29 Haziran 2011 Çarşamba

Gökdemir, Ayvaz

AYVAZ AĞABEYİM
Cezmi BAYRAM
Türk Yurdu Dergisi, Mayıs 2008, Cilt:28, Sayı:249
          1973 yılı Eylül ayında Ankara’ya, Yüksek Öğretmen Okulu’na geldim. Okuduğum Yeni İstanbul Gazetesi, Toprak ve Orkun dergilerinden tanıdığım ve Ankara’da olduğunu zannettiğim şahsiyetleri aramaya başladım. Millî Kütüphanede rahmetli Necdet Sançar’ı bir Çarşamba günü öğleden sonra ziyaret ettim. Beni Üniversiteliler Kültür Kulübüne yönlendirdi. Ankara’nın yabancısı olduğum için Millî Kütüphane’nin çok yakınında olmasına rağmen, biraz da çekingenliğimden, bulamadım. Ertesi hafta Hocayı tekrar ziyaret ettim. Kulübü bulamadığımı söyledim. Felçli ve bastonla yürümesine rağmen beni kendisi götürdü ve o gün nöbetçi olan Kerkük’ün büyük şehidi Nejdet Koçak Ağabeyime teslim etti. Nejdet Ağabey Yüksek Öğretmenli olduğumu öğrenince, hemen Ayvaz’ı tanıyor musun dedi. Tanımıyordum. Onunla tanış dedi. Kulübün faaliyet günlerini söyledi. Hazırlık Sınıfları - bizim kısmımız- ile Fakülteler ayrı binalardaydı. Ancak yemeklerde beraber olma şansımız vardı. Bir hafta uğraşmama rağmen Ayvaz Ağabeyimi tanıyamadım. Bir hafta sonra Kulüpteki seminere geldim. Yeni olmama rağmen bir kaç kere söze girip konuştum. Ben güzel konuştuğum için tekrar tekrar söz verildiğini düşünüyordum. Meğer bu ağabeylerimin bir taktiği imiş. Beni kazanmak için öyle yapıyor, beni adam yerine koyuyorlarmış. Nede olsa 17 yaşındayım ve daha küçük görünüyordum.  Sohbet sonunda henüz tanışmadığımız Ayvaz Ağabey’im ilk defa gördüğü, fakat oranın eski bir müdavimi gibi davranan, çok konuşan çocuğun kim olduğunu öğrenmek istemiş.  Böylece tanıştırıldık. 1973 yılı Ekim ayıydı. O günden bu yana tam kırk beş yıl, hem ağabeyim, hem yol hocam oldu. Ben onun kardeşiydim. Hem de kan kardeşinden daha yakın. Hem Ayvaz Ağabeyimin, hem de ilk tanıştığımda yanında gördüğüm, uçmağa varana kadar da yanında olan Sevgi Ablamın...

Geçen 45 yılı anlatmak kolay değildir. İlk günden itibaren güzel konuşuyordu. Sarih bir mantık silsilesiyle olayları yorumlayışına gıpta ederdik. Henüz 21 yaşındaydı ama ölçüleri sağlamdı. O yaşta bilgisi kitabî değildi. Okunmuş, yoğrulmuş, şahsîleştirilmişti. Güzel ve hiç gramer hatası yapmadan konuşurdu. Muhataplarının hatasını da hemen düzeltirdi. Biz küçükler, konuşmamıza dikkat ettiğimiz gibi, yaşıtları da onun ağabeyleri de ifadelerine dikkat ederdi. Edebiyat öğretmenliği sadece sınıfta değil, hayatının her safhasında, tabii bir hal olarak yaptığı işti. Söylediklerimiz hakkında aferin almak bir yana, tenkidine mâruz kalmamak bahtiyarlıktı. Ben bugün mümkün olduğu kadar az hata ile konuşuyor ve yazıyorsam, bunu ondan çekinmeme ve Galip Ağabeyime borçluyum.

Mezuniyetine kadar Yüksek öğretmenli milliyetçi öğrenicilerin lideriydi. Kendisinden sonra bayrağı ben devraldım. İlk öğretmenliğini Kayseri’de yaptı. Okul dönemimiz iki yıl sürmüştü. Kayseri’deyken mektuplaşırdık. Orada ziyaret de ettik. İlk defa hayretle müşahede ettim ki uzun süre fiziken ayrı kalmamıza rağmen olayları değerlendirmede tam bir uyum içindeydik. Bu hal diğer ağabeyler için de geçerlidir. Her birimiz ayrı şahsiyetler olmamıza, farklılıklara önem vermemize rağmen, temel meselelerde hiç de farkı düşünmüyor ve tavır koymuyorduk. Bu durum bizim dışımızdakilerin de hayranlık ve gıpta ile hatta biraz da kıskançlıkla takip ettikleri güzel hallerimizden biri idi.

Önce Yüksek Öğretmende, sonra Dernek’te –Kulüp artık Üniversiteliler Kültür Derneği olmuştu- neşrettiğimiz OCAK Dergisi’ne Kayseri’den gönderdiği “Erken Kifayet Duygusu” b.aşlıklı yazı büyük yankı yaptı, çok etkili oldu. Bugün de tazeliğini ve önemini muhafaza eden bir yazıdır. Bir kaç kitap okuduktan sonra kendini büyümüş hisseden gençlerin düştüğü hâli anlatır.

Liderlik karizması olduğu için gittiği her yerde kutup yıldızı gibi olmuştur. Gazi Eğitim Enstitüsüne öğretmen olarak gelmesiyle fiziki ayrılığımız son buldu. Gönül birliği hiç kopmayan dostlarıyla artık fiziken de beraberdi. Memleketimizin sıkıntılı dönemi idi. Fikir münakaşalarının yerini silâhlar almıştı. Biz fikir faaliyetlerinin aralıksız devam etmesi gerektiği inancıyla gayretimize devam ettik. Birinci MC hükümeti kurulunca ben Ülkü-Bir’in Genel Başkan Yardımcısı, o yönetim kurulundaydı. Dernek olarak onun Öğretmen Okulları Genel Müdürü olmasını kararlaştırdık. Uzun v e zorlu bir mücadele ve gayretin sonunda, maksadımız hâsıl oldu. Ancak belki bunun gerçekleşme hikâyesini de ayrıca yazmak mümkün olur. Çok ibretlidir.

Henüz 33 yaşındaydı ve kısa bir lise müdür yardımcılığı dışında idarecilik tecrübesi yoktu. Bu durumu onun aleyhinde kullandılar. Ancak hizmetlerini, başarılarını görünce hemen hepsi mahcup oldu. Onun yaptıkları sonunda Türk Millî Eğitiminin öğretmen çehresi değişti. Kendisi ve ekibi büyük bir inançla, heyecanla hizmet verdiler. Düşmanları ona “Komando” lâkabını taktı. Bu kelimenin ilk plânda çağrıştırdığı hiçbir eylem içinde olmadı ama tam v e kâmil mânâda fikir ve düşünce mücahidi idi.  Öğretmen Okulları Genel Müdürlüğü Millî Eğitim tarihinde bir dönüm noktasıdır v e kelimenin gerçek mânâsıyla tam bir ihtilâl v e inkılâp etkisi yapmıştır. Doğrudan ilgi alanına girmemesine rağmen Türk Musikisinin mektepleşmesini de ilgili bütün bürokratların muhalefeti sebebiyle, o gerçekleştirmiştir.

Genel Müdürlüğünden sonra başka görevlerde de bulunmuştur. Çok kıymetli kitaplar yazmıştır. Bakanlık yapmıştır. Hayallerinin ve ideallerinin bakanlığını yapmıştır. Türk Dünyasından sorumlu olmuştur. Ancak, hiçbiri Genel Müdürlüğü kadar zihinlerde yer almamıştır. Bu bakımdan büyük Hakan 2. Mehmet’e benzer. O da genç yaşında v e saltanatının ilk yılarında İstanbul Fâtihi olmuştur ve sonra 28 yıl Büyük Hâkan olarak saltanat sürmüştür. Ama o hala İstanbul Fâtihidir. Ayvaz Ağabeyim de Genel Müdürlüğünde takılan lâkabı ile hâlâ  “Komando Ayvaz”dır.

Benim için yokluğuna ve fırçasından mahrumiyetine katlanmak zor. O Kürşad’ın, bütün büyük Türklerin ve en önemlisi “Kutlu “ bir doğumla dünyaya rahmet olarak gelen Peygamberin yanında yerini aldı.

Nur içinde yatsın ve mekânı cennet olsun.
*Dr. Türk Ocakları İstanbul Şubesi Başkanı

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder