı kesin neşriyat faaliyeti ile çevrenin kültürel değerlerinin tespiti yanında milli kültürün ülke çapında yaygınlaşması yolunda da gayret gösterdi. Zonguldak bölgesi maden ocaklarının varlığı sebebiyle bünyesinde yoğun bir işçi kesimi barındırmakta idi. İşçiler, yeraltı faaliyetinde bulunan TKP'nin de yoğun propagandası altında bulunmakta idi. Türkiye'de solun faaliyetleri üzerine yapılan araştırmalarda TKP’nin bölgedeki çalışmalarından bahsedilmektedir. Karauğuz, neşriyatı ve cemiyet çalışmaları ile bu tür faaliyetleri tesirsiz kılmaya gayret göstermiştir. Kırım Türklerinin Lideri ve Kırım Milli Merkezi'nin Başkanı Cafer Seydahmet Kırımer ile yakın dostluk ilişkileri kurmuştur. Kırımer, Zonguldak Halkevi, Zonguldak Maden Teknik Okulu ve Karabük'te verdiği konferanslarında konu olarak mahiyeti hakkında yeterli bilgiye vakıf olduğu bolşevizmi ele almıştır. Kırımer'in bu konferansları daha sonra kitap halinde neşredilmiştir .(9) Karauğuz'un taşrada yaptığı seviyeli ve muhtevalı neşriyat takdir edilmiştir. Bu gayretin farkında olan Milli Kütüphane’nin banisi Adnan Ötüken radyoda 'Kitap Sevenler Saatı' adı ile yaptığı programın 3 Ocak 1944 tarihindeki sunuşunda Doğu dergisinden söz etmiştir. Derginin milliyetçilik ve Türkçülük meselelerine ait değerli yazılarla memleketin bu köşesinde pek hayırlı olan faaliyetine ciddiyetle devam ettiğini, tanıtımını yaptığı sayıda Ziya Gökalp'e ait tanınmış imzaların yazıları ve son derece kıymetli vesikaların bulunduğunu belirtmiştir.  Türkiye'de Milli Şef Dönemi isimli iki ciltlik hacimli bir araştırmada II. Dünya Savaşı döneminde neşredilen Turancı yayınlar hakkında verilen bilgiye Doğu da dâhil edilmiştir. Derginin Kasım 1942'de yayın hayatına başladığı belirtildikten sonra yazı kadrosu içinde   'Cafer Seyid Ahmet (Edige) Kırımal 'ın da bulunduğu ifade edilmektedir .(10)  Karauğuz’un Türkçü çevrelerle ilişkisi ve dergisinde Türkçü önderlerin yazı ve şiirlerine sık sık yer vermesinin, kendisinin de bizatihi tek parti yönetiminin taşradaki mutemetlerinden olmasına rağmen belli çevrelerin tepkisini ve dikkat-i nazarlarını üstüne çektiği anlaşılıyor. II. Dünya Savaşı'nın sonlarına doğru savaşan taraflar arasında hâkimiyeti sağlama dengesinin Almanların aleyhine dönmesi üzerine, hükümetin Türkçüler arasında geniş bir tutuklama hareketinde bulunarak Sovyetlere şirin görünmeye niyetlendiği bu sahada araştırma yapanların üzerinde birleştikleri ortak bir noktadır. Yakın dönem siyasi tarih araştırmalarında verilen Türkçüler hakkındaki mutasavver tutuklama listesi taslaklarında dönemin siyaset ve fikir dünyasında dikkat çekici isimler bulunmaktadır. Listede Karauğuz’un adı ile birlikte yakın dostluk ilişkilerinin bulunduğu ve imzalarına dergilerinde yer verdiği Cafer Seydahmet Kırımer, Orhan Şaik Gökyay, Fethi Tevetoğlu, Hüseyin Namık Orkun, Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu 'nun isimleri de bulunmaktadır. (11) 3 Mayıs 1944 'te Atsız-Sabahattin Ali davasının duruşmasından sonra Ankara'da yüksek öğrenim gençliğinin yaptığı nümayişler üzerine önceden tasarlanan tutuklamalara başlandı. Hükümetin önceden tasarlanan listedeki önemli isimleri tutuklamaya cesaret edemediği için tutuklamaların kapsamını dar tutarak umumiyetle gençler ve bir iki orta yaşlı tanınmış isimle iktifa ettiği görüldü. Karauğuz'a dokunulmamakla birlikte eniştesi Fazıl Hisarcıklılar, Zonguldak M. Çelikel Lisesi Öğretmeni Ziya Özkaynak (12) , hemşehrisi ve o sırada Ankara Hukuk Fakültesi öğrencisi olan İsfendiyar Baruönü (13)  gözaltına alınanlar arasında bulunmakta idi. 1944 tutuklamalarından kısa bir süre önce yapılan ara seçimlerde Zonguldak’tan CHP listesinden Dr. Rebii Hikmet Barkın milletvekili seçilmiştir. Karauğuz yakın arkadaşı Barkın'ın milletvekili ve üstelik Zonguldak vilayetinin temsilcisi olarak seçilmesinden son derece mutlu olmuştur. Bu seçimi milli dava yolunda ilk zafer olarak gördüğünü ifade etmiştir. Barkın'ın fikirleri ve kişiliği ile Türkçü çevrelerde müspet tesir bırakan bir kimse olduğu anlaşılmaktadır .(14) 3 Mayıs hadisesinden sonra yargılama safhasında Atsız savunmasında yapılan gösterilerin kendisi tarafından değil, Rasih Kaplan, Reşat Şemsettin, Behçet Kemal, Rebii Barkın, Suud Kemal ve Tahsin Banguoğlu isimlerindeki milletvekillerinin şifahi telkinleri ile oluştuğunu belirtmiştir. (15) Bu ifadeden CHP grubunda Barkın’ın da aralarında bulunduğu Türkçü çizgide belli sayıda bir grup milletvekilinin bulunduğu kabul edilebilir. Karauğuz'un isminin böyle etkili bir dost çevresinin bulunmasına rağmen tutuklanmaları kararlaştırılanların listesinde bulunması dikkat çekicidir.
1940'lı ve 1950'li yıllarda Zonguldak'ta CHP İl Yönetimi’nde başkan ve üye olarak görev aldı. Aynı zamanda Halkevi Başkanlığı’nda bulundu. Yerel seçimlere katılarak İl Genel Meclisi ve İl Daimi Encümen üyeliği görevlerinde bulundu. Atatürk ve İnönü'ye duyduğu hayranlık parti çalışmalarına katılmasına sebep olmuştur. Tek parti döneminde siyasi ve sosyal faaliyetlerindeki etkinlikleri sonucunda etrafta zaman zaman milletvekili seçileceği yolunda kanaatler oluşmuştur. Milletvekili seçimlerine katılmak üzere bazı teşebbüslerde bulunduğu bir arkadaşına yazdığı mektuptaki ifadelerinden anlaşılmaktadır. 1944 seçimlerinin sonuçlarının belli olması üzerine kaleme aldığı bu mektubunda bundan sonra Doğu dergisinin neşriyatı ve (Orta-yüksek öğrenime yardım kurumu) işleri ile ilgileneceğini ifade etmiştir. Bu iki çalışmanın da Türkçülük için olduğunu, başka bir şey düşünmediğini, bu uğurda ne vazife düşerse, ne fedakârlık istenirse, canla başla gönüllü olacağını ifade etmiştir. Onu milli mücadelenin en hararetli yıllarından itibaren tanıyan Enver Behnan Şapolyo 26 Şubat 1950 tarihli bir yazısında :"İşte Tahir Karauğuz, Kuvayı Milliye ruhunun verdiği ateşle, Zonguldak şehrini Türkiye’nin irfan merkezi yaptı. Onun büyük hizmetini görenler, adını daima hayırla anacaklardır. Gönül arzu eder ki, Zonguldak’ın vatanseverleri, onu daha büyük vatan hizmetine seçsinler. Bu kadirşinaslığı ancak Zonguldak yapabilir. Onu sevenler, Zonguldaklılardan bunu bekliyorlar ." demek suretiyle siyasi beklentilere sözcülük yapma görevini yerine getirmiştir. Toplumun bütün kesimlerini alakadar eden sahalarda faaliyette bulunan bazı cemiyetlerin çalışmalarına katıldı. 20.8. 1946 tarihinde Vali Halid Aksoy, Rafet Güneş (Beden Eğ. Öğr. ) , İzzet Çakmaklı, Hakkı Gülerman, Mehmet Çelikel, Cemil Akalın (Vilayet encümeni mümeyyizi) ile birlikte Zonguldak Öğrenime Yardım Kurumu teşkil edildi. O dönemde şehirlerarası gidiş gelişin elverişli olmaması sebebiyle çevredeki fakir öğrencilerin tahsile devam edebilmelerine sağlamak üzere lisenin yanında 'Öğrenci Yatıevi' ünvanı ile bir yurt tesis etmiştir. Yurdun ihtiyaçları dernek tarafından karşılanmış, eğitim ve öğretim bakımından gerekli nezaret ise lise öğretmenleri tarafından yerine getirilmiştir. Dernek sayesinde çok sayıda öğrencinin lise ve yüksek öğrenim görmesi mümkün olmuştur. Zonguldak'ta eğitimin gelişmesi için büyük maddi katkılarda bulunan Mehmet Çelikel birlikte çalıştığı arkadaşı Karauğuz'u , 'El için kendini eskiten Tahir '  sözleriyle tarif etmiştir.
Karauğuz'un Gökalp’ın tesiri ile ilk gençlik yıllarından itibaren Türkçecilik akımının samimi bir taraftarı olarak hayatının bütün safhalarında aşırılığa kaçmamak kaydıyla dilde sadeleşmenin sağlanmasına çalıştığı bilinmektedir. Bu sahadaki çalışmaları kitap neşriyatıyla kalmamış yeri geldikçe gazete ve dergilerde makaleler neşretmiştir. Doğu'nun 24-25.  sayılarında   'Ay adları ve Anayasa'nın Türkçeliği' başlıklı bir makalesi çıkmıştır. Bu makalesinden dolayı Ulus gazetesinde kendisinden söz edilerek tebrik edilmiş, dergisi bütün okuyuculara tavsiye edilmiştir. (16)
Bundan başka İhtiyat Zabitleri Cemiyeti, Kızılay, Çocuk Esirgeme Kurumu, Türk Hava Kurumu, Milli İktisat ve Tasarruf Kurumu, Öğretmenler Birliği, İşçi Yardım Sandıkları, Amele Birliği, Türk Basın Birliği Zonguldak Temsilciliği, Basın-Yayın Derneği, Amasra’yı Sevenler Derneği gibi isimlerini saymadığımız çok sayıda dernekte üye ve yönetici olarak görev yaptı. Türk Dil Kurumu üyesi idi. Mahalli seviyede yaptığı bu cemiyet faaliyetlerinde tüketemediği enerjisi ile kurduğu iki ayrı dernekle Türkiye'nin bütününe hizmet etmeyi düşündü. Daha sonra yerleştiği İstanbul'da 'Türk Büyüklerini Anma ve Yaşatma, Türk Güzelliklerini Tanıtma ' ile çok sevdiği şair için ' Abdülhak Hamid'i Sevenler ' derneklerini kurarak başkanlıklarını yaptı. 1962 yılında yerleştiği İstanbul'da ileri yaşına rağmen zamanını boşuna harcayacak yapıda olmadığından kurduğu iki dernek vasıtasıyla ünlü kültür, sanat ve devlet adamları için anma günleri düzenlemeye başladı. Aslında bütün bu çalışmaları neredeyse tek başına gerçekleştirmiştir. Büyük bir inançla, ilgili kişileri ve kuruluşları bir araya getirerek, gerekli mali kaynakları harekete geçirerek ve en ince ayrıntısına kadar tüm faaliyetleri üstlenerek sayısız anma toplantısı düzenledi. Anma toplantılarının tespit edilebilen miktarı 1962-1974 yılları arasında 280 tanedir. Sonraki yıllarda da anma günleri düzenleme faaliyetine devam etmiştir.
Yayınları
1.       GAZETELER:
2.       Açıksöz: Kastamonu, Vilayet Matbaası, 1918-1923
3.       Zonguldak: Zonguldak, Karaelmas Basımevi, 1923-1953
4.       Kömür :            "                      "                 "       , 1942-1945
5.       Safranbolu-Karabük  ,   "           "                 "       ,1951-1954
6.       Amasra: Zonguldak, Karaelmas Basımevi, 1951
7.       Günün Sesi ,      "                 "              "        , 1954-1959
8.       Işıkveren ,          "                 "              "        , 1956-1957
B -DERGİLER:
1.       Karaelmas, Zonguldak, Karaelmas Basımevi, 1938-1941
2.       Türk Kanadı ,    "                  "                 "        , 1938
3.       Doğu           ,      "                  "                 "        , 1942-1950, Saffet Matbaası
Karauğuz İstanbul'a ikametgâhını naklettikten sonra eski sayılarından seçtiği yazılarla yakın dostlarına dağıtmak üzere Doğu dergisinin ikinci tertip neşrini yapmıştır: Saffet Matbaası, İstanbul, 1973-1978 (17)

C - KİTAPLAR:

1.       Orduya Armağan, Kitabhane-i Sudi, İstanbul, 1922. 44 sahife ve 15 şiirden ibarettir. Önsözü Halide Edib Adıvar tarafından kaleme alınmıştır.
2.       Orta Anadolu'da Yunan Faciaları, İstanbul, 1922, Matbaa-i Amire. 90 sahife ve 20 bölümden meydana gelmiştir.
3.       Mithat Akif, Zonguldak, 1932, Karaelmas Basımevi.
4.       Zonguldak Havzası -Uzun Hasan'dan Bugüne Kadar, Zonguldak, 1934, Karaelmas Basımevi.
5.       Öz Türk Adları Kılavuzu, Zonguldak, 1935, Karaelmas Basımevi.
6.       Ekler-Kökler Üzerine Deneçler, Dil Araştırmalarına Gerekçeler, Zonguldak, 1936, Karaelmas Basımevi.
7.       Zonguldak Kılavuzu, Zonguldak, 1936-1937, Karaelmas Basımevi.
8.       Milli Şef İnönü Zonguldak’ta, Zonguldak, 1940, Karaelmas Basımevi.
9.       Basın Kanunu ve Benim Görüşlerim, Zonguldak, 1950, Karaelmas Basımevi
10.    Safranbolu- kasaba Durumu ve Hükümet Konağı Meselesi, Zonguldak, 1950, Karaelmas Basımevi
11.    Ahmet Hamdi Akseki, Zonguldak, 1950, Karaelmas Basımevi.
12.    Devde-i Kaside ve Gazel, Zonguldak, 1951, Karaelmas Basımevi.
13.    CHP Nasıl Kuruldu? , Zonguldak, 1954, Karaelmas Basımevi.
14.    Uzun Mehmet’ten Günümüze Kadar Türkiye'de Kömür, Zonguldak, 1959, Karaelmas Basımevi. Dördüncü sırada künyesi bulunan kitabının yeniden basımıdır.
15.    Anadolu'dan Koğduklarımız, İstanbul, 1965, Deniz Basımevi. Orduya Armağan ve Orta Anadolu'da Yunan Faciaları kitapları eski harflerle basılmıştı. İki kitabı birlikte yeni harflerle bu isimle yayınlamıştır.
16.    Türklüğün Öğünçleri, İstanbul, İstanbul, 1974, Saffet Matbaası.
17.    Türklüğün Öğünçleri-Bir Ömür, İstanbul, 1976, Saffet Matbaası.
D-NAŞİRLİĞİNİ YAPTIĞI KİTAPLAR:
1.       İnkilap ve İstiklal, Cevdet Kerim İncedayı, Zonguldak, 1936, Karaelmas Basımevi.
2.       Halkevi'nden Köye, Ahmet Naim Çıladır, Zonguldak, 1937, Karaelmas Basımevi.
3.       Abdülhak Hamid ve Dolayısıyla, Necip Fazıl Kısakürek, Zonguldak, 1939, Karaelmas Basımevi
4.       Madencinin Kitabı, Bedri Güneri, Zonguldak, 1940, Karaelmas Basımevi
5.       Madencinin Öğütleri, Hayri Döler, Zonguldak, 1940, Karaelmas Basımevi.
6.       Kömür Havzasında Yeni Eserler, Ahmet Gürel, Zonguldak, 1941, Karaelmas Basımevi.
7.       Maarif Vekili Hasan Ali Yücel'in Zonguldak Söylevleri, Zonguldak, 1944, Karaelmas Basımevi.
8.       Zonguldak'ın Milli İrade'ye Kavuştuğu Gün, Çağlayan Karauğuz, Zonguldak, 1945, Karaelmas Basımevi.
9.       Zonguldak'ın Atatürk Günü, 29 Ağustos 1931, Çağlayan Karauğuz, Zonguldak, 1946, Karaelmas Basımevi.
10.    19 Şubat: Halkevi Bayramı, Çağlayan Karauğuz, Zonguldak, 1947, Karaelmas Basımevi.
11.    Fırka Nedir? , Ziya Gökalp, Zonguldak, 1947, Karaelmas Basımevi
12.    Âşık Naili, Sadi Yaver Ataman, Zonguldak, 1947, Karaelmas Basımevi.
13.    Modern Sanat ve Bugünkü Türk Sanatı, Mahmut Cuda, Zonguldak, 1948, Karaelmas Basımevi.
14.    Farabi, İ. Behçet Akın, Zonguldak, 1950, Karaelmas Basımevi.
15.    Mevlana Celalüddin-i Rumi, İ. Behçet Akın, Zonguldak, 1950, Karaelmas Basımevi.
16.    Malazgirt Muharebesi, Ziya Gökalp, Zonguldak, 1951, Karaelmas Basımevi
17.    Yıldızlar Konuşuyor, Sadi Günel, Zonguldak, 1951, Karaelmas Basımevi
18.    Güzeller Arasında, Sadi Günel, Zonguldak, 1951, Karaelmas Basımevi.
19.    Sanat Yıldızları, Sadi Günel, Zonguldak, 1952, Karaelmas Basımevi.
20.    Sanatkârlar Dünyası, Sadi Günel, Zonguldak, 1956, Karaelmas Basımevi.
NOTLAR
1.       Tahir Akın Karauğuz hakkında ki yazımızın tamamlanmasında ve ailesi hakkında bilgi eksiklerimizin giderilmesinde oğlu Sayın Doğu Karauğuz'un büyük yardımını gördüm. Kendisine müteşekkirim.
2.       Akın Tahir Karauğuz, Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi, V. , İstanbul, 1982, s. 191-192, Zonguldaklı Yazarlar Zonguldak'ı Yazanlar, Kdz. Ereğli, 1998, s. 77, Zonguldak Kültür ve Eğitim Vakfı Yayını.
3.       Mehmet Behçet Yazar , 'Edebiyatçılarımızı Tanıyalım : 'Tahir Karauğuz ' , Yedi Gün, Sayı 387, İstanbul, 6 Ağustos 1940
4.       İbnülemin Mahmud Kemal İnal, Son Asır Türk Şairleri, İstanbul, 1969, s.2140-2142
5.       Vefatını haber veren ilan Tercüman gazetesinin 5.6.1982 tarihli nüshasında çıkmıştır.
6.        Milliyet, 5.6.1982, Hürriyet, 5.6.1982, Günaydın, 5.6.1982, Tercüman, 5.6.1982, Yeni Karabük, 7.6.1982, Bizim Safranbolu, 8.6.1982, Yenice Gazete(Zonguldak) , 12.6.1982, Bartın, 12.6.1982
7.       İnal, a.g.e. , s. 2140
8.       M. Behçet Yazar, Edebiyatçılarımızı Tanıyalım: Tahir Akın Karauğuz, Yedigün, Sayı 387, 6.8.1940
9.       Cafer Seydahmet Kırımer, Rus Tarihinin İnkılâba, Bolşevizme ve Cihan İnkılâbına Sürüklenmesi, İstanbul, 1948. Yazarın bu kitabı daha sonra sorumsuzca bir tasarrufla adı değiştirilerek yeniden basılmıştır: Rus Yayılmacılığının Tarihi Kökenleri, Ankara, 1997, Diyanet Vakfı Yayınları. Sayın İsmail Otar'ın nezdinde muhafaza edilmekte olan Kırımer'in şahsi arşivinde yaptığımız inceleme sırasında Karauğuz’un yazdığı çok sayıda mektup bulunduğunu gördük.
10.    Cemil Koçak, Türkiye’de Milli Şef Dönemi (1938-1945) , I . Cilt. , İstanbul, 1996, s. 671. Türkçüler hakkında fazla iddialı indi değerlendirmelerde bulunan yazar Cafer Seydahmet ile Edige Kırımal'ın iki ayrı şahsiyet olduğunun farkında bile değildir. Aynı sahifede dergi olarak nitelendirdiği Doğu'yu aşağıda 'Büyük Ülkü Gazetesi' olarak göstermektedir: dp.227 
11.    Günay Göksu Özdoğan , ' Turan'dan 'Bozkurt'a -Tek Parti Döneminde Türkçülük (1931-1946) , İstanbul, 2001, s. 303
12.    Ömer Özcan, Türkçülük Tarihinden İsimler: Ahmet Ziya Özkaynak, Türk Yurdu, Sayı 144, Ağustos 1999, s. 51-55. Özkaynak’ın, Karauğuz’unda kurucuları arasında bulunduğu Zonguldak Öğrenime Yardım Kurumu tarafından tesis edilen 'Öğrenci Yatıevi' çalışmalarına destek olduğu anlaşılıyor. Özkaynak’ın, Karauğuz  vasıtasıyla ilişki kurduğu Cafer Seydahmet Kırımer ile   karşılıklı olarak yazışmada bulunmuştur. 1944'te gerçekleştirilen umumi tutuklamalar esnasında gözaltına alınan Özkaynak suçsuz bulunması üzerine yargılama başlamadan serbest bırakılmış ve eski görevine dönmüştür. Onun başından geçenlere rağmen Türkçülük yolundaki çalışmalarına devam ettiğini Cafer Seydahmet Kırımer'e  ,'Zonguldak Öğrenime Yardım Kurumu Öğrenci Yatıevi Çevirenliği '  başlıklı bir kâğıda yazdığı 23.9.1945 tarihli mektubundan anlamaktayız. Mektup İsmail Otar'ın arşivinde mahfuzdur. İnceleme fırsatı verdiği için kendisine müteşekkiriz.
13.    Ömer Özcan, Türkçülük Tarihinden İsimler: İsfendiyar Baruönü, Türk Yurdu, Sayı 147, Kasım 1999, s. 18. Baruönü emekli olduktan sonra ikamet etmekte olduğu İstanbul’da 1.9.2002'de vefat etmiş, cenazesi 4.9.2002 tarihinde Erenköy Galippaşa Camii’nde kaldırılarak Ümraniye Ihlamur Kuyu Mezarlığı'na defnedilmiştir .(Hürriyet, 4.9.2002)
14.    Dr.Rebii Hikmet Barkın, 1898 tarihinde İstanbul'da doğmuştur. Ortaöğrenimini İstanbul’da tamamladıktan sonra gittiği Almanya'da Frankfurt Main Üniversitesi Tıp Fakültesi'nden mezun olmuştur. Doktor olarak Türkiye'de ve Afganistan'da uzun süre görev yapmıştır. Afganistan'da Türk dünyasının içinde bulunduğu durumu yakından görme ve inceleme imkânı bulmuştur. Türkiye'ye döndükten sonra mesleki ve siyasi çalışmaları yanında Türkçü kesimin önde gelen isimleriyle yakın münasebette bulunmuştur. 1944 yılı ara seçimlerinde girdiği TBMM'de Zonguldak milletvekili olarak 1946 yılına kadar görev yapmıştır. 1946 seçimlerinde, 1944 Milliyetçilik hadiseleri sebebiyle CHP Listelerine konulmamıştır. Bu yazı vesilesiyle hayatı ve şahsiyeti üzerine yaptığımız küçük bir araştırma sonucunda yeni nesillere tanıtılması gereken, ismi ve hizmetleri unutulan değerli bir şahsiyet olduğunu gördük.
15.    Uğur Mumcu, 40’ların Cadı Kazanı, İstanbul, 1990, s. 83
16.    Ulus , 'Karauğuz ve Doğu ' , Ankara, 27.1.1945
17.      14.5.1947 tarih ve 1170 sayılı yazı ile Talim ve Terbiye Dairesi Başkanlığı tarafından okullara tavsiyesinde sakınca bulunmadığının bildirilmesi üzerine Milli Eğitim Bakanlığı dergiden bir miktar abone olunmuştur.  Milli Eğitim Bakanlığına sunulan 13.6.1949 tarihli dilekçede  , ' yedi yıldan beri büyük ülkü yolunda tuttuğumuz programa sadakatle büyük fedakârlıklara katlanarak çıkardığımız Doğu için, yeni ve koruyucu bir yardım olacağı ' belirtilerek derginin ilkokullara tavsiyesi talep edilmiştir. Talim ve Terbiye Dairesi Başkanlığı'nın 29.6.1949 sayılı yazıları ile derginin ilkokul öğretmenleriyle okullara tavsiyesi uygun görülmüştür.
http://www.turkocagi.org.tr/modules.php?name=Izbirakanlar&pa=showpage&pid=13