28 Haziran 2011 Salı

Gökyay, Orhan Şaik


ORHAN SAİK GÖKYAY (16 Temmuz 1902-02 Aralık 1994)

Necmettin SEFERCİOĞLU

Öğrencileri ile arasındaki duvarları kaldırarak onlarla birer sevgi çemberi oluşturmayı başaran değişik ve değer­li bir öğretmen. Kılı kırk yararcasına titiz bir araştırmacı…Edebiyat ve edebiyat tarihi çalışmalarında en basit bir yanlışı veya eksiği affetmeyen bir eleştirmen. Samimî bir millet ve yurt sever. Bunlara ek olarak, kendini edebiyat tarihine kabul ettirmiş bir şair. 'Bu vatan kimin?' adlı şi­iri ile bir neslin gönlünde taht kuran bir ülkücü. Bunlar, Orhan Saik Gökyay' ı değerlendirmede yeterli olamayan birkaç tespit.
                                                                                                            *   *   *
Orhan Saik Gökyay, Bulgaristan'dan Türkiye'ye göçen bir Türk ailesinin yedi çocuğundan biri olarak İnegöl'de, 16 Temmuz 1902 günü doğdu. Babası Öğretmen Mehmet Cevdet Efendi, annesi Şefıka Hanımdı. Asıl adı olan Hü­seyin Vehbi sonradan unutulmuştur. 1934 yılında evlen­diği Ferhunde Hanım da öğretmendi. Çocukları yoktu.
İlkokula bir köyde başladı ve Kastamonu Numune Okulu’nda tamamladı. Orta öğretime öğretmen olan ağabeysinin yanında, Aydın'da başladı ise de, lise birinci sınıfta iken ayrılmak zorunda kaldı. 1920-22 yıllarında Ankara Öğretmen Okulu’nda okudu. Lisedeki eksiğini de Kastamonu Lisesi'nde dışarıdan girdiği sınavlarla, 1927'de tamamladı. Aynı yıl yüksek öğretmen okulu öğrencisi olarak girdiği İstanbul Edebiyat Fakültesi'ni 1931 yılında bitirdi.
Orhan Saik Bey, zor durumdaki ailesine destek olmak için, çalışma hayatına, liseyi yarım bırakarak, Kastamonu Özel İdaresi’nde kâtip olarak başladı. Öğretmen okulunu bitirdikten sonra da 1922'de Giresun'da,  1923 yılında Samsun'da, 1924-26'da Balıkesir'de ilkokul öğretmen­likleri yaptı. 1927'de liseyi bitirdikten sonra yüksek öğre­nime başladığı için iş hayatına ara verdi. Üniversitede görevli yabancı öğretim üyelerine Türkçe dersleri ver­mekle görevlendirildi. Fakülteyi bitirince, 1930'da Kasta­monu Lisesi edebiyat öğretmenliğine atandı. Malatya Ortaokulu'nda Türkçe Öğretmenliği; Edirne Lisesi ve Öğret­men Okulu’nda   (1933-34),   Ankara Erkek Lisesi  (şimdiki Atatürk) ve Musikî Muallim Mektebi’nde (1934-36), Eskişehir Lisesi’nde (1936-37) ve Bursa Erkek Lise­si’nde  (1937-39)  edebiyat öğretmenliği yaptı. 1939'da Ankara Devlet Konservatuvarı Müdürlüğü’ ne getirildi. 1944'te ırkçılık-turancılık suçlamaları ile tutuklanıncaya kadar bu görevde kaldı. On bir ay süren tutukluluk, yargılanma ve aklanma sürecinden sonra; Galatasaray Li­sesi öğretmenliği (1947-51), Londra Öğrenci Müfettişliği ve Kültür Ataşeliği  (1951-54), İstanbul (Çapa)  Eğitim Enstitüsü öğretmenliği (1954-59) görevlerinde bulundu. 1959-62'de Londra'daki bir yüksek öğretim kurumunda Türkçe okutmanlığı yaptı. 1962-67 arasında yine İstanbul Eğitim Enstitüsü’nde çalıştıktan sonra emekli oldu. Fakat görevini üç yıl daha ücretsiz olarak sürdürdü. Bundan sonra, Marmara (1983-86) ve Mimar Sinan (1988-94) Üniversiteleri’nde 'öğretim görevlisi' olarak dersler verdi. 02 Aralık 1994 günü uçmağa vararak Nakkaştepe Me­zarlığı’nda vatan toprağına karıştı.
                                                                                    * * #
Bütün hayatı çalışmalarla dolu dolu geçen Gökyay' ı, ben de neslimin bütün insanları gibi, ünlü 'Bu vatan ki­min?' şiiri ile tanıyordum. Yüz yüze tanışmam Millî Kütüphane'de verdiği bir konferans vesilesi ile oldu. O kon­feransında, edebiyatımızda çoğunlukla benimsenen 'di­van' ve 'halk' edebiyatlarının birbirinden kopuk iki ayrı edebiyat olduğu, divan edebiyatının 'millî olmadığı' iddi­asını delilleri ve örnekleri ile çürüten çok güzel bir ko­nuşma yapmış, dinleyenleri kendisine hayran bırakmıştı. Daha sonraki yıllarda da Türk Dil Kurumu’nun kurultay­larında görüşüyorduk. O iri cüsseli, yakışıklı adam kurul­tay salonuna girdi mi, herkesin ilgisini çekerdi. Hele bir de söz alıp konuşmaya başladı mı kurultayın zevkine doyulmazdı. Tabiî ondan kaçan, gözüne gözükmek isteme­yenler de vardı. Onlar genelde 'destursuz bağa girip' hocanın eleştiri oklarının acısını tatmış olanlardı. Arkadan arkaya düşmanlık belirtileri ortaya koyarlardı. Onunla yüz yüze gelmekten kaçarlardı. Hoca onlara aldırmazdı.
Orhan Saik Bey, bölüm başkanımız Prof. Dr. Osman Ersoy'u severdi. Bundan dolayı, o yıllarda DTCF'de top­lanan TDK kurultayları sırasında bir iki saatini de Kütüphanecilik Bölümüne ayırmayı ihmal etmezdi. Bu görüşmeler sırasında Gökyay Hoca' nın tatlı, birikimli sohbetlerini dinlemek ayrıcalığımızdan dolayı ayrı bir mutluluk duyardık. Bu ziyaretlerinden birinde, Kâtip Çe­lebi ile ilgili bir araştırmasının ayrı baskısı varsa ondan bir adet edinmek istediğimi belirtmiştim. Kurultaydan kısa bir süre sonra istediğim ayrı baskı geldi. Fakat ben, bize özgü umursamazlıkla, aldığımı kendisine bildirip te­şekkür etmeyi ihmal ettim. Bunun cezasını da hocanın Ankara'ya bir sonraki gelişinde yönelttiği azar yüklü ser­zenişi ile çekmiş oldum. O bu tür görgü kurallarına ken­disi 'harfiyen' uyar, dostlarının da uymasını isterdi.
Türk Dil Kurumu’nun biçim ve yapı değiştirmesi, üye­liklerin kaldırılması ve artık kurultayların da yapılma­ması, sonraki yıllarda görüşebilme şansımızı ortadan kal­dırdı. Sevgili hoca ile bir daha görüşmek kısmet olmadı.
Orhan Saik Gökyay' ın imrenilecek birçok nitelikleri ve üstünlükleri vardı. Onları şöyle özetlemek mümkün:

1.       Çok iyi, çok değişik bir öğretmendi. İlkokul öğret­menliği sırasında ders araları da içinde, bütün zamanını öğrencilerine ayırır, onlara değişik beceriler kazandırma­ğa çalışırdı. 'Cirit atmak' bunlardan biriydi. Askerlik ya­parken de boş zamanlarını okuma-yazma bilmeyen erlere, onların beğendiği biçimde mektuplar yazarak değer­lendirmişti. Liselerdeki ve yüksek okullardaki dav­ranışları da bunlardan farksızdı. Evi, öğrenci konukları ile dolar dolar boşalırdı.
2.       Çok iyi bir yönetici idi. Çok disiplinsiz ve başıboş bir okul durumundaki Devlet Konservatuvarı' nı kısa süre­de düzeltmiş, beğenilen bir kurum konumuna getirmişti.
3.       Dürüst ve vefalı bir insandı. Dostlarına ve dostluk­larına ihanet etmezdi. Bunun örneklerini 03 Mayıs 1944' te kopan ırkçılık-turancılık fırtınasında göstermişti. Bü­yük Türkçü Atsız, Edebiyat Fakültesi’nden sınıf, hatta sıra arkadaşı idi. Birbirlerini sever, sayarlardı. Edirne'de de birlikte öğretmenlik yapmışlardı. 03 Mayıs 1944'deki dâ­va duruşması dolayısıyla Ankara'ya gelmiş olan Atsız Bey’i evine, yemeğe davet etmişti. Birlikte bir akşam geçirip eski günleri anacaklardı. Fakat kaynayan fesat kazanı on­ları rahat bırakmamış, eve gelen sivil polisler yemeği ya­rım bıraktırmışlardı. Daha sonra başlayan tutuklama ka­sırgası, Gökyay Bey’i de içine almış, o zamana kadar ba­şarılı bir yönetici sayılan hocayı 'tû kaka' konumuna getirmişti. O da Türkiye'nin değişik yerlerinden toplanıp İs­tanbul'a götürülen öteki Türkçü sanıklar gibi 'Sansaryan İlanı' işkencesinden geçirildi, Sıkı Yönetim mahkemesinde yargılandı ve on bir ay tutuklu kaldıktan sonra aklandı. Dâvâdaki bütün suçu Atsız Bey’e evini açması; vefalı bir dost olarak davranması idi. O, bu Türkçülüğü yok etmeyi amaçlayan devlet terörü karşısında Türkçü arkadaşları yanında yer aldı; eza ve cefalara onlarla birlikte katlandı. Ve... sonunda onlar gibi aklandı.
4.       Çok titiz bir araştırmacı idi. Bir konuyu incelerken kılı kırk yarar yargısını ona göre oluştururdu. Araştırma sonuçlarında bir yanılgı veya eksiklik olmamasına çok dikkat ederdi. Bundan dolayı araştırmalarının sonuçlarını açıklayan yazıları güvenle kullanılırdı. Araştırmalarında gerçek bir bilim adamı gibi davranırdı.
5.       Amansız, acımasız bir eleştirmendi. Edebiyat veya tarihi alanlardaki araştırmaları titizlikle inceler ve değer­lendirirdi. Onlarda eksiklik veya yanlışlık gördü mü, onu yapanları en insafsız biçimde eleştirirdi. Eleştirilenler karşılık verme gücünü bulamazlardı. Destursuz Bağa Giren­ler (1982) adlı eseri, bu eleştirilerin tipik örnekleri ile do­ludur.
      •İyi bir şairdi. Çoklukla millet ve yurt sevgisini, mil­letimizin çektiği çileleri dillendiren şiirler yazmıştı. Aşk şiirleri de vardı. Fakat, onları kitaplaştırmayı düşünme­mişti. Yalnızca beş şiirini Birkaç Şiir: Poems adı ile Türkçe ve İngilizce olarak 1976'da yayınlamıştı. Şiirleri uçmağa varışından sonra Bu Vatan Kimin? (1994) adı altında kitap­laştırıldı.
O, tanınmış bir araştırmacı ve edebiyatçı olmanın ver­diği güçle yazardı. Kendisi, daha 22 yaşında iken Kasta­monu'da Çağlayan adlı bir dergi çıkarmış çalışmalarının ilk verimlerini o dergide yayınlamıştı. Sonraki yıllarda At­sız Mecmua, Çığır, Hisar, Orhun, Türk Dili, Türkiyat, Ülkü, Varlık' ın da içinde bulunduğu yirmi beşi aşkın gazete ve dergide şiirleri ve yazıları yayınlandı. Yukarıda anılanlar dışındaki basılı çalışmalarını şöyle gruplamak mümkün­dür:
Araştırma verimlerinin en önemlileri; 'Harnâme' (Öz­bek destanı, Necati Lûgal Armağanı''nda), 'Risale-i Mimari­ye ve Mimar Mehmed Ağa (İsmail II. Uzunçarşılı Armağa­nı'nda), 'Vaka-i Osmaniye' (Nihal Atsız Hâtıra Kitabı 'nda), Devlet Konservatuvarı Tarihçesi (1941), Kâtip Çelebi (1975), Molla Lütfi (1987).
İnceleme ve notlar ekleyerek yayıma hazırladıkları; Dede Korkut (1938), Dede Korkut Hikâyeleri (1939), Kaabusnâme (1944), Kâtip Çelebi'den Seçmeler (1964), Eşkâl-i Za­man / Ahmet Rasim (1969), Mizanü'l-Hak / Kâtip Çelebi (1973), Dedem Korkut Kitabı (1974), Cerbe Savaşı / Zekeriyazâde (1975), Dede Korkut Hikâyeleri (1977), Ziyafet Sofra­ları / Gelibolulu Mustafa Ali (1978).
Çevirileri; Doryan Gray'in Portresi / Oscar Wilde (Ferhunde Gökyay ile, 1937), Türklerde Karagöz / G. Jacop (1938), Menteşe Beyliği / Paul Wittek (1944), Gockel, Hinkel ve Gackeleia / C. Brentano (1959).
Çalışmaları yerli ve yabancı bilim çevrelerince değer­lendirilen Orhan Saik Gökyay' a ilk bilim armağanını, A.B.D.’deki Princeton Üniversitesi 1984'te iki ciltlik bir eser yayınlayarak sundu, İstanbul Üniversitesi 1985 yılında ona ‘fahrî doktor’luk diploması verdi. 1988’de Türklük Bilgisi Araştırmaları Dergisi’nin 6. ve 7. sayıları ‘Gökyay' a  Armağan’ olarak çıktı.  Cumhurbaşkanı da Kültür Bakanlığı’nın önerisi ile onu ‘Devlet sanatçısı’  sanı ile ödüllendirdi. Ayrıca, Günay Kutun Orhan Şaık Gökyay (1989)  ve H. Rıdvan Çongur ile Nail Tan’ın hazırladığı "Bu Vatan Kimin?" şairi, yazar Orhan Şaik Gökyay (2 c, 2002) adlı eserler yayınlandı. Bunlar onun bilge ki­şiliğini onaylayan çalışmalardır.


KAYNAKÇA:
SEFERCİOĞLU, N. (2005). Tanıdığım Ünlü Türkçüler. İstanbul: Ötüken Neşriyat


Gökyay, Orhan Şaik
Orhan Şaik Gökyay ( 1902 - 02 Aralık 1994 )

1902 yılında İnebolu'da doğdu, 2 Aralık 1994 tarihinde İstanbul'da öldü. Ankara İlköğretmen Okulu'nu, İstanbul Yüksek Öğretmen Okulu Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'nü bitirdi. Kastamonu, Edirne, Ankara, Eskişehir, Bursa, Malatya ve İstanbul'da edebiyat öğretmenliği, Devlet Konservatuvarı müdürlüğü, İngiltere'de öğrenci müfettişliği ve okutmanlık yaptı. Ankara Devlet Konservatuvarı Müdürü iken "Irkçılık ve Turancılık" davasında tutuklandı, yargılandı ve aklandı. Atsız Mecmua, Çağlayan, Çağrı, Çığır, Gösteri, Kopuz, Oluş, Orhun, Türk Dili, Ülkü, Yarın ve Yücel dergilerinde yazdı. Edebiyat tarihimiz ile ilgili araştırmalarıyla, özellikle Dede Korkut Masalları'nı yalınlaştırması ile dikkat çekti. Hece ölçüsüyle yazdığı şiirleri saz ve tekke şiirini kavramış bir gönül adamının ustalıklı tadını taşırlar.

Orhan Şaik Gökyay, Türk edebiyatına "Bu Vatan Kimin" adlı şiir şaheserini hediye eden şair ve örnek bir öğretmen, çok sayıda esere imza atan bir araştırmacı olmasına rağmen, sağlığında ve vefatından sonra medyadan ve kuruluşlardan hakkı olan ilgiyi görmedi.

Çalıştığı her sahada örnek olma özelliğini de taşıdı. Peşin hükümlü olmayan yapısı ile tabu olarak vasıf-landırılan konular üzerinde de çalışmaktan geri kalmadı. Tarih ve Toplum dergisinde dört bölümde yayın-lanan "Kızıl Elma Üzerine" adlı makalesinde Kızıl Elma'nın Türk mitolojisindeki, dini inanışlardaki, halk edebiyatındaki yerini açıklayarak Türk edebiyatından çeşitli örnekler vermişti.

O, bu yazısında Osmanlıların parlak zamanlarında iyice belirip şekillenmiş ve merhale merhale Türk büyüklüğünün, yükseklik fikrinin, ilahi bir gayenin timsali haline gelmiş olan Kızıl Elma'nın cihan hakimiyetinin sembolü kabul edildiğini belirten kaynakları açıklamış tır. Orhan Şaik Gökyay'a göre, Türk milletinin esas harikası kahramanlıktır. İçinin asker olduğunu söyler. "Tarihte askerleri, savaşları okuyoruz, Çanakkale ve İstiklal Harplerini yaşadık. O sırada bütün millet kahramandı, bütün millet vatanperverdi, bütün millet şairdi, biz de onlara katıldık" diyerek alçak gönüllülük göstermiştir. "Tükenmeyen, paylaşıldıkça artan bir sevgi varsa bu da vatan sevgisidir. Çünkü bunun kıskançlık tarafı olmaz. Olsa bile o da birbirimizden daha çok sevmeye özenmektir" diyerek kahramanlık şiirlerini aşk şiirlerine üstün tutmuştur. "Asker ve bayrak gördüğüm zaman hala gözlerim yaşarır" demiştir. Viyana kuşatmasının 300 üncü yıldönümünde bir grup Avrupalı Türkologla Kanuni'nin Zigatvar' daki türbesine gider ve orada Baki'nin meşhur mersiyesini sonuna kadar okur. Yabancılar hayret ve hayranlıkla hatta bir nevi huşu içinde dinlerler. Bu kadar vecitli okumasının sırrını çözemezler. Bu noktada hocamız müdahale eder;"elbette öyle okuyacaktım, çünkü kendimi cihan padişahının huzurunda hissediyorum" der. Bir devrin, bir padişahın azametini bu kadar ruhunda duymak ve bu azameti 400 yıl sonra bile, şahsi bir ruh hali yapmak, kendini milli tarih, milli kültür ve milli ruh ile birleştirmiş olmakla mümkündür.

Bu gün bir çok kişinin anlamadığı veya anlamak istemediği yahut değişmeler sebebiyle anlayamadığı ve okuyamadığı, bu yüzden de yok saymak eğiliminde olduğu bir edebiyatı ve bu edebiyatta eser vermiş kişileri tanıtmaya da özen gösterdi.

Kültür Bakanlığının 1972 yılında açmış bulunduğu Anıtkabir senaryosunu Orhan Şaik Gökyay'ın yazması ile Mehmet Akif Ersoy'un İstiklâl Marşı'nı yazması arasında benzerlik vardır. Her iki yarışmada da gönderilen diğer eserler değerli bulunmamış özel olarak katılmaları istenmiştir. Anıtkabir Senaryosunu bir Fransızın yazmak isteğine şu cevabı vermiştir.

"Sen kimsin? Sen bir düşmansın. Bunu nasıl yazacaksın? Sen Adana'da Ermenileri Gaziantep gazileri üzerine ve Kahramanmaraş kahramanları üzerine sal-dırtan Fransız değil misin? Türk'ün kahramanlığını sen nasıl temsil edesin?"

Çok sayıda esere imza atmış olmasına karşılık Ahmed Kabaklı'nın Türk Edebiyatı, Nihat Sami Banarlı'nın Türk Edebiyatı Tarihi ve bunlar gibi birçok kaynak eserde, Nihal Atsız gibi, Orhan Şaik Gökyay'a da layık olduğu değerin verilmemiş olması üzücüdür.

Sayılan birçok özelliği, değerli hizmetleri bulunmasaydı bile biz Türkçüler Orhan Şaik Gökyay'ı yine unutmayacaktık. Nihal Atsız'ın satırlarından nasıl vefalı bir dost olduğunu biliyorduk. Türk Milliyetçiliğinin yargılandığı 3/Mayıs/1944'de, Milli Şef diktatörlüğünün hüküm sürdüğü ortamda, kendisine zarar geleceğini düşünmeden arkadaşı Nihal Atsız'ı evinde misafir etmesi, ona sahip çıkması bizce unutulmayacak bir vefa ve insanlık örneğidir. Kendisinden dinlediğimiz şekliyle; Cumhurbaşkanı Başyaveri İnönü' nün emrini iletti. Atsız'ı derhal evinden çıkaracaksın. Siz çıkartmazsanız biz gelip zorla çıkartacağız

Orhan Şaik Gökyay -Bir suç işlemişse siz gelir alırsınız der. Misafirini evinden çıkartmaya mecbur tutan Türklükle, insanlıkla bağdaşmayan seviyesizliğe arkadaşını teslim etmez. Bu konuyu savunmasında şöyle anlatır;

...Bu yersiz ve çürük ithamlar, benim adımın üzerinde, o engin denizdeki çer çöp gibidir. Çünkü dar ağacına da çeksen sancak yine sancak-tır... cezaevinde geçen günlerini O Gecelerden Birinde şiirinde anlatmıştır.

Aldırma sen, çoktandır darağacındadır adım,
Darağacına da çeksen sancak hep o sancaktır
Namerdin gittiği yola imrenip heveslenme. Yine savunmasında

"Eşit adaletin yürüdüğü müstakil Türkiye Cumhuriyeti'nde, onsekiz yıllık bir mektep arkadaşını iki gece misafir etmenin basit bir muaşeret icabı olduğunu ve bunun bir suç olamayacağını, dünyanın hiçbir yerinde, tarihin hiçbir devrinde suç sayılmadığını müdafaa ve isbata çalışacağım." demiştir.

Atsız ile olan dostluğu Orhan Şaik Gökyay'ın onbir ay tutuklu kalmasına sebep olur.


Bölücülüğe prim verildiği, siyaset için her yolun mübah görüldüğü yaşadığımız kozmopolit ve dejenere ortamda Ulu Önder Atatürk'ün "Ne Mutlu Türküm Diyene" vecizesini sahiplenen Türk Milletinin "Bu Vatan Kimin?" sorusuna da gereken cevabını verdiğine ve vermeğe devam edeceğine inanıyor, değerli hocamızı saygı ve rahmetle anıyoruz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder