28 Haziran 2011 Salı

Orkun, Hüseyin Namık

HÜSEYİN NÂMIK ORKUN(15 Ağustos 1902-23 Mart 1956)
Necmettin SEFERCİOĞLU
1944-45'teki Türkçülüğe yönelik Haçlı Seferinden na­sibini almış bulunan bir Türkçü. Türklüğü ve Türk tarihi­ni bir bütün olarak ele alıp işleyen, Orta Asya'daki Türk yazıtlarını Türk toplumunun bilgisine sunarak eski Türk tarihine ışık tutan değerli bir bilim adamı. Kısa süren ha­yatı süresinde çok önemli kitap ve yazılara imza atan ve­rimli bir yazar. O büyük Türkçüyü, kısaca böyle tanımla­yabiliriz.
* * *
Hüseyin Nâmık Orkun, 15 Ağustos 1902 günü İstan­bul'da doğdu. Dönemin ilmiye sınıfından Mehmet Hayri Efendi’nin oğludur. Evdeşi Sacide Hanım ilkokul öğret­meni idi. Erdem (1932) ve Erkin (1937) adlı iki oğlu, Konçuy (Mergen, 1944) adlı bir kızı vardır.
Orta öğrenimini İstanbul Nişantaşı Sultanî'sinde ta­mamladı. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü’nü bitirdikten sonra Budapeşte Üniversitesi Fel­sefe Fakültesi'nde ünlü Macar Türkoloğu Gyula Nemeth (1890-1976)'in öğrencisi olarak Türklük bilimi uzmanlık öğrenimi gördü.
Öğrenimini bitirip 1930'da yurda döndükten sonra Gazi Eğitim Enstitüsü Tarih Öğretmenliğine atandı. Orada sürdürdüğü görevleri yanında Polis Koleji'nde, Devlet Konservatuvarı'nda ve Ankara Tıp Fakültesi'nde tarih ve inkılâp tarihi dersleri verdi. Görevini sürdürdüğü olgun­luk döneminde, henüz elli dört yaşında iken, 23 Mart 1956 Cuma günü gecesi uçmağa vardı. Ankara'da, Gülveren semtindeki Asrî Mezarlık'ta vatan toprağına karıştı (bu törende M. Zeki Sofuoğlu güzel, etkili, içli bir veda konuşması yapmıştı).
Hüseyin Nâmık Bey’i, 1950’lerin başında tanıdım. Türk Milliyetçiler Derneği'nin yöneticileri olan ağabeyle­rimiz, dinî bayramlarda Ankara'daki Türkçü büyükleri zi­yaret ederlerdi. Ben de onlara katılırdım. Ziyaret ettiği­miz bu 'büyükler' arasında Orkun Hoca’nın ayrı bir yeri vardı. Bizi, Bahçelievler’deki tek katlı evinin çalışma yeri konumuna getirilmiş, ayrı bir kapıdan girilen odasında konuk ederdi. Ön cephesi kitaplık durumunda olan ilgi çekici bir yazı masası vardı. Puro içerdi. Gözlüğü arkasın­da gözleri daima gülen, şakacı bir insandı. Ziyaretlerimiz­de bizlere takılır, iltifatlar eder, ikramlarda bulunurdu. Kendisi, 1949'da yeniden kurulan Türk Ocağı'nın Ankara Şubesi yöneticilerindendi. Türk Milliyetçiler Derneği'nin 1953'te kapatılmasından sonra 1954'te yayınladığımız Gurbet Dergisi’ni tanıttığı, Türk Yurdu' nda çıkan bir yazı­sında, bizi Türk Ocağı'na üye olmağa çağırmıştı.1 Bu di­leği sonradan yerine geldi ve Ankara'daki Türkçü gençler Türk Ocağı’nda toplandı. Fakat ne yazık ki ocakta onun­la birlikte çalışma şansımız olmadı. Çünkü onu 1956 yı­lında uçmağa uğurlama talihsizliğine uğradık. Bu olayı da, basın-yayın organlarının ilgisizliği yüzünden geç duy­muş, onun için yazdığım 'O da Gitti' başlıklı yazıda, Yunus Emre'nin 'Bir garip öldü diyeler / Üç günden sonra duya­lar...' mısralarını hatırlatarak üzüntümü belirtmiştim.2

* * *
Hüseyin Nâmık Bey Türkçülüğe yürekten bağlı bir ülkücü idi. Eserleri bunun şaşmaz kanıtıdır. Yazı ve kitaplarının konularını hep Türk, Türklük ve Türkçülük oluş­tururdu. Yayın eleştirilerini ve değerlendirmelerini daima Türkçü bakış açısı ile yapardı. Ayrıca, '1944-45 Irkçılık-Turancılık Dâvâsı'nın 24 sanığı arasında yer alarak o meş'um 'devlet terörü'nde Türkçüleri temsil eden mağ­durlardan biri oldu. Kızı henüz üç aylık bebek iken tutuk­lanmasından sonra Sansaryan Hanı’ndaki hücrede ve Top­hane Askerî Cezaevi’nde geçirdiği bir yıl süren çileli hayat sağlığının bozulmasına sebep olmuştu. Hayata genç yaş­ta veda edişi de, belki, bu yüzdendi. Dâvadaki savunması sırasında yargıcın sık sık soru sormasına 'Hâkim bey, lütfen hızımı kesmeyin' deyişi, o günlerden kalan ilgi çe­kici bir anıdır. Et yemeklerini ve pastırmayı çok sevdiği için, bunların düşmanı olan Dr. Hasan Ferit Cansever ile Tophane Askerî Cezaevi’ndeki Türkçü tutukluları ikiye bölen tartışmaları da o günlerin bugüne yansıyan tatlı anılarındandır.3 O, öteki ülküdaşları gibi, bir yıl süren zindan hayatından aklanarak kurtuldu ama, onun izlerini ancak on yıl süren sonraki hayatından silmesi mümkün olamadı.
Orkun Hoca’nın, anılması gereken bir hizmeti de An­kara'nın Bahçelievler semtindeki caminin yapılmasındaki çabasıdır. O semti 'mabetsiz şehir' görünümünden kur­tarmak için, bir dernek kurulmasını sağlayıp yapım çalışmalarını başlatmış ve tamamlanmasına kadar maddî ve manevî katkısını eksik etmemişti.

* * *
Hüseyin Nâmık Orkun Atatürk'ün, Türk dili ve tarihi üzerindeki yoğun çalışmaları sırasında en güvendiği ve değer verdiği bilginlerden biri idi. Özellikle Macar Türko­logları ile yaptığı görüşmelerde, Onun yardımını isterdi.
O değerli bir Türklük bilimci idi. Hazırlayıp, dilimize çevirip yayınladığı Türklük, Türkçülük ve Türk dünyası ile ilgili eserler hâlâ önemlerini korumaktadır. Ayrıca hal­ka dönük, Türk tarih ve kültürüne ilişkin yazılar ve ki­tapçıklar da yayınladı. Yayınları arasında Türk efsaneleri ve destanları, Türk boyları ile ilgili araştırmalar, Türklük ve Türkçülük ile ilgili düşünce yazıları, yayın eleştirileri ve tanıtmaları önemli bir yer tutar.4 Onlar Hakimiyet-i Milliye, Ulus, Kudret gibi günlük gazetelerde ve Türk Yurdu, Dergâh, Ülkü, Millet, Çığır, Kopuz, Doğu (Zonguldak), Tanrıdağ, Türklük, Bozkurt, Çınaraltı, Türk Dil Kurumu Mecmu­ası, Özleyiş, Kür Şad, Varlık, Mefkure, Ankara Belediye Mecmu­ası gibi dergilerde yayınlandı. Ayrıca, Kudret Gazetesi’nde tefrika edilmiş "Yeniçeri Hasan" adlı bir tarihî romanı da bulunmaktadır. Yayınlarının Nejdet Sançar'ca hazırlanın bir listesi, imzasız olarak Yeni Yayınlar Dergisi’nin ilk sayısında verilmiştir.5 Fakat uçmağa varışının hemen ardından ivedi olarak hazırlandığı için, sanırım, o liste oldukça eksiktir. Çok değişik yayın organlarında çıkmış bulunan bu yazılar bir dizin çalışması yapılması için gençlerin himmetini beklemektedir.
H.N.Orkun'un kitap olarak yayınlanmış olan eserleri şunlardır: Türk Dünyası (1932), Peçenekler (1933), Attilâ ve Oğulları (1933), Oğuzlara Dair (1935), Eski Türk Yazıtları (1936-41), Hunlar (1938), Türk Tarihi’nin Bizans Kaynakları (Moravçik'ten, 1939), Türk İstilâsı Devrinde Macaristan'da ve Avusturya'da Casuslar (1939), Prens Kalyanamkara ve Papa kara Hikâyesi’nin Uygurcası (1940), Türk Efsaneleri (194 ') Yeryüzünde Türkler (1944), Türk Tarihi (4 c, 1946), Türkçülüğün Tarihi (1951), Büyük Türkçü Şıpka Kahramanı Süleyman Paşa (1951).
Uçmağa varışı üzerine ve daha sonraki bazı yıllanlarda, başta Fethi Tevetoğlu olmak üzere, değişik yazarlarca değişik milliyetçi dergilerde hakkında yazılar yayınladı. Ziyâeddin Babakurban'ın, Sevenlerin Kalemiyle H. Nâmık Orkun (İstanbul: Toprak Yayınları, 1962) adlı kitapçığında bu yazıların on ikisi yer alıyor.

1 Hüseyin Nâmık Orkun, 'Gurbet', Türk Yurdu, 4 (Ekim 1954), 325-327.
2 Sefercioğlu Necmeddin, 'O da gitti', Ocak, 12 (18 Mayıs 1956), 4,7. Bu yazı Z. Babakurban'ın yayıma hazırladığı Sevenlerin Kalemiyle H. Nâmık Orkun (İstanbul: Toprak Yayınlan, 1962)'da da yer almıştı.
3 Bunların bir bölümü, 1950-52'de yayınlanan haftalık Orkun Dergisi’­nin "Orkun'dan Sesler"  başlıklı bölümlerinde bulunabilir.
4 Fethi Tevetoğlu, 'Prof. Dr. Hüseyin Nâmık Orkun', Yeni Orkun, 20 (Aralık 1989), 15-17.
Tevetoğlu, a.g.y., 17.
5 Hüseyin Nâmık'ın eserleri'. Yeni yayınlar, I, 1 (Temmuz, 1956), 29.

KAYNAKÇA:
SEFERCİOĞLU, N. (2005). Tanıdığım Ünlü Türkçüler. İstanbul: Ötüken Neşriyat

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder