28 Nisan 2011 Perşembe

Evliya Çelebi

Dünya tarihinin en büyük gezgini: Evliya Çelebi

On ciltten oluşan muazzam 'Seyahatname'si ile dünya gezginleri arasında bugüne kadar hiçbir büyük gezginin ulaşamayacağı bir rekor kırmıştır. Yaşadığı dönem Türk cihan devleti Osmanlı İmparatorluğu'nun en geniş sınırlara ulaştığı 1683 Viyana bozgunu öncesi yıllarıdır. 26 milyon kilometrekare yüzölçümüne sahip, 3 kıta imparatorluğu muazzam devletin hemen her tarafını gezmiş ve bu ülkelerden unutulması mümkün olmayan çok renkli intibaları büyük bir tarih belgesi gibi seyahatnamesine sığdırmıştır. Bu büyük seyahatnamenin yüzlerce baskısı yapılmıştır. Seyahatnamenin yazılmasının tamamlandığı günlerden beri Osmanlı'nın geniş ülkelerden çekilmeye başlamasının da başladığı tarihler arasındadır. Osmanlı'dan ayrılan her yeni devlet kendi bölgesiyle ilgili bölümleri de seyahatnamenin bütününden ayrı olarak ve kendi dillerine çevirerek, notlar, açıklamalar eklemek suretiyle yayınlamışlardır.

1620 yılındayız. 19 yaşlarında, ele avuca sığmayan, atak ve civelek bir genç, bir aşure gecesinde (Arap takvimine göre Muharrem ayının sayılı gecelerinden biri) gördüğü rüyanın etkisiyle uyanır uyanmaz soluğu Kasımpaşa Mevlevî Şeyhi Abdullah Dede'nin dergâhında (dinî toplantı yeri) alır. Genç ad*** yorumlanmasını mevlevî şeyhinden heyecanla dilediği ilginç rüyasını anlatmaya koyulur:

'... Evet gördüm ki Yemiş iskelesindeki Ahî Camii'nde toplanan kalabalığa Hazreti Peygamber Efendimiz de şeref vermişlerdi. Kendileriyle görüşmek mutluluğuna erdiğimde 'şefaat (- yardım) ya Resûlûllah', diyecek yerde heyecan ve şaşkınlığımın şiddetiyle 'seyahat ya Resûllûllah' demek gafletinde bulundum. Hazreti Peygamber Efendimiz nurlu yüzlerinde beliren bir gülümseme ile bu şaşkına hem 'şefaat' hem 'seyahat' va'dinde bulundular. Şeyhim, bu rüyanın anlamı ne ola?' Rüyayı dikkatle dinleyen meslevî şeyhi de şunu öğütler:

'- Oğlum, senin nasibin seyahattir. İstanbul'dan başlayarak gidebildiğin her yeri gezecek ve göreceksin; gördüklerini de bir yana yazmayı unutma!'
O günden sonra (1630), İstanbul'u, Anadolu'yu, imparatorluğun bir ucundan öteki ucuna kadar karış karış dolaşmayı ve her gördüğünü yazmayı kendisine iş edinen 19 yaşındaki bu genç, ünlü Türk gezgini Evliya Çelebi'den başkası değildi...

Evliya Çelebi'nin Hayatı

Evliya Çelebi, İstanbul'da Unkapanı semtinde dünyaya geldi (25 Mart 1611). Babası, Kanunî Sultan Süleyman'ın (1495-1566) son seferlerine katıldığı söylenen ve 117 yılı bulan uzun ömrü süresince padişah saraylarında kuyumcubaşı olarak görevlendirilen Derviş Mehmet Zıllî adında değerli bir sanatçıdır. Kütahyalı olan ailenin, fetihten (1453) sonra İstanbul'a taşınıp yerleştiği anlaşılmaktadır. Aile kökünün ünlü Türk bilgini Ahmet Yesevî'ye ( ? - 1116) kadar uzandığı söylenirse de bu konuda gerçek bir değer taşıyan hiçbir belgeye rastlanmamıştır. Ama saray yetiştirmelerinden bir kadın olan annesi koluyla o çağın sadrazamlarından Melek Ahmet Paşa ile akrabalıkları olduğu bir gerçektir. İlk öğrenimine doğduğu semtteki okulda başlayan Evliya Çelebi, Müderris Ahfeş Efendi'den 7 yıl, Evliya Mehmet Efendi adındaki din bilgininden 11 yıl ders aldı. Daha sonra Enderuna kabul edildi. Burada yüksek öğrenimini yaptı, Arap ve Fars dillerini öğrendi. Babasından hattatlık, hakkâklık gibi sanatları öğrendi. Derviş Ömer Gülşenî'den müzik, Keçi Mehmet Efendi'den ise edebiyat dersleri aldı. Böylece geniş bilgiler elde eden ve güzel sesiyle ezberden Kuran okumasıyla genç yaşlarında ün sağlayan Çelebi, yakın akrabası Melek Ahmet Paşa'nın aracılığıyla Padişah Dördüncü Murat'ın katına kabul edildi (1635). Keskin zekâsı, sevimliliği ve içten davranışlarıyla kısa bir süre içinde padişahın güvenini sağlayıp, yakın adamları arasına karışmanın yolunu buldu. Onun Dördüncü Murat'la birlikte Bağdat (1635) ve Revan (1638) seferlerine katıldığı söylenirse de tarihî gerçekler, bu görüşü kuvvetlenidirici nitelikte olmaktan uzaktır. Bununla birlikte dört yıl kadar sarayda kalan Evliya Çelebi, binicilik, atıcılık gibi zamanın önemli sporlarıyla uğraşırken müzik alanında yaptığı çalışmalardan da büyük yarar sağlamasını bildi. Dördüncü Murat'ın Bağdat seferinden biraz önce ya da padişahın zaferden dönüşü sıralarında 40 akçe maaşlı bir sipahi olarak saraydan ayrılmasına izin verildi. O güne kadar İstanbul içinde semt semt geziler yapan Evliya Çelebi, bundan sonra Anadolu'dan başlayıp şehir şehir bütün imparatorluğu dolaştı (1640). Evliya Çelebi yıllarca süren bu gezilerin bazılarını katıldığı savaşlar, bazılarını da aldığı elçilik görevleri sırasında yapmakla birlikte büyük çoğunluğunu başına buyruk bir gezgin olarak başarmış bir adamdır. Hayatının son günlerini nerede geçirdiği bilinmediği gibi kabul edilen ölüm tarihi (1682) kadar, mezarının bugünkü Şişhane semtinde olduğu görüşü de kesin bir dayanaktan yoksundur.

Evliya Çelebi'nin kişiliği ve ünlü eseri

Evliya Çelebi'de daha genç yaşlardayken seyahat düşkünlüğünün uyanmasında, Kanunî Sultan Süleyman'dan, Sultan İbrahim'e kadar altı padişaha (Yavuz Selim, Üçüncü Murat, Üçüncü Mehmet, Birinci Ahmet) hizmet eden, böylece sayısız savaşlara katılan babasının anlattığı ilginç hikâyelerin payı pek büyüktür. Zengin hayali, anlatılan bu renkli hikâyelerle beslenen Evliya Çelebi, serüvenlere elverişli ruhunu doyurabilmek için gezmekten başka bir yol bulamazdı. Gerçekten de tekkelerden koltuk meyhanelerine, devlet büyüklerinin toplantılarından meddah kahvelerine kadar koca İstanbul'un her semtini on yıl süreyle adım adım dolaştı (1630-1640). Onun İstanbul dışındaki gezileri, Gedikpaşalı Ahmet Çelebi adında bir arkadaşıyla Bursa'ya yaptıkları yolculukla başlar (1640). Bundan sonra ailesinden güçlükle izin koparan Çelebi, bir aralık İzmit'e kadar uzandı. Hemen arkasından, Trabzon Valiliği'ne atanan Ketenci Ömer Paşa'yla birlikte Karadeniz kıyılarına gitti. Böylece Evliya Çelebi yıllarca süren gezisine başlamış oldu.

Trabzon'da kaldığı süre içinde Azak Kalesi'nin geri alınması seferine katıldığı gibi İstanbul'a dönüşünden az sonra Hanya Kalesi'nin fethinde (1645) hazır bulundu. Bundan sonra Defterdarzâde Mehmet Paşa ile Erzurum'a giden Çelebi; Azerbaycan, Gürcistan yörelerini, Murtaza Paşa ile birlikte Suriye, Lübnan, Filistin'i, Anadolu'ya dönerek Sivas yöresini gezdi (1648). Akrabası Melek Ahmet Paşa'nın sadrazamlığı sırasında İstanbul'da önemli bir göreve atanan Çelebi, bir süre sonra Bulgaristan, Macaristan, Romanya, Almanya, Yunanistan, Ege Adalarıyla bütün Anadolu şehirlerini karış karış gezdi. Hicaz'a gidip hacı da oldu (1671).
Gezip gördüğü yerleri dikkatle inceleyen Evliya Çelebi, izlenimlerini kendi adıyla anılan (Seyahatname-i Evliya Çelebi) 10 ciltlik eserinde topladı. Kendine özgü tatlı bir üslûpla ve bugünkü anlamıyla bir röportaj niteliğinde yazılan bu 'Seyahatname'nin olayları yer yer olduğundan fazla büyülten yanları bulunduğu görülür.

Bununla birlikte 'Seyahatname-i Evliya Çelebi' tarih, coğrafya, sanat, ekonomi ve toplumbilim yönünden değerli bir kaynaktır.

Seyahatname'den bir örnek

Evliya Çelebi'nin on ciltlik 'Seyahatname'si bugün de değerinden bir şey kaybetmeyen ilginç eserler arasındadır. 'Seyahatname'den bazı bölümleri aşağıda bulacaksınız:

'1645 tarihinde nice kapıya girip çıkmış Çomar Bölükbaşı adında bir namlı er var idi. Hattâ eskiden Gürcü Nebî ve Katırcıoğlu ile birlikte Üsküdar'a gelip Sadrazam Murat Paşa ve Çarhacı Defterdarzâde Mehmet Paşa ile büyük cenk etmiş. Hikmet-i Hüda yedi saat sonra Gürcü Nebî bozulup bu Çomar Bölükbaşı da kaçmış.
Ben de Üsküdar cenginde bulunmuş idim. Murat Paşa'dan ulak olarak emirlerini alıp Şam'da, Murtaza Paşa'ya giderken Adana civarında Çakıt Hanı yakınında bir orman içinde Çomar'a rastladım. Bir haramî zannettim. Gene de haramîliğe inmiş olmalı idi. Ama hamdolsun benimle tanışık çıkıp 'hay kapı yoldaşım, vay canım kardeşim' diyerek öpüşüp görüştükten sonra başından geçenleri anlattı. '

Evliya, rüyaya fevkalâde düşkündür. Daima rüya görür ve bu rüyaları pek hoş ve safiyane bir şekilde tâbir eder. Şimdi gene Evliya'yı dinleyelim:

'Babası oğul şimden sonra sana seyahat göründü. Allah mübarek eyleye, amma sana nasihatim var, diyerek sağ eliyle sol kulağımı şiddetle büktü ve şunları söyledi. Oğul, besmelesiz yemek yime, insan yoksul olur. Sırrın var ise sakın avretine söyleme, kötü ile yoldaş olma; zarar görürsün. Alay bozma, tarlaya basma, yârân payına sarkma. İki kişi söyleşirken dinleme. Davetsiz bir yere varma. Her mecliste işittiğin sözleri hıfzeyle. Gördüklerinden seyahatname namiyle bir kitap vücuda getir. Âhır ve âkibetin hayrola. Cenabı Hak yardımcın ola, deyüp enseme şiddetli bir sillei pehlivani aşketti. Kendimden geçmişim. Gözümü açtım, evimiz nur ile dolmuş. İşte o günden itibaren diyar diyar dolaşmaya başladım.'

Sade seyyah olarak değil, bir fert olarak da Evliya kadar içi dışı bir insan bulmak zordur. Her insanın, şahsi hayatında başkalarından saklayacağı birtakım sırları olur muhakkak. Fakat Evliya bir müstesnadır. Evliya, kendine ait hiçbir sırrı saklamamıştır. Ömrü müddetince kimden hediye aldı ise hepsini bütün teferrüatiyle bize tatlı tatlı anlatmıştır. Hattâ bazan, aldığı hediyenin, hediyeyi verenin servetine nazaran az olduğunu ve bu büyük adama böyle bir hasisliği yakıştıramadığını yana yakıla anlattığı bile olur.


Evliya Çelebi (1611 - 1682)

Asıl adı Derviş Mehmed Zillî olan Evliya Çelebi'dir 1611 yılında İstanbul Unkapanı'nda doğdu. Babası Derviş Mehmed Zillî, sarayda kuyumcubaşıydı. Evliya Çelebi'nin ailesi Kütahya'dan gelip İstanbul'un Unkapanı yöresine yerleşmişti. İlköğrenimini özel olarak gördükten sonra bir süre medresede okudu, babasından tezhip, hat ve nakış öğrendi. Musiki ile ilgilendi. Kuran'ı ezberleyerek "hafız" oldu. Enderuna alındı, dayısı Melek Ahmed Paşa'nın aracılığıyla Sultan IV. Murad'ın hizmetine girdi.

Evliya Çelebi Seyahatname�nin girişinde seyahate duyduğu ilgiyi anlatırken bir gece rüyasında Sevgili Peygamberimiz Hazreti Muhammed'i gördüğünü, ondan "şefaat ya Resulallah" diyerek şefaat isteyecek yerde, şaşırıp "seyahat ya Resulallah" dediğini, bunun üzerine Sevgili Peygamberimiz'in ona gönlünün uyarınca gezme, uzak ülkeleri görme imkanı verdiğini yazar.

Evliya Çelebi bu rüya üzerine 1635'te, önce İstanbul'u dolaşmaya, gördüklerini, duyduklarını yazmaya başladı. 1640�larda Bursa, İzmit ve Trabzon�u gezdi, 1645'te Kırım'a Bahadır Giray'ın yanına gitti. Yakınlık kurduğu kimi devlet büyükleriyle uzak yolculuklara çıktı, savaşlara, mektup götürüp getirme göreviyle, ulak olarak katıldı.
1645'te Yanya'nın alınmasıyla sonuçlanan savaşta, Yusuf Paşa'nın yanında görevli bulundu.

1646'da Erzurum Beylerbeyi Defterdarzade Mehmed Paşa'nın muhasibi oldu. Doğu illerini, Azerbaycan'ın, Gürcistan'ın kimi bölgelerini gezdi. Bir ara Revan Hanı'na mektup götürüp getirmekle görevlendirildi, bu sebeple Gümüşhane, Tortum yörelerini dolaştı. 1648'te İstanbul'a dönerek Mustafa Paşa ile Şam'a gitti, üç yıl bölgeyi gezdi. 1651'den sonra Rumeli'yi dolaşmaya başladı, bir süre Sofya'da bulundu. 1667-1670 arasında Avusturya, Arnavutluk, Teselya, Kandiye, Gümülcine, Selanik yörelerini gezdi.

Seyahatname

Evliya Çelebi 50 yılı kapsayan bir zaman dilimi içinde gezdiği yerlerde toplumların yaşama düzenini ve özelliklerini yansıtan gözlemler yapmıştır. Bu geziler yalnız gözlemlere dayalı aktarmaları, anlatıları içermez, araştırıcılar için önemli inceleme ve yorumlara da olanak sağlar. Seyahatname'nin içerdiği konular, belli bir çalışma alanını değil, insanla ilgili olan her şeyi kapsar. Üslup bakımından ele alındığında, Evliya Çelebi'nin, o dönemdeki Osmanlı toplumunda, özellikle divan edebiyatında yaygın olan düzyazıya bağlı kalmadığı görülür.

Divan edebiyatında düzyazı ayrı bir marifet ürünü sayılır, ağdalı bir biçimle ortaya konurdu. Evliya Çelebi, bir yazar olarak, bu geleneğe uymadı, daha çok günlük konuşma diline yakın, kolay söylenip yazılan bir dil benimsedi. Bu dil akıcıdır, sürükleyicidir, yer yer eğlenceli ve alaycıdır. Evliya Çelebi gezdiği yerlerde gördüklerini, duyduklarını yalnız aktarmakla kalmamış, onlara kendi yorumlarını, düşüncelerini de katarak gezi yazısına yeni bir içerik kazandırmıştır. Burada yazarın anlatım bakımından gösterdiği başarı uyguladığı yazma yönteminden kaynaklanır. Anlatım belli bir zaman süresiyle sınırlanmaz, geçmişle gelecek, şimdiki zamanla geçmiş iç içedir. Bu özellik anlatılan hikayelerden, söylencelerden dolayı yazarın zamanla istediği gibi oynaması sonucudur.

Evliya Çelebi belli bir süre içinde, özdeş zamanda geçen iki olayı, yerinde görmüş gibi anlatır, böylece zaman kavramını ortadan kaldırır. Seyahatname'de, yazarın gezdiği, gördüğü yerlerle ilgili izlenimler sergilenirken, başlı başına birer araştırma konusu olabilecek bilgiler, belgeler ortaya konur. Bunlar arasında öyküler, türküler, halk şiirleri, söylenceler, masal, mani, ağız ayrılıkları, halk oyunları, giyim-kuşam, düğün, eğlence, inançlar, komşuluk bağlantıları, toplumsal davranışlar, sanat ve zanaat varlıkları önemli bir yer tutar.

Evliya Çelebi insanlara ilgili bilgiler yanında, yörenin evlerinden, cami, mescid, çeşme, han, saray, konak, hamam, kilise, manastır, kule, kale, sur, yol, havra gibi değişik yapılarından da söz eder. Bunların yapılış yıllarını, onarımlarını, yapanı, yaptıranı, onaranı anlatır. Yapının çevresinden, çevrenin havasından, suyundan sözeder. Böylece konuya bir canlılık getirerek çevreyle bütünlük kazandırır. Seyahatname'nin bir özelliği de değişik yöre insanlarının yaşama biçimlerine, davranışlarına, tarımla ilgili çalışmalarından, süs takılarına, çalgılarına dek ayrıntılarıyla geniş yer vermesidir. Eserin bazı bölümlerinde, gezilen bölgenin yönetiminden, eski ailelerinden, ileri gelen kişilerinden, şairlerinden, oyuncularından, çeşitli kademelerdeki görevlilerinden ayrıntılı biçimde söz edilir. Evliya Çelebi'nin eseri dil bakımından da önemlidir.

Yazar, gezdiği yerlerde geçen olayları, onlarla ilgili gözlemlerini aktarırken orada kullanılan kelimelerden de örnekler verir. Bu örnekler, dil araştırmalarında, kelimelerin kullanım ve yayılma alanını belirleme bakımından yararlı olmuştur. Evliya Çelebi'nin Seyahatname'si çok ün kazanmasına rağmen, ilmi bakımdan, geniş bir inceleme ve çalışma konusu yapılmamıştır.1682'de Mısır'dan dönerken yolda ya da İstanbul'da öldüğü sanılmaktadır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder