29 Haziran 2011 Çarşamba

Taşer, Dündar

DÜNDAR TAŞER
Fahri ATASOY
“Önümüzdeki yıllar içinde bu gençler Türkiye’nin idaresini ellerinde tutacaklar. Aralarında ilim ve fikir adamları çıkacak, kendilerini bir delikanlılar kalabalığı olmaktan kurtarıp da bir milletin gençliği haline getiren azim ve iradenin nerden geldiğini araştıracaklar. Ağabeylerinin bir zamanlar dağınık, derbeder, sahipsiz, ezik dolaşırken nasıl olup da bir gün toparlandıklarını düşünecekler. O zaman bu kutlu toparlanmada büyük emeği geçmiş kimseleri daha iyi tanıyacaklar. Karşılarına bir büyük adam çıkacak ki, onun yaptıklarını kolay kolay izah edemeyecekler, bir tek kişinin bu büyük işi nasıl omuzlayıp yürüttüğünü büyüklerine soracaklar, büyükleri ise onlara ancak şunu söyleyebilecek: Taşer’i tanımayan bunu anlayamaz.”[1]
Rahmetli Erol Güngör Dündar Taşer’in milliyetçi hareket içindeki önemini bu satırlarla anlatmaya başlıyor. Dündar Taşer yakın dönem Türk Milliyetçiliği hareketinde gençliğin milliyetçi bir şuurla yetiştirilmesinde ve organize edilmesinde bir ağabey olarak hizmet etmiştir. 1960’lı yıllarda ortaya çıkan gençlik hareketlerini ve özellikle ülkücü gençliğin anlaşılmasında Taşer faktörü iyi tahlil edilmelidir. Taşer Türkiye’de gençleri Marksizmin pençesinden kurtarmak ve milliyetçi ideoloji etrafında toplayabilmek için, bir dava şuuruyla hayatını adamıştır.
Siyaseti Türk milletine hizmetin bir aracı olarak gören Taşer, Türklüğün geleceği için gençliğin yetişmesine büyük önem verir. Gençliği bir siyasi parti peşinde koşan insanlar olmaktan çok, fikirler ve ülküler etrafında kenetlenen şuurlu ve teşkilatlı bir duruma getirmeye çalışır. Bu dava için bir derviş mahiyeti içinde çalışır ve büyük küçük herkese kendisini sevdirir. Türk milletinin içinden birisi olarak yaşanan derin meselelere vakıf milliyetçi bakış açısıyla mücadelesini sürdürür. Sağlam bir tarih bilinci ile bugünü yorumlayabilen bir devlet adamı, bir Türk milliyetçisi, bir ülkücü olarak insanların gönlünde ve tarihte iz bırakır.
Yine Erol Güngör’ün gözünden Dündar Taşer: “Orta boylu, kıvırcık kır saçlı, yüzü daima mütebessim, alnında kış ve yaz ter damlaları eksik olmayan, parlak ve canlı gözlerinde zeka kıvılcımları tutuşan bir adam. Konuşurken gözleri yukarıya doğru çevriliyor, sanki orada kendisine fikirleri ve sözleri en güzel terkipler halinde veren gizli eller var. Bir alimin dikkati ve titizliği ile bir sanatkarın zarafetini, bir velinin ızdırabını kendine saklayıp sevgi ve şefkati başkalarına sunan diğergamlığını, bir Türk köylüsünün karşısındakini küçülten tevazu ve mahcubiyetini, bir Osmanlı paşasının vekar ve azametini şahsında toplayabilmek için mutlaka yukarılarda bir kaynaktan ilham alıyor olmalı, çünkü bu vasıfları bir araya getirmek her faniye nasip olacak gibi değil.”[2]
Rahmetli Erol Güngör, herhalde, Ankara’da Dündar Taşer’in sohbet mahvili haline gelen KÜBİTEM’de Dündar Taşer’le sohbet ederken bu gözlemleri yapmış, bu kanaate varmıştı. Meşrutiyet Caddesindeki KÜBİTEM, bir ilim, irfan merkezi olarak tasarlanmıştı, Dündar Taşer’in dergâhıydı.
Kısa hayat hikayesine bakacak olursak Dündar Taşer, 1925 yılında Gaziantep’te doğdu, 13 Haziran 1972 tarihinde bir trafik kazası sonucu Ankara’da vefat etti. Kaza, Meşrutiyet caddesinden Konur Sokağa taşınmış olan KÜBİTEM’in bulunduğu binanın önünde olmuştu.

Gaziantep'te köklü ve gelenekli bir aileye mensup olan Taşer’in çocukluk ve okul yılları burada geçti. İyi bir aile ve çevre terbiyesi aldı. Türk kültürünün bütün vasıflarını kazanarak Kara Harp okuluna girdi. Teğmen olarak görev aldığı Türk Silahlı Kuvvetleri’nde tank subayı olarak hizmet verdi. Kurmaylık sınavını başarıyla vererek kurmay binbaşılığa kadar yükseldi.

Okul yıllarında 3 Mayıs 1944 Olayları'na karıştığı gerekçesiyle hakkında soruşturma açıldı. 27 Mayıs ihtilaline Alparslan Türkeş ile birlikte katıldı ve 38 kişilik Milli Birlik Komitesi’nin üyelerinden birisi oldu. Komite içinde CHP yanlısı bir cuntanın yönetimi ele geçirmesiyle Türkeş dahil 14 arkadaşıyla birlikte yurt dışı göreve sürgün edildi. Taşer bu vesileyle Fas’ta 2 yıl süreyle askeri ateşe olarak görev yaptı. Ülke meselelerine duyarlılığı bu sürgünle azalmadı, aksine mücadele azmini kamçıladı. Bunun için dönüşte resmi görevinden ayrılarak siyasete atıldı.

1965 yılında Alparslan Türkeş, Muzaffer Özdağ, Ahmet Er, Numan Esin, Rıfat Baykal gibi darbede yer alan, birlikte sürgüne gittikleri arkadaşlarıyla, CKMP'de siyasi hayata girdi. CKMP'nin 30-31 Temmuz 1965 tarihlerinde yapılan kurultayında, partinin GİK üyeliğine seçildi. 1967 Kurultayı'ndan sonra Genel Baskan Yardımcılığı görevine getirildi. Partide Türkeş'ten sonra gelen ikinci isimdi. CKMP'nin yeni döneminde fikri ve siyasi gelişiminde çok büyük hizmeti ve emeği geçti. Gecesini gündüzüne katarak, partinin Anadolu'da kök salmasında ve Milliyetçi Hareket Bayrağı'nın bir uçtan bir uca dalgalanmasına önemli katkılar sağladı.

1967 yılından itibaren vefatına kadar her yıl Osmanlı Devleti'nin kurulduğu yer olan Söğüt'te düzenlenen Ertuğrul Gazi Törenleri'ne partinin ve gençlik kollarının katılmasında önemli etkisi oldu. Düzenlenen törenlere katılımlarda Ülkücü gençliğin kalabalık bir şekilde yerini almasına, toplantılarda hazır bulunmasına özen gösterirdi. Söğüt'te düzenlenen bu ziyaretlerle gençliğin tarih ve milliyetçilik şuuruna, tarih sahnesinde büyük rol oynamış ecdadımız Osmanlı'nın daha iyi anlaşılması noktasında Ülkücü gençliğin misyonunun öneminin altını çizer, hedefler gösterirdi. Kafasındaki güçlü, millî bir devletin adı, tarihteki Osmanlı'ydı. Yeni bir Türk-İslam medeniyeti kurmanın yolunun Osmanlı'yı kavramaktan geçtiğine inanıyordu.
1969-70 öğretim döneminin başlarında Kızıl terörün okullardan sokaklara kadar yansıyan saldırıları karşısında büyük bir azim ve kararlılıkla mücadele eden Ülkücü Hareket mensuplarının vermiş olduğu o büyük mücadelede ilk Şehitlerden olan, Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi öğrencisi Süleyman Özmen'in Maltepe Camii'nde düzenlenen cenaze töreninde yaptığı duygusal konuşma herkesi derinden etkilemişti. Hatta tören esnasında yanında bulunduğu Galip Erdem'e söylediği "Ne kadar üzülürsem üzüleyim ağlamak adetim değildir. Hatta annemin ölümünde bile ağlamadım ama bu çocuğun gidişi ağlattı beni." Diyecek kadar etkilenmişti. Binlerce ülkücüye hitaben şu sözleri söylüyordu. " Süleyman , bu vatan , bu millet , hepimiz için ölmüştür. Süleyman bir semboldür bir şehittir. Şehitler kutsidir. Süleyman hayatının başındaydı. Ne kapitalist ne de burjuvaydı. Hepimiz için öldü. Süleyman sizlersiniz. Süleyman yaşayacaktır. Çünkü Şehitler Ölmez." [3]
MHP Genel Başkan Yardımcısı Dündar Taşer, 13 Haziran 1972 gecesi bir trafik kazası sonucunda ebedi aleme göç etti. Geri manevra yapan ekmek kamyonunun arkasından çarpmasıyla ağır bir şekilde yaralanan Taşer , kaldırıldığı Numune Hastane'sinde bütün çabalara rağmen kurtarılamamıştı. Acı haber kısa zamanda tüm Türkiye'ye ulaştı. Cenazesi 15 Haziran 1972 Perşembe günü Hacı Bayram Camii'nde namazı kılındıktan sonra kaldırılarak Karşıyaka Mezarlığı'nda toprağa verildi. Dava arkadaşı Rahmetli Başbuğ Alparslan Türkeş, onu ebedi istirahatgahına uğurlarken şöyle diyordu: [4]

- “Ömrünce Türk milletini sevmenin, büyüklüğüne inanmanın sırrına ermiş, hayatının gayesini milletine hizmette görmüş, dünya hırslarına iltifat etmemiş, hiçbir mevkinin cazibesine kapılmamış, tam bir Türk Milliyetçisi olarak yaşamıştın. Zekânın parlaklığı, sevginin sonsuzluğu, kültürünün zenginliği kadar, yüreğin de büyüktü. Talihsiz bir dönemde, nankör bir dünyada, milletini en çok sevenlerin horlandığı bir idrak yokluğu içinde yaşamak, kalbini kemiren bir dertti. Yine de dayanıklı idin. Ama kader nankörlüklerin, anlayışsızlıkların çökertmediği mukavemetini, bir arabanın çapmasıyla yıktı. Biz de yıkıldık.”
Kızı Yasemin Yahnici’nin babası hakkında yazdıkları arasında aktardığı aşağıdaki vecizeler fikriyatı hakkında bizlere çok net ipuçları vermektedir. Sayın Yahnici’nin ifade ettiği gibi “Bu kadar çok konunun, bu kadar kısa sözlerle bu kadar da veciz ifade edilebilmesi. Bize Dündar Taşer, Galip Erdem, Erol Güngör, Necmettin Hacıeminoğlu gibi şahsiyetlerin, ölümlerinin üzerinden bunca yıl geçmiş olmasına rağmen hala Türk Milliyetçilerinin fikri ve ideolojik manada beslendikleri birer kaynak olma özelliklerini kaybetmemesini açıklamaktadır.”

"...Yolcuların çoğu tarafından istenilmek, insana kaptan olma özelliği kazandırmaz... "
"...Durum muhakemesine hasımdan başlanmaz... "
"...Himaye edilenin hamisine karşı fazla dik olmayacağı bir bedahattir..."
"...Tabiat boşluğa müsaade etmez. İktidar boşluğu da kendinde kudret görenler tarafından işgal edilebilir..."
"...Subaylar OYAK'a ortak oldukları için, Türk oldukları için sınıf ihtilaline alet olamazlar. Kârları değil, kanları mani olur..."
"...Mukallit mucidin gerisinde kalmaya mahkûmdur... "
"...Kendi memesini emen inek asla şişmanlayamaz... Kendi ihtiyacı için çalışan ekonomi iflasa mahkûmdur..."
"...Örfle kanun ayrı membalardan gelirse, yani kanun başka bir cemiyetin örfünden doğmuşsa cemiyette kanun dışına çıkma yaygın hale gelir ve düzen bozulur. Çok zaman da örf, kanunun amir hükmünü yener ve onu uygulanamaz kılar..." [5]
[1] Erol Güngör, Dünden – Bugünden Tarih Kültür Milliyetçilik, Mayaş Yayınları, Ankara – 1982, s. 124 [2] Erol Güngör, Türk Kültürü ve Milliyetçilik, Ötüken Yayınları, İstanbul – 1980, s. 135[3] Dündar Taşer Hakkında, <http://www.doguturkistan.net/modules.php?name=AvantGo&file=print&sid=4405>[4] Recep Küçükizsiz, “Abide Şahsiyetlerimizden Dündar Taşer” <http://www.yusufiye.net/modules.php?name=News&file=article&sid=696&mode=thread&order=0&thold=0>
[5] Yasemin Yahnici, “Babam Dündar Taşer”, <http://www.yusufiye.net/modules.php?name=News&file=article&sid=471>
DÜNDAR TAŞER’İN “MESELE”Sİ
İbrahim METİN
TÜRK YURDU, Cilt: 27, Sayı : 238, Haziran 2007
Her insanın meseleleri vardır. Onunki tekti; yalnızca “Mesele”si vardı ve gayrisi teferruattı… Hani şu Ömer Seyfettin’in “İlk Düşen Ak” hikâyesindeki mesele.  Dündar Bey beynini zonklatan “Mesele”sinin dalgınlığı içerisinde, onu halledemeden ve kendisini sevenler, fikirdaş olanlara da vasiyetini söyleyemeden; Töre, Devlet dergilerimiz idarehanesinin yanındaki bakkala gelen ekmek kamyonetinin geri giderken çarpması ile henüz kırk dokuzunda, ona en çok ihtiyacımız olduğu,  hayatının en verimli çağında gözlerini yumdu. Geride bıraktığı bizler, onun “Mesele”sine sahip çıkabildik mi? Veya ne kadar sahip çıkabildik. Onun:
Unutulan bir şey vardır; tabiat boşluğu, kendinde kudret görenler tarafından işgal edilebilir.” tespitindeki boşluğu biz, ne kadar doldurabildik? Veya bu boşluğu, kimler doldurdu?
Vefatında:
Bayrağı göndere birlikte çekecektik” diye hayıflanan liderinin çizdiği yolda, yürünebiliyor mu? Yoksa geride bıraktığı milleti ve ülkesinin, Avrupa Birliği silindirinin altında ezilmesine yardımcı olup, seyirci durumuna mı düştük?
Yolcuların çoğu tarafından istenilmek, insana kaptan olma niteliğini kazandırmaz.” Sözü, gerçekleştiği için mi erken seçimle iktidar olmalarına vesile olduklarımızın açtığı yolda bölünüp, parçalanma tehlikesine muhatap olduk?
Bugün Rusya, 19. Asırda kullandığı Hıristiyanlık, Ortodoksluk sloganları yerine ‘Marksizm’ ‘Leninizm’ sloganlarını kullanmakta; yurdumuz içinde de o günkü gayrimüslimlerin vazifesini solcu-komünistler yapmaktadır. Hatta bir iki kelime değişikliği ile iddialar bile aynıdır.” Tespitinde, -rol alanların değişmesi dışında- fazla bir değişiklik var mı? İddialar, ilâvelerle devam etmektedir. Bunu, Sovyet Rusya dağıldıktan sonra Dünya’nın jandarmalığını üstlenen ABD ve onun hâkimiyeti altında ezilmemek için sessizce rekabet etmeye çalışan Avrupa Birliği devraldı. Ortodoksluğun korumacılığı ve yayılmacılığını, Patrikhane’ye ve onun ruhani lideri Barteleomos’a “Ekümeniklik” verilmesini ve Ruhban Okulu’nun açılmasını sağlamak için müştereken dayatanlar mı üstlendi. Henüz belli değil bizi yönetenlerin, bu dayatmalara ne zaman teslim olacakları… 
Eski solcularımızın bir bölümü gerçeği görüp, kendilerine “Milliyetçi” diyemiyorlarsa da “Ulusalcı” diyerek, ABD ve AB dayatmalarına karşı çıkıyorlar. Diğer bir bölümü ise önceleri tenkit ettikler kapitalizmin, bütün nimetlerinden yararlanarak; Bilderberg ve benzer sofralara kurularak; onların, bir numaralı savunucuları oldular. Artık şimdi bizi yönetenler: Selçuklu ve Osmanlı eserleri boynu bükük dururken, Van’daki Ermeni isyanının merkezi ve silah deposu olan Akdamar Adası’ndaki Ermeni Kilisesi’nin onarımı için 3.3 Katrilyon harcadılar. “İhanetin Anıtı” olarak aynen muhafaza altına alınması gereken bu yerin, bütün dünyayı soykırımı masalı ile ayağa kaldırmaya çalışan “Diaspora” eşliğinde açılışını yaptılar. Hiçbir Hıristiyan ve Musevi’nin bulunmadığı Urfa’da, kilise ve havra açtılar. Müslümanların gönlü olsun diye de yanına camiyi, alet olarak kullandılar. Üstelik bunları yapanlar, manevi değerlere sahip çıkacaklarını söyleyip, milletimizden oy alanlardı. İstanbul Göztepe’de cami yapılmasına karşı yürüyüş yapan “ulusalcı”larımızın bunlara gıkı bile çıkmadı. Artık İstanbul başta olmak üzere birçok şehrimizde, Hıristiyan yapılmış “siyahîler” esnafımıza ve halka parasız İncil dağıtıyorlar. Apartman altlarına kiliseler açıldı. Aynı işle görevli radyolarımız var; televizyon da yolda… Sayıları on bin civarında olan Süryani vatandaşlarımız için de televizyon yayını başladı. Onlar da yarın topraktan pay isterlerse şaşmamak gerekir. Öyle ya Amerika Dışişleri Bakanı’nın “Ortadoğu’da 22 (sonra 24’e çıktı) ülkenin hudutları”nın değişeceği fetvası, başka nasıl gerçekleşecek?
Vatan topraklarını parayı veren yabancılara satmakta bir mahsur görmüyoruz. Meclisimizden çıkan kanunlar Köşk’ den dönüyorsa da tekrar pişirilip önümüze konuluyor.
Galiba acemi nalbant, verdiğimiz nice kayıplara aldırmadan, yönetmeyi Türk Milleti’nin üzerinde ve yabancıların akıl hocalığı ile öğreniyor. Hani şu, Suriye’nin hak iddia edip, Atatürk’ün vatan toprağına kattığı Hatay var ya, onu şimdi resmi kayıtlara göre yüzde 15’ini Suriyeli Araplara para ile satmış olduğumuzdan, Tapu Kadastro Müdürlüğü satışı durdurmuş vaziyette. Gayri resmi satılan kısmı ile ilgili bilgimiz maalesef yok. Siz “Devlet”, devlet diyordunuz ya... Bizim “cici” zannedip de çıkardığımız haftalık gazeteye bile isim olarak verdiğimiz devlet, meğer “tu kaka” imiş. Devlet’in büyümesi değil, aksine küçülmesi gerekiyormuş. O’nu küçülteceğiz diye yılların birikimi ile kurmuş olduğumuz işletmeler, arsa parasının bile karşılığı olmayan rakamlarla yabancılara satılıyor. Bankalarımızın çok az bir kısmı Türk’ de kaldı büyük kısmı ecnebileşti. Sıkıntı içerisinde olan halka, bol keseden kredi dağıtıyorlar. Ödeyemeyenlerin, gayrimenkulleri de bu yolla yabancılaşmış olacak. Telekomünikasyonla ilgili müesseselerimiz de yine yabancılara satıldı. Borsaya göre endekslenen piyasamızın da şimdilik %70’i dış sermayenin hâkimiyetinde… Sıcak para merakı iki defa ülke ekonomisini kavurmuşsa da bunlar aynı dibi gözükmeyen kaptan serinlemek için içmeye devam ediyorlar. Bunları yaparak artık “Globalleşiyor” muşuz!
Hani siz: “Etnik gurupları ayrılık fikriyle tahrik etmek isteyen ‘Ver bana oyunu, kurtaralım soyunu’ gibi sloganlarla ortaya çıkıp, azınlık ırkçılığı yapanlara, bizzat hitap ettikleri etnik çevreler iltifat etmemiştir... Bir diğer partinin, mezhep ayrılığına dayalı politikası da, revaç bulmamış, tahrike çalıştıkları mezhebin mensupları, bu bölücülüğe destek olmamıştır.” Diyordunuz ya… Etnik gurup adedi açık arttırmaya çıkmış durumda. Şimdi bizim Başbakanımız sizin kastettiğiniz bir etnik guruba, yirmi dokuz daha zam yaparak, otuza çıkarttı. Ve sizin bahsettiğiniz  “Türk’ün yeniden cihangir olacağına inanmayan kâfirdir.” diyen Türkmen Bey’ine inat, -ne cihangirliği- biz O’nun bahsettiği Türk’ü, otuz etnik guruptan biri derecesine en resmi ağızdan indiriverdik. Sanki Selçuklu ve Osmanlı İmparatorluklarını kuranlar başkasıymış gibi. “Üste gök çökmedikçe; altta yağız yer yarılmadıkça senin ilini ve töreni kim bozabilir.” Diyen Kağanımız: Yer gök yerinde dururken, kimlerin ve ne uğruna o değerleri hallaç pamuğu gibi attığını ve bizim uysallıkla bunları sineye çektiğimizi kalkıp bir görse diyoruz…
Milleti idare etmek için ortaya çıkanlar, saygısızlığın, terbiyesizliğin, düzensizliğin numunesi olarak millete göründüler” tespitinizdeki durum da aynen yürürlükte…

Aklıselim, ekseriyet usulü seçimin hatırlanmasını bile sakıncalı bulur. Zira bu usulde ısrardan bir ihtilal doğmuştur. DP (Demokrat Parti) iktidarı, reylerin %49’unu aldığı halde iktidarı muhafazada devam edince, başka kuvvetlerin harekete geçmesi tabii olmuştur.
         Demokrasi, çoğunluğun haklı olduğu kaziyesine (ön kabulüne) dayanır. Milletin azınlığı parlamentoda çoğunluk halinde temsil edilince rejim, kendi mantığı ile çelişir. O zaman ya postulatları (mütearife) değiştirmek yahut neticeyi iptal etmek gerekir.
“Seçmenin %46’sı, parlamentonun %60’ına eşit çıktı mı, bu hesapta bir yanlışlık var demektir. Neticede ya rejim bozulur; ya seçim… 1’in, 2’ye eşit olduğunu ispat eden matematik oyunları vardır amma kimse alışverişini onlara dayanarak yapmaz
.”  Diyordunuz ya; nerede kaldı parlamentonun %46’sının, %60’ına eşit çıkması. Şimdi öyle bir seçim sistemi ve siyasi partiler kanunumuz var ki: Seçmenin %25’i, parlamentonun %75’ini temsil ediyor. Çıkan kanunlarda parmak %25 etkisiz olunca bu defa %25, %100 olarak millete hükmediyor. Hatta aynı oranla Cumhurun Başkanını seçmeye de kalktıkları için iş, mahkeme kapılarına aksedip, geri döndü. “Jet Fadıl”ın yerine geçen son anda, yangından mal kaçırır gibi “Jet kararlar” çıkarttırıyor.  “Bir’in Dört”e eşit olduğunu ispata çalışan, yöneticilerimiz ve dışardan nema’lanan basınımızın faaliyeti devam ediyor. Kurbanı nasıl keseceğimize bile karışan AB’nin bu konularda nedense hiç sesi çıkmıyor. Seçmen sayısının 1/4’ünün, geçerli oyların 1/3’nün oyunu alan parti, tek başına iktidar olup Anayasa’yı değiştirecek çoğunluğa ulaştığı halde iki taraf arasında kayıkçı kavgasına sebep olan “Başörtüsü” meselesini bile halledecek kanunu çıkaramadığı gibi AB emirlerine uyarak “zina” yı serbest bıraktı. Benim milletimin de seçimlerde, başörtüsü gibi masum bir istekle zina meselesini hangi hassas terazide tartacağının merakı içerisindeyim…
AB emirleri doğrultusunda, ülkeye fayda getirsin, zarar getirsin bütün kanunlar çıkarılabiliyor. “İnsan hakları” için ter ter tepinen, insan hakları diye suçlu haklarını savunanlar, şehirlerde insanımızın korkusuzca sokağa çıkması sağlanamıyor. AB, bir kanuna hiç ses çıkarmıyor. O da Siyasi Partiler Kanunu… Eskiden biz ve bütün partiler, köy köy dolaşıp üye kaydederken şimdi delege sayısının biraz üzerinde kayıt yapılıyor. Gençliğimizde öğrenci derneklerinde oynanan basit ayak oyunları şimdi, bütün siyasi partilerde oynanıyor. Üyeler silinip, sadece mevcut ekibi seçecek olanlardan üye yapılıyor.  Alt, üst kurul delegeleri bu usulle oluşup, genel başkan, genel yönetim ve milletvekilleri böyle seçiliyor. Halk idaresi dedikleri, demokrasinin şimdiki durumu bu…
Orduya Peygamber ocağı diyen Türk Milleti, bu hükmü boşuna vermiş değildir. Kumandanlık makamına “Peygamber döşeği” diyen halk inancı, bir gerçeği ifade etmektedir. Türk Milleti’nin içinde büyümüş Türkiye sahalarında yürümüş olan her aklıselim sahibi bu kıymet hükümlerini bilir.” Bahsettiğiniz kıymet hükümlerinden bîhaber olan bazıları çıkıp: “Mehmetçik, Muhammed’den gelmiyor. Bu ordu Muhammed’ in değil Atatürk’ün ordusudur.” Diyebilecek kadar      -sanki ikisi birbirinin çağdaşı ve rakibi imiş gibi algılayabilen- sivri zekâlılara rastlanabiliyor. O halde Atatürk’e neden “Gazi” sıfatının verildiğini, Onun“Gazi Mustafa Kemal” diye imza attığını, yurt savunmasına gidip ölenlere neden “Niyazi” denmeyip, “Şehit” denildiğini soran olmuyor. 

İşte Ağabeyciğim, senin geceni gündüzüne katarak çözmeye çalıştığın “Mesele”n bu durumda… Ülkenin, uyandırmaya çalıştığın milletimizin durumu da bu merkezde. Son yapılan mitinglerde kırmızı beyaza ve Ayyıldız’a boyanan, milyonların doldurduğu meydanlar uyanışın işaretlerini veriyorsa da bunu bile kendi karanlık emellerine alet etmek isteyenlere  rastlanmıyor değil.
Yine de sen rahat uyu… Türk’ün asil ruh güzelliği, bu tuzakların da üstesinden gelecektir.


Sadi Somuncuoğlu’nun, nişanında soldan sağa, İbrahim Metin, Dündar Taşer (......)
İhsan Somuncuoğlu, Emin Çelik
46 Yıl Sonra El Yazısı İle:
DÜNDAR TAŞER’ E GÖRE MİLLET VE MİLLİYETÇİLİK*

Dündar TAŞER’i, 35 Yıl önce 1972’nin 13 Haziran’ında, elim bir trafik kazası sonunda kaybetmiştik. 27 Mayıs 1960 Hareketini yapan Millî Birlik Komitesi’nin 38 üyesinden birisi idi. 13 Kasım’da yapılan bir iç darbeyle Alparslan Türkeş ve arkadaşları değişik ülkelere müşavir sıfatı ile sürgüne gönderilmişlerdi. Demokrat Parti’nin kapatılmasından sonra İsmet İnönü’nün, “Acele seçimlere gidilmesinde sayısız fayda var” sözüne Cemal Gürsel, “İktidara gelmek için gerdeğe girecek bir delikanlının heyecanını taşıdığı” cevabını vermişti. Hemen seçimlere gidilmesi arzusuna karşı çıkan 14’ler, siyasilerin yapamayacağı reformların yapılmasından ve DP mensuplarının yeterince teşkilatlanmalarından sonra âdil seçimlere gidilmesini savunmuşlardı. Acil seçim isteyen MBK üyelerinden 23’ü, 14’leri tasfiye etmişlerdi. Taşer de önce Fas’ın başkenti Rabat’a, oradan da İsviçre’nin Bern şehrine gönderilmişti.
         Günümüzde ülkemizi yönetenlerin, millet olmuş topluluğu ilk çağların kabilecilik dönemine götürmeye çalıştığı ve milletimizi tartışılır hâle getirdiği bir dönemi yaşamaktayız. Taşer’in İsviçre’de tuttuğu defterinin, 49 ve 50. sayfalarından 46 yıl önce millet meselesine bakışını aktaracağız:
***
“Türk milliyetçisiyiz; Türkçüyüz. Türkçülük, Türk milletini sevmek; Türk milletinin yaşaması, yükselmesi, Türk kültürünün korunması, yükseltilmesi için hizmetinde bulunmaktır.

Türk nedir? Mensubu olmakla övünç duyduğumuz milletin adı Türk’tür.

(Devletlerarası özel hukukta)
Hukuki manada, Türkiye Cumhuriyeti devletinin vatandaşı olan, (tebaası olan) herkese Türk denir.
(Devletlerarası genel kabule göre
)Siyasî manada Türk milleti, bu devletin kurucusu ve sahibi olan insan unsurunun ismidir.

(Tarihî ve hakiki anlamda Türk, tarihin bilinen devirlerinden beri Doğu Asya’dan, Orta Avrupa ve Yakın Doğu’ya kadar uzanan alanda yaşamış; devletler kurmuştur.) (Parantez içerisindeki bu bölümüm üzeri çizilmiştir. İ.M.)

Biz, tarihi ve gerçek anlamıyla: Türklük şuur ve kültürüne sahip kişi veya toplumu Türk kabul ederiz.
Milletler, tabiat ve tarihin eseridirler. Teşekkül tarzı, tarih ve yaşadıkları tabiattaki farklar, her millet için özel tarifi zorunlu kılar.
Soy, ırk, dil, dilek, vatan birliğine sahip insanların topluluğu, şeklindeki bir tarif, bütün milletleri kapsamaz. Her milletin teşekkülünde, bu şartlardan biri (kanıttır). Milletler, ölümsüz değildir. Doğarlar, büyürler, gelişir, değişir, ihtiyarlar ölebilirler. Tarih, medeniyetlerin olduğu kadar milletlerin de mezarıdır.
Gelişmeler, devam etmektedir.
Devletle millet, her zaman, çok defa ayniyet ifade etmez. Devlet siyasi, hukuki bir organizasyondur. Millet, beşeri bir vakıadır. Millet bir devletin yapımcısı, sahibi, hadimi veya tabii mahkûmu olabilir. Millet devletin beşeri unsurunun bir kısmı veya tamamı olabilir. Milletle devletin aynı olmayışı bir milletin, bitişik veya aynı coğrafyalarda birçok devletlerin sahip ve hâkimi yahut tabiî olması, durumu şeklinde müşahede edilebilir.
(Ayrı bir millet olarak vücut buluşa sebep olan temel faktörün zaman içinde duyulan, müşterek kültür, bir arada yaşama arzusu, dileği)
Müşterek kültür; millî kültür adını verdiğimiz bu faktörler; toplama toplumu diğer toplumlara karşı müstakil şahsiyet ve şuur sahibi kılar. Bir milletin mensubu kişiler kendilerini bu şahsiyetle ihata edilmiş hissederler; bu şuuru duyarlar.
Müşterek kültür ve millet şuuru; kişilerde, o millet içinde yaşama zorunluluğu, arzusu, dileği de yaratır.

         Millet, özellik ve bağımsızlık taşıyan bir kültür ve bir şuurdur. Bir milletin fertleri, aynı soydan olabilirler veya olmayabilirler; aynı dili konuşabilirler veya konuşmayabilirler. Aynı siyasî coğrafyada yaşayabilirler veya yaşamayabilirler. Aynı din ve mezhebe sahip olabilir veya olmayabilirler.  Aynı devletin tebaası olabilirler veya olmayabilirler. Fakat bu halde genel olarak, onları bir milletin çocukları yapan özel şahsiyeti olan bir kültüre ve bir millet olmanın şuuruna sahiptirler.

Milliyetçilik, millî kültürünü ve millet olma şuurunu koruma, yaşatma arzu ve iradesidir.

Bizim için Türk milleti, zaman ve mekâna tabi olmaksızın, Türklük kültür ve şuuruna sahip beşeri unsurdur.

(Soyu, ırkı Türk olan pek çok kimse, yabancı millet ve kültürlerin hizmetinde bulunmuşlardır. Bunlar, Türklük şuurlarını kayb ve hizmetinde bulundukları milletin, kültürünü benimseyerek, ona katıldıkları andan itibaren Türk sayılamazlar.
Soyları Türk olmayan pek çok kimse de Türk milletinin hizmetine girmiş, Türk kültürünü ve şuurunu benimsemişlerdir.  Bunlar Türk’türler.)

Türkiye Cumhuriyeti devleti, Türk milletinin kurduğu devletlerden birisidir. Türkiye, Osmanlı İmparatorluğu’nun kurucusu ve sahibi olan Türk milletinin İstiklal Savaşı ile kurtarabildiği vatan parçasıdır.
Bu vatan toprakları üzerinde yaşayan Türklük şuurunu taşıyan, Türk kültürünü benimseyen herkes Türk’tür.”

* * *
Sadi Somuncuoğlu’nun, nişanında soldan sağa, İbrahim Metin,
Dündar Taşer (......) İhsan Somuncuoğlu, Emin Çelik

  Gayet açık tarif ve açıklamalarına daha fazla ekleme yapmadan, “Türklük şuurlarını kaybettikleri halde başka milletlerin” değil, Türk milletinin başında bulunanları hayal bile edemediği için tariflerinin içerisine almayı ihmal eden (!) Taşer’i rahmetle anarak, bu konudaki sözünü tekrarlıyoruz:
( Soyu, ırkı Türk olan pek çok kimse, yabancı millet ve kültürlerin hizmetinde bulunmuşlardır. Bunlar, Türklük şuurlarını kayb ve hizmetinde bulundukları milletin, kültürünü benimseyerek, ona katıldıkları andan itibaren Türk sayılamazlar.
Soyları Türk olmayan pek çok kimse de Türk milletinin hizmetine girmiş, Türk kültürünü ve şuurunu benimsemişlerdir.  Bunlar Türk’türler. )



1969 Nisan’ından, 1979 Eylül’üne kadar 448 Sayı çıkan ve Ülkücü Hareket’in; haber, fikir ve strateji dergisi olan Devlet Gazetesi’nde yayınlanan ülkü şairimiz Dilaver CEBECİ’nin  “Dündar Taşer Sagusu” adlı nefis şiiri sunuyoruz:
 DÜNDAR TAŞER SAGUSU          
         Aman karlı dağlar ne olur
         Esker Ağam gelende yaralarım ey olur.
         
Dündar Ağam. Çoh görestim hardasan,
Eller sanır, bir karanlık gordasan.
Mene göre Tanrı nerde ordasan,

        Get Cennet’e Nebileri gör Ağam,
        Muhammed’in sağ yanında dur ağam.

İlduz ahar, yahudaki er bilmez.
Yol nicedür, degeneksiz kor bilmez.
Yadlar helbet gadir bilmez, ar bilmez;

        Beş bin yildur biz tanışuh hey ağam.
        Esker  ağam, yiğit ağam; beğ ağam,
 
Nece yıldur, bir ışıhlı düşüm var,       
Durağum yoh; böyle böyük işim var.
Hele bahın, ne çileli başım var;

       Abu felek mert ağamı apardı,
       Ciğerimin bir parasın kopardı.
        
Her gavgede duzah olur, al olur;
Ülkü içün boz tikenler gül olur
Rahmet yağar ifak sular sel olur,
 
     Şahin kuşu ucalardan av gollar,
     Turan ilde düğümlenür sarp yollar,
 
Bahar gelür; möhkem buzlar çözülür;
Gözlerden duru sular süzülür;
Durmak olmaz, Dündar Ağam üzülür;

     Allah deyip öz yurtlara varalım,
     Zalımların bayrağını cıralım.

Ataş yanıp tütün göğe ağanda,
Delü kurtlar düşmanını boğanda;    
Tanrıdağ’ da bayaz aylar doğanda
                                                                                                                                                               
     Dündar Ağam, Ötüken’ de toy edek,
     Kara kımız göl olanda pay edek.
 
Beyle yazdım, Türklük bunu tez bilsin,
Türkmen bilsin, Yörük bilsin, Uz bilsin,
Kafkas ilde bala bilsin, kız bilsin,

      Dündar Ağam, heç çıhmasın ürekten,
      Sayasında dertleşirih iraktan.
                                                                                                                                                                      

 Dündar TAŞER’i Ölümünün 35. yılında rahmet ve minnetle anıyoruz
TÜRK YURDU

http://www.turkocagi.org.tr/modules.php?name=Izbirakanlar&pa=showpage&pid=18

DÜNDAR TAŞER
 (1925-1972)
 Büyük Türk milliyetçisi, dava adamı ve gönül eri
 Dündar TAŞER, 1925 yılında Gaziantep'te doğdu. Köklü
 ve gelenekli bir aileye mensuptur. Aile ve aile
 çevresinde köklü ve derin bir Türk terbiyesi
 almıştır. Çocukluk ve okul yıllarını burada geçiren
 Taşer, ailesinin desteği ve kendi isteği ile kara
 harbokuluna girmiş, bu okulun tank sınıfından teğmen
 olarak mezun olup ordu saflarına katılmıştır.
 Bilahare kurmay subay imtihanını başarı ile vererek
 kurmay olmuştur. Ordu saflarında başarı ile hizmet
 vererek kurmay tank binbaşılığına kadar
 yükselmiştir. 1960 yılı 27 Mayısta yapılan ihtilale
 katılmış ve 38 kişilik milli birlik komitesinde yer
 almıştır. Daha sonra İsviçre'nin Zürih şehrinde
 bulunan T.C. büyükelçiliğinde askeri ateşelik yaptı.
 Yurda döndükten sonra da emekliye ayrıldı. Artık
 onun için siyasi hayat yeni başlıyordu. Alparslan
 Türkeş ve birkaç arkadaşıyla CKMP (Cumhuriyetçi
 Köylü Millet Partisi) ne girdi. 1969'da bu partinin
 adı Milliyetçi Hareket Partisi olarak değiştirildi.
 Ölümü olan 13 Haziran 1972'ye kadar MHP'de milli
 devlet, güçlü iktidar için mücadele etti. Talihsiz
 bir trafik kazası sonucu aramızdan ayrıldı, hakka
 yürüdü. O'nu rahmet ve şükranla anıyoruz. Ruhu şad,
 mekanı cennet olsun.
 Hayatı Türk milliyetçiliği yolunda mücadelelerle
 geçen Dündar Taşer, milli meselelerde daima vecd
 halinde, sanki ibadet halindeymiş gibi meselelerin
 üzerine eğilirdi. Geniş ve derin kültürü, keskin ve
 çarpıcı zekası, sarsılmaz imanı ve karakteri ile
 Türk milliyetçiliğinin mümtaz simasıydı. Dündar
 Taşer Türk tarihine vakıf, geniş bir kültüre
 sahipti. Gençlerin yetişmelerine büyük önem verir,
 bundan dolayı da gençlerle sık sık bir araya
 gelirdi, Israrlı ve sabırlı bir tarih okuyucusu idi.
 Tarihe bakışı geçmişi öğrenmeden daha öte bir mana
 taşır, tarihi bir laboratuvar olarak değerlendirerek
 olayları yorumlar, günümüz ve gelecek için dersler
 çıkarırdı. Derin ve şuurlu kültürü içinde sağlam bir
 muhakeme tarzına, akıcı ve heyecanlı bir uslûba,
 keskin ve ilk hamlede meselelerin özüne giriveren
 tahlilci bir özelliğe sahipti. Hangi konuda konuşup
 yazdıysa verdiği hükümler doğru çıkmıştı. Teşhis,
 tesbit ve yorumları olaylarca doğrulanmıştır.
 Olayları ve meseleleri Türk milliyetçiliği açısından
 değerlendirmiş, bakışı da bu tarzda olmuştur. Kutsal
 bir dava ve onun mücadelesinin yolcusuydu. Ülkenin
 meselelerine ışık tutmaya devam etmek ve ölümünden
 sonra da yaşamak, rahmetli Dündar Taşer'in
 büyüklüğünü gösteriyor. Her geçen gün biraz daha
 vatan sathını örten bayraklaşmada rahmetli Dündar
 Taşer'in payı giderek artıyor.


 DÜNDAR TAŞER'DEN SEÇMELER:


 Örf'le kanun ayrı menbalardan (kaynaklardan)
 gelirse yani kanun başka bir cemiyetin örfünden
 doğmuşsa cemiyette kanun dışına çıkma yaygın hale
 gelir ve düzen bozulur. Çok zamanlarda örf kanunun
 amir hükmünü yener ve onu uygulanmaz kılar.
 Milliyetçilik ile hürriyetçilik eş manalıdır.
 Mülkiyetle hürriyet arasında reddedilmez bir bağ
 vardır.
 Din, millet, vatan gibi mevhumlar yaşamaya devam
 edecektir. SAĞ'ın eskiliği gerçekliğinde ve
 güçlülüğündedir. Kökünün bin yıllara dayanması,
 dalının bin yıllar ötesine uzanacağının delilidir.
 Tarih boyunca Türk devleti Rusya'nın tehdidine
 uğramıştır. Rusya batı ile ittifak kurabildiği zaman
 da, Türkiye batı ile birleştiği zaman da Rusya'ya
 karşı toprak bütünlüğünü muhafaza etmiştir.
 Biz, bir cihan devletinin kalıntısı üzerinde, cihan
 hakimlerinin evlatları olarak oturuyoruz. Sokaktan
 mektebe, kahveden fabrikaya koşmalıyız. Sanayimizi
 kurmalı, büyük milletin imkanlarını büyük geleceği
 kurmak için seferber etmeliyiz.
 Cesaret, hadiselerin arasından sıyrılmaktır. Himaye
 kabul edenin, hamisine karşı fazla dik olamıyacağı
 bir bedahattir.


 MİLLİYETÇİ HAREKETİN TEMEL VASFI: TÜRK'E ZARAR
 VERMEYENE MÜSAMAHA, TÜRK'E FAYDA VERENİ HİMAYEDİR.


 Benim neslimden olanlar, imparatorluğumuzu
 haritadan yani kağıt üzerinde gördüler. Devletimiz,
 bize göre bir çoğrafya parçasından ibaretti.
 Çocukluk çağında, yaşadığı kasaba sınırları
 içerisinde kalmış bir insan tabiki dünyanın yarısını
 kavrayamazdı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder