27 Mayıs 2011 Cuma

Ergeş Uçkun

TURAN ŞAİRİ ERGEŞ UÇKUN

Uçkun, ömrünü Turan için harcamış çok kıymetli bir şahsiyetti. Turan Şairiydi. Güney Türkistan’da, Anthoy’da başlayan seksen iki yıllık çileli bir yolculuk, Silifke’de noktalandı. On yıldır Mersin'in Silifke İlçesi’nde yaşayan ve geçirdiği felç yüzünden konuşamayan Uçkun, 36. Silifke Kültür Haftası dolayısıyla ilçede bulunan Türk Dünyası Halk Oyunları ekibinin gösterisi sırasında fenalaştı. Ömrü boyunca Türk Dünyasının birliği, Turan için atan şairin kalbi, bu heyecana dayanamamıştı. Silifke Devlet Hastanesi'nde yapılan müdahalelere rağmen kurtarılamadı. Turan Şairi Şahımerdankul Hanoğlu Hacı Ergeş Uçkun kalp krizi sonucu Hakk’ın rahmetine kavuştu. Öldüğünde “Vatanım” dediği Silifke’ye gömülmek istemişti. 26 Mayıs günü Alâattin Camii’nde öğleyin kılınan cenaze namazından sonra Silifke şehir mezarlığında toprağa verildi. Mekânı cennet olsun.
Güney Türkistan (Bugünkü Afganistan) Özbek Türklerinden Şahımerdankul Hanoğlu Ergeş Uçkun, Afganistan’da Meymene’ye bağlı Anthoy'da 21 Şubat 1927'de doğdu. Güney Türkistan’ın Horasan Vilayeti’ne bakan bu şehir, aynı zamanda Eski Horasan’ın başkentidir. Yedinci kuşaktan dedesi Devlet Han’dır. Baba tarafı Anthoy ve Şıbırgan kalelerinin muhafızlığını yapmıştır.[1] 1938-44 yılları arasında Anthoy İlkokulu‘nu bitirdi. 1950’ye kadar Kabil Darülmuallimîni’nde okudu. 1950-52 yılları arasında Kabil Darülfünunu'nda kimya ve biyoloji okudu. 1952-54 yılları arasında Anthoy'da öğretmenlik yaptı. Siyasî dalgalanmalar yüzünden Meymene'ye gönderildi. 1957 yılına kadar Ebu Ubeydî Cüzcânî Lisesi müdür muavinliği görevinde bulundu. O zamanki Afgan Hükümeti'nin Türklere karşı açtığı yok etme siyasetine isyan ederek sevdiği mesleği ve vatanından ayrıldı. Yıllar sonra eşine “On iki yaşından itibaren Turancılık adına yaşadığını ve köy köy dolaşarak haksızlığa uğrayan Türklere yardım etmeye çalıştığını” anlatmıştı. Uygulanan politikaya karşı geldiğinden, Afgan Hükümeti’nce ölü ya da diri olarak yakalanması için para ödülü konmuştu. Çocukluğundan itibaren bütün Türklerin tek bir çatı altında yaşaması gerektiğini savunmuş, şiir ve yazılarıyla birlik ve beraberlik sağlamaya çalışmış, işkence gören Türklere destek vermişti. Başı için ödül konulunca, önce Pakistan’a oradan da İran’a kaçtı. 1957 yılında da, kendi ifadesiyle “dört ülkeyi yaya olarak gezip” geldiği ve “Ay yıldızıma kavuştum” dediği Türkiye’ye sığındı.
1957-61 yıllan arasında Adana’da Toros İlkokulu’nda öğretmenlik yaptı. 1961 yılında eşi Türkan Hanım’la burada tanışarak evlendi. Aldığı maaşla geçinemeyince aynı yıl istifa etti. İngilizce bildiği ve Kimya, Biyoloji eğitimi aldığı için Mersin Ataş Rafinerisi laboratuarında işe alındı. 1974 yılında oradan da ayrıldı. İnsanların birbirlerini öldürmelerine neden olan siyasi görüş ve çalkantılar aileyi korkutmuştu. Timuçinhan, Timurhan, Bedelhan ve Aybarshan adlı oğullarını bu kargaşadan uzaklaştırmak için bir arkadaşı aracılığıyla Amerika'ya gitti. Asıl hedefi, gelişmeleri hadiselerin kaynağından takip etmekti. Princeton’da Mobil Oil’de teknik eleman olarak çalışmaya başladı. Çocukluğu, gençlik yılları ve göçleriyle ilgili olarak Yurt Koşugları kitabında yer alan kendi anlatımı, özellikle halkbilimciler için zengin bir kaynaktır.
Ergeş Uçkun, ABD'de Türk Dünyasını bölme, parçalama ve yönetme çalışmalarını yakından takip etti. Kendi kıt imkânlarıyla çıkardığı “Şebname” ve “Orun” gazetesi[2] ve “Çapandaz” dergisini Türk Dünyası’na, Afganistan'a ulaştırmaya çalışıyor, şiirleriyle yazılarıyla Türk Milleti’ni uyarmaya, ayağa kaldırmaya, birleşmeye bütünleşmeye çağırıyordu. Uçkun, Söylemez’in dediği gibi “Şahsında adeta bütün Türkistan’ı temsil eden bir şairdi”.[3] Yeryüzünde Türklerin yaşadığı her yeri kucaklıyor, onların insan haklarından mahrum yaşantıları ve geleceklerini düşünüyordu. En önemlisi de Türklerin aralarındaki kavga-döğüş onu çok üzüyordu. Asırlardır bu kavgayı körükleyip yeni nifaklar planlayarak Türkistan’ı ve Türkleri parçalayanlara karşı, ferasetsiz Müslümanlar ve dirayetsiz yöneticilerden şikâyetçiydi. Türkiye’yi çok seviyor, fakat stratejik bir noktada bulunduğu için, belki bütün dünyada harici ellerin en çok oynadığı yer olduğunu düşünüyor; “Türkiye’de dolar pound mark frank ruble hatta dinar ve riyal’den liraya kadar her türlü para pulun pazarı vardır” diyordu.[4] Türk Dünyasının yöneticileri bir araya gelince sevinç duyuyordu. Türk Dünyası Halk Oyunları ekiplerini bir arada gördüğünde de sevinçten kalbi duracak kadar samimi bir Türkçü idi.
1990’lı yıllarda Türk Dünyasının yeniden bağımsız devletler halinde uyanışı onu ümitlendirmişti. 1996'da Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde, Girne’de dördüncüsü yapılan Uluslararası Şiir Şöleni’nde verilen üç büyük ödülden biri olan ‘Şeyh Galip Ödülü’ne layık görüldü. Yaklaşık otuz yıl ABD’de yaşadıktan sonra yeniden Türkiye'ye döndü, Silifke’ye yerleşmeye karar verdi. Bir ev yaptırdı. En verimli döneminde, 15-18 Ekim 2003'de Strazbourg’da Türkiye Yazarlar Birliği’nin düzenlediği Türkçe’nin Uluslararası Şiir Şölenleri’nin beşincisine katılmıştı. Bu seyahatinden dönüşünde felç geçirdi ve konuşamaz oldu. Kendi ifadesiyle, Strazbourg'da zehirlenmişti. Bir volkanın lav püskürememesi gibi bir durumla karşılaşan Ergeş Uçkun, o seksenlik genç, suskunluğunu yaşıyordu. Türk Dünyası sahipsizdi, O sahip çıkmaya çalışıyordu. Heyhat! Türk Dünyasına gönül veren bizler, onu Türkiye'de de yalnız bıraktık. Hey Kışlağı Horasan, menzili Bakü, yaylası Almatı, sevgilisi Ankara, aşkı Aşkabat, gönlü Taşkent ve Semerkant olan Koca Şair...
Türk Dünyası’nda, Afganistan’da ve Türkiye'de çeşitli yayın organlarında Türk Dünyası ve Türklük meseleleriyle ilgili araştırma ve inceleme yazıları yayınlanan Ergeş Uçkun’un, Türkiye’de, Orhan Söylemez tarafından Ötüken Yayınları arasında “Yurt Koşugları” adlı bir şiir kitabı yayınlandı. Yurt Koşugları şiir kitabı onun şiirlerinin sadece bir kısmıdır. Kaybolan şiirleri de bir kitap hacmindedir.[5] “Tacik mi, Taclık mı?” kitapçığı[6]  yayınlanmış bir diğer eseridir. Afganistan’la ilgili olarak yazdığı “Kâbil Niçin Yanıyor?” makalesi[7] Ersin Özarslan’ın çevirisiyle yayınlanmıştır. Yeni Türkiye Dergisi’nin Türk Dünyası Özel Sayısı’nda Afganistan Türklerini işlediği “Elli Bin Yaşındaki Turan Afganistan Olur mu?” adlı önemli bir makalesi[8] daha vardır. Düz yazıları da en az şiirleri kadar etkileyici ve önemlidir. Uçkun'un, Türkçe, Arapça, Farsça, Urduca ve Tacikçe şiirleri bulunuyordu. Çok sayıda yayına hazır eseri bulunan, fakat geçirdiği felç yüzünden yazamadığına üzülen Uçkun, yaklaşık on yıldır Mersin’in Silifke İlçesi’nde yaşamaktaydı. Prof. Dr. Orhan Söylemez, Uçkun’un basılmamış şiirlerini yayına hazırlıyordu.
Eserlerini dünyanın her yerindeki Türkün okuyup anlayabileceği şekilde yazıyordu. Milletimiz, böyle kıymetli evlatlarını kolay bulmadığı gibi, çabuk kaybediyor. Türk Dünyası’nın başına gelmiş ve gelebilecek tehlikeleri yakından takip eden ve yorumlayan, düşünce ve hayâl coğrafyası onun kadar geniş birini daha tanımadım. Yaşarken kıymetini bilemediğimiz son Dedem Korkutumuzdu. Uçkun'un diğer eserleri; şiirleri, hatıraları, tamamen kendi imkânlarıyla kırk yıldır Amerika'da çıkarmaya çalıştığı Şebname, Orun ve Çapandaz dergilerindeki yazıları; Afganistan’da, Türkiye’de, Amerika’da sağda solda kalmış, kaybolmuş şiir ve makaleleri; özellikle Afganistan'dan kaçmasına sebep olan millî sporlara dair “Oğlak, Kabak ve Güreş”, “Karagöz”, “Sürmeyi Süleyman” ve “Kadir Taga” adlı makaleleri; hazırlamakta olduğu “Türk Adları” ve benzeri eserleri de inşallah kitap halinde yayınlanır.
Çapandaz Ergeş Uçkun adlı kitapta, Uçkun’un örütbağda çıkmış şiir ve makaleleriyle bazı mektuplarını ve basılmamış şiir ve makaleleri derlenmeye çalışılmıştır. Basılmamış diğer şiir, makale ve yazılarının basılmasının yanında adını, hizmetlerini yaşatmak için, başta Adana Toros İlkokulu’na adının verilmesi gibi konularda bize gayret etmek düşüyor. Uçkun “Vesiyetname” adlı şiirinde şöyle diyordu:
Ehli dil, ehli niyaz, bizni ziyaret eylese
Asl-u-nesliyni yazıb, bir kette divana kömüñ[9]
Bu vasiyetnameni körgen kişiler oylaşın
Koldaşın ey coralar, Uçkunnu vicdana kömüñ[10]

            Ergeş Uçkun’a Allah’dan rahmet ve mağfiret diliyoruz. Milletimizin başı sağ olsun. [11]


[1] Söylemez, Orhan. Yurt Koşugları. Ötüken Yayınevi,  Sf. 13-14
[2] http://www.angelfire.com/nb/junbesh/uzbekturkmen/talibani_mezar.htm
[3] Yurt Koşugları sf. 9
[4] Yurt Koşugları sf. 34
[5] Küçükyıldız, Arslan “Turan Şairi Şahimerdankul Hanoğlu Ergeş Uçkun” Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi. Sayı 10, Erzurum 1998. s. 267-276.
[6] Uçgun, Ergeş. Tacik mi, Taclık mı?, Türk Halk Kültürünü Araştırma ve Tanıtma Vakfı Yayınları, Ankara: 1994, V+21 sf.
[7] Uçgun, Ergeş. Kâbil Niçin Yanıyor? Çev. Ersin Özarslan, Türk Yurdu Dergisi, Kasım 1995, Cilt 15, S. 99, sf.52-53
[8] Uçgun, Ergeş. Ellibin Yaşındaki Turan Afganistan Olur mu? Yeni Türkiye Dergisi, Temmuz-Ağustos 1997, sayı.16, s. 1694 vd. Ayrıca makale, şu yayında da yer almıştır: Mazlum Türkler Ülkesi Afgan Türkistanı (Güney Türkistan) 2001, İstanbul, Turan Kültür Vakfı, 2001, 136 sf.
[9] Yurt Koşugları sf. 98-99. Uçkun, “Vesiyetname” adlı 1986’da yazdığı bu şiirinde “Han Atamın toprağı Şanlı Turan” dediği topraklara gömülmek istediğini yazmıştır. Burada, “kömüñ” (gömün) kelimesinde kullandığımız “ñ”işareti, “Nazal n, Sağır Kef yahut Kâf-ı Türkî” denilen ve “bana”, “sana”, “atañnı” (babanı) kelimelerinin yerel kullanılışında duyulan “ng” sesi karşılığı olup, “n” ve “g” harflerinin, birlikte, genizden okunması ile ortaya çıkan Türklere has bir sesi gösteren işarettir. Uçkun sık sık bu sesi kullandığı için bu çeviri işaretine ihtiyaç duyulmuştur.
[10] Gönül ehli, dua ehli bizi ziyaret ederse / Soyunu sopunu bir büyük kitaba gömün (yazın, koyun.) / Bu vasiyetnamemi gören kişiler düşünün /  El ele verin, birleşin ey dostlar, Uçkun’u vicdana gömün.
[11] “Küçükyıldız, Arslan. Ergeş Uçkun (21 Şubat 1927-25 Mayıs 2009), Yom / Türk Dünyası Kültür Dergisi, Bahar 2009, S. 14, İstanbul. Sf. 97-99” künyeli yazının gözden geçirilmiş, ilaveli halidir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder